Ümidin Bittiği Yerde İnkâr Başlar
Yusuf Suresi’nin 87. ayeti Hz. Yakup’un dilinden çok ürpertici bir gerçeği bize açıklar: “ Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin, çünkü ancak kâfir bir topluluk Allah’tan ümidini keser.”
Ayet, “kıssaların en güzeli” şeklinde tarif edilen Yusuf Kıssası anlatılırken geçer. Hz. Yusuf’un başından geçenleri durup birazcık düşünürsek ayet daha da bir anlam kazanır.
*
Psikolojik savaşın, algı yönetimi ve manipülasyonun temel hedefi mazlumların, mustazafların, Müslümanların ve bütün ezilenlerin ümidini tüketmektir. Çünkü ümidi kalmamış bir topluluk kötürüm olmuş demektir, teslim olmuş demektir. Daha da beteri böyle bir topluluk iğvaya, ifsada ve fitneye açık hale gelir. Artık kendi davasını değil, başkalarının davasını savunmaya başlar. Allah’ın rahmetini, bereketini, inayetini ve hediyelerini göremez hale gelir.
Peki ama Allah’tan ümidini kesmek ne demektir?
Soruyu daha da somutlaştıralım, örneğin herhangi bir konuda ümidini kesmiş bir insanı nasıl anlarsınız?
Cevabı çok nettir: Ümit biterse, gayret biter. Ümit tükenirse çaba kalmaz; insan aramaz, beklemez, yolunu gözlemez. İlgisini ve dikkatini başka şeylere yöneltir. Yeni ilgiler bulur kendine, yeni şeyler dikkatini çekmeye başlar. Beklemeyen biri, beklediği gelse de göremez; çağrılsa da duyamaz.
Hatta artık özlememeye, istememeye başlar.
O yüzden Kur’an’da önemli uyarıların yapıldığı bazı ayetler “dikkat edin!” diye başlıyor: “Dikkat edin! Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara Suresi: 214) , “Dikkat edin! Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d Suresi: 28) , “Dikkat edin! Yaratmak da hükmetmek de Allah’a aittir.” (A’raf Suresi: 54).
Yani dikkatinizi çaldırmayın, çeldirmeyin, gasbettirmeyin.
Çünkü, ümit etmek dikkat etmektir. Konsantre olmaktır. Odaklanmaktır. Göğüs germek, gayret etmek, aramaktır. Eli boş dönmelere, hayal kırıklıklarına hazır olmak; alaycı ağızlara aldırmamaktır. Ümit etmek, “olmaz” diyenlere kulak asmamaktır. Ümit etmek eksiği-gediği olsa da kardeşine/mazluma/mustazafa merhametle davranmak, zalimlere karşı şedid olmaktır.
Bazıları vardır ki, gerçekte Allah’tan ümidini kesmiş olmasına rağmen ya bunun farkında değildir ya da bununla yüzleşmeye cesareti yoktur.
Sorsan, Allah’tan ümit kesilmeyeceğini o da söyler. Ama aramayı çoktan bırakmıştır. Mevzuyu değiştireli uzun zaman olmuştur. Gözü başkasına kaymış, gönlü başka bir tarafa akıp gitmiştir.
Yanlış anlaşılmasın, hiç aramamıştır demiyorum, hiç gayret sarf etmemiştir, hiç bedel ödememiştir demiyorum. Bilakis, uzun uzun anlatır neler çektiğini, ne bedeller ödediğini. Ama gel gör ki umduğunu bulamamış, güvendiği dağlara karlar yağmıştır.
Herkesin bir “ümit eşiği” vardır. Dayanabildiği engellerin sayısı, yüksekliği farklı farklıdır.
Gerçekten de Allah’tan ümidimizi kesip-kesmediğimizden nasıl imtihana çekiliyoruz? Bu imtihan nereye kadar gider, ne kadar uzar, ne kadar devam eder ve bizim ümidimiz hangi noktada tükenir?
Acaba ümidimizi kesme noktası neresi?
İnsan Allah’tan ümidini birden bire mi keser, yoksa aşama aşama mı?
Ümidimizi kesmiş de farkında olmamış olabilir miyiz? Ümit etmiyor ama ümit ediyormuş gibi yapıyor olabilir miyiz?
Dediğim gibi, bakmamız gereken yer gayrettir. Gayretin bittiği yer aynı zamanda ümidin bittiği yerdir. Ümidin bittiği yerde inkâr başlar.
*
O yüzden Şeytan ister ki, hiçbir ümit ışığı kalmasın. Müstekbirler ister ki, Müslümanlar birbirinden umudunu kessin. İzzeti ve onuru müminlerin yanında değil de, kendilerinin yanında arasın. İsterler ki, liberal dayatmalara içten içe teslim olsunlar.
İsrail hariç her şeyi tartışsınlar. NATO hariç; ABD ve Avrupa’nın içimizdeki habis varlığı hariç her şeyi sorgulasınlar.
Kur’an’ı sorgulasınlar, hadisi sorgulasınlar, Hz. Peygamber’i sorgulasınlar, başörtüsünü sorgulasınlar, geçmişlerini sorgulasınlar, geleceklerini sorgulasınlar…
Sorgulanmadık, tartışılmadık hiçbir şey bırakmasınlar. Öylesine sorgulasınlar ki, “Allah” diyecek mecalleri kalmasın.
Ama kimse İsraille normalleşmeyi sorgulamasın. İsrail’in, ABD’nin, Avrupa’nın zulümlerine, katliamlarına, iki yüzlülüklerine sabretsinler ama birbirlerine sabredemesinler…
Çocukları feminizm, ateizm, eşcinsellik ve benzerleriyle kuşatılırken; Netflixle, HBO’yla, Amazonla kuşatılırken; adım adım metaverse’ün içine çekilip insanlıklarından şüpheye düşürülürken onlar “mezhepçilik”, “hizipçilik”, “kavmiyetçilik” çukurunda debelenmeyi cihad zannetsinler…
Herkesle birlik olabileceklerine inansınlar ama Müslümanların bir ümmet olacağına inanmasınlar.
Bütün öfkelerini, bütün husumetlerini, bütün şüphelerine birbirlerine yöneltsinler; yobazlığın, faşizmin, fanatizmin her türüne teşne olalım ki bu topraklardan kaos, terör, ayrımcılık, kan ve gözyaşı hiç eksik olmasın. Hiç eksik olmasın ki, en zeki çocuklarımız geleceklerini Batı’nın başkentlerinde arasınlar. Öyle arasınlar ki, onur ve izzetin sadece Allah’ın, Resulünün ve müminlerin yanında olduğunu hiç bir zaman hatırlamasınlar…
Cehaletin, komikliğin, şebekliğin, hokkabazlığın her türüne örnek olabilelim ki, hiçbir ciddiyetimiz kalmasın. Kendi kendisiyle alay eden bir topluluk olup çıkalım.
Zillet kaderimiz, her dayatmaya boyun eğmek alın yazımız olsun.
En cevvalimizin kendi çocuğundan bile ümidi kalmasın.
İslam’ın evrensel mesajı hariç her şeye ümit besler hale gelsinler.
*
Girişte aktardığım ayet Yusuf Suresi’nde geçiyordu. Ayetin tamamı şöyle: “Oğullarım, gidin de Yusuf ile kardeşinden bir haber getirin ve Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.”
Gerçekten de Hz. Yakub beklemenin, aramanın, vazgeçmemenin; hasılı ümidi kesmemenin sembolüdür.
Arayışı, bekleyişi, ümidi o kadar canlıdır; dikkati ve konsantrasyonu o kadar hassastır ki, Yusuf’un gömleği Mısır’dan yola çıkınca Filistin’den kokusunu alır. Öyledir, insan bir şeye adanmaya görsün, başkalarının göremediğini görmeye, hissedemediğini hissetmeye başlar.
Çünkü Yakup sadece Allah’a dayanmış, ondan dilemiş, ümidini onun engin rahmetine bağlamıştır. Bir önceki ayette şöyle demektedir: “Ben sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allah'a arz ediyorum.”
Allah kendisine yönelenleri sever. sabredenleri sever. Direnenleri sever. Sözlerinden asla caymayıp, sıralarını bekleyenleri sever. Kendi aralarında merhametli, zalimlere karşı şedid olanları sever.
Müstekbirlerin mübtezel vaatlerine aldırmayanları, kendi yolunda kurşunla kaynatılmış binalar gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.
Allah böylelerinin kişiliklerine onur ve izzet hediye eder. Şanlarını yüceltir, vicdan sahibi her insanın kalbinde onlara karşı bir sevgi yaratır. (İslamianaliz)