Kağıtçılarla değil üçkağıtçılarla uğraşın!
“Dünyanın en mutlu insanları baca temizleyicileridir” demişti İsmet Özel bir şiirinde. Kimse bu şiiri bir ihbar kabul ederek baca temizleyicisi falan olmaya kalkmadı.
Ya da birileri üzerine vazife bilip baca temizleyicilerin mutluluğunu kursağında bırakırcasına onların bacalarını başlarına yıkmaya niyetlenmedi.
Doğalgaz çıkalıdan beri öyle çok baca temizleme ihtiyacı da kalmadı.
Dizesini yazmadım, ama bana sorarsanız dünyanın en mutlu insanları ‘kağıt toplayıcıları’dır. Hem ekmek paralarını kimseye minnet etmeden kazanırlar hem de çevre temizliğine ve geri dönüşüme katkıda bulunurlar.
Yapılan bu işin elbet vicdanlara dönük de bir geri dönüşümü vardır. Hiç gurur meselesi yapmadan, ekmek parası için herkesin attığını toplayıp yeniden kullanıma kazandırmak az şey değil.
Şimdi hükümet yeni bir uygulamayla sokaklarda kağıt toplayanlara ve de onlardan kağıt alanlara para cezası kesmeye hazırlanıyormuş.
Tamam, bu iş Avrupa Birliği standartlarına uygun yapılsın, ama ekmeğini kâğıttan çıkaran bu insanlar da mağdur edilmesin. Aksi taktirde bu ekmeğini taştan çıkaranların taşlarının ellerinden alınmasına benzer bir netice doğuracaktır.
Kâğıt toplayıcıları içinde azımsanmayacak oranda Suriyeli göçmenlerin var olduğu düşünülürse bu insanların son çarelerinin ellerinden alınması çok daha vahim sonuçlar doğuracaktır.
İlla da birileriyle “haksız kazanç” bağlamında uğraşılacaksa kâğıtçılarla değil ‘üçkağıtçılarla’ uğraşılsa çok daha isabetli olur.
FIRSATIM OLSA HANGİ KİTAPLAR HAKKINDA YAZARDIM
Ah fırsat sen ne bulunmaz şeysin. Hep uzak bir zamanın bir ucunda kaldın seninle benim arama giren şeyler yüzünden.
O kadar çok işlimiz vardı ki nerdeyse yaşamayı erteleyecektik bir ara. Mesela Şafak Çelik şiirleri hakkında yazacaktım, araya sabırsız gündemler girdi.
Siyasi gündemlere yüz vermediğimi bilenler bilir, lakin kültürel ve edebi gündemler o denli dayattı ki kendini gözümüzün önündekini bile göremedik.
Oysa Yrd. Doç.Dr. Ali Öztürk’ün imajoloji çalışmaları kapsamında kaleme aldığı “Medeniyet ve Sosyoloji” kitabını bitirip iyi bir değerlendirme yazısı yazacaktım.
Yine araya bir şeyler dahil oldu. Üstelik Ali benim 20 küsur yıl önceden öğrencim. Bir yazılı kâğıdını okur gibi okumak istemem onun kitabını, not veriri gibi yazı yazmak da şık olmazdı. Yine bir başka edebiyatçı akademisyenimiz Yrd. Doç. Dr. Bahtiyar Aslan’ın kaleme aldığı iki kitap var masamın üzerinde. Biri ismini çok beğendiğim bir şiir kitabı: ‘Kalaycının Dediği’. Diğeri ise Bahtiyar Aslan’ın hikayelerini içeriyor: ‘kentin haberi yok’.
Mesela ben şair Bahtiyar Aslan’ın “ölüm haberiyle gelen geyik.” şiiri hakkında uzun uzun konuşmak istiyordum.
Yine öykücü Bahtiyar Aslan’ın ‘Aynadaki Yolculuk’una eşlik etmek istiyordum.
Ne yazık ki tam da o gün düşünceme tren rayları gibi dizilmiş niyetimin üzerinden meşguliyet geçti. Yüzümü kime dönsem kendisi orada yoktu.
Geçen tam Ali Ural’ın ‘Peygamberin Aynaları’na başlamıştım ki uzak memleketlerden gelen kalabalık misafir grubu aynayı mat bir cama çeviriverdi.
Hiç olmazsa Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i bitireyim diye gözlerimle çok yalvardım, ama kimseyi ikna olmaya razı edemedim.
Şimdi masamın üzerinde okunmayı ve de bir an önce yazılmayı bekleyen, bu konuda oldukça sabırsız üç kitap var: Fuat Eren’in “kokusuz bahçeler” isimli şiir kitabı, Mehmet Babalıoğlu’nun “Bazen çok” adlı öykü kitabı ve de Emine Batar’ın “Düğün Daveti” isimli öykü kitabı.
Hiç olmazsa düğün davetine icabet edeyim diye çok gayret ettim. Ama heyhat! Saat gecenin 1’ini çoktan geçmiş.
Uykunun cevapsız çağrısını bu kez dikkate almam lazım.
Ah fırsat, ne olurdu bizim sana gittiğimiz kadar sen de bize gelseydin. Harflerle aşardık biz bu mesafeleri keşke sayılar araya girmeseydi.
(Milli Gazete)