Cemal Kaşıkçı mesajını alsak mı, almasak mı?
Cemal Kaşıkçı olayı gün geçtikçe daha da karmaşık bir hal almaya başladı. Neresinden bakarsanız bakınız aklın, havsalanın almadığı bir durum söz konusu. Bir insan nasıl olduysa girişi, çıkışı belli olan konsolosluk binasında ortadan kayboluverdi. Hem de bu insan bir gazeteci. Bir de bu gazetecinin Suudi Arabistan’ın çok yakın ilişkiler içinde olduğu Amerika’nın önemli bir gazetesi olan Washington Post’ta köşe yazarı olduğunu düşünürseniz, olup bitenlerin birçok gariplikler taşıdığını net olarak görebiliyorsunuz.
Hem ülkemizde, hem de dünyada istihbarat örgütlerinin farklı operasyonlarına şahit olmuşluğumuz var. Ancak bu durumu yorumlamak, anlamlandırmak diğerlerinde olduğu gibi çok mümkün değil. Bir kere olayın vuku bulduğu alan yasal açıdan S.Arabistan’a ait topraklar. Yani herhangi bir yer gibi doğrudan müdahale etme şansımız yok. Diğer taraftan bu türden yabancı misyonların hukuki statüsü 1961 ve 1963 tarihli Viyana Sözleşmeleri’nde belirlenmiş. İlk anlaşma hangi suçlama veya iddia olursa olsun büyükelçilik yetkililerine kat’i dokunulmazlık getirirken, ikinci anlaşmada konsoloslukların hukukuna vurgular yapılmış. Konsoloslukların pozisyonu, elçilikler kadar kesin hükümler içermiyor olmasına rağmen algısal açıdan aslında aralarında çok da bir fark yok.
Yani Sedat Ergin’in de ifade ettiği gibi Türkiye’nin konsolosları tutuklama yetkisi var ama bu öyle söylendiği kadar çok da kolay atılacak bir adım değil.
Bu olaydan sonra Amerika’dan ilk beklenen tepki doğrudan Arabistan’a her türlü ciddi uyarı kararını almasıyken, ABD gayet teennili bir dil kullanıyor. Hatta CIA’nin yaptığı dinlemelerde Cemal Kaşıkçı üzerinde bir şeyler planlandığına dair bilgi sahibi olduğu iddia ediliyor. Böyle bir durum varsa Kaşıkçı’nın neden haberdar edilmediği sorusuna ise bir türlü tatmin edici cevap verilmiyor. Şimdi isterseniz farklı açılardan taşları yerli yerine oturtmaya çalışalım.
Cemal Kaşıkçı’nınS.Arabistan’da tahtın yeni varisine özellikle Yemen savaşından dolayı muhalefet ettiği biliniyor. Bunun yanında S. Arabistan ve İran arasında zaten olmayan ilişki özellikle ABD’nin kışkırtmasıyla Yemen üzerinden savaş diline varacak kadar ileri taşınmış durumda. Bu durumda S.Arabistan ve Amerika’nın, İran-Yemen karşıtlığıyla Kaşıkçı’dan rahatsız olduğu sonucuna rahatlıkla ulaşabiliriz.
Ayrıca hatırlanacağı gibi Katar ile yaşanan kriz üzerinden S.Arabistan ve BAE Türkiye’ye aşırı tepki vermişlerdi. Bununla da kalmayıp Suriye’de Amerika ile birlikte PYD’ye her türlü desteği verecek kadar ileri gitmişlerdi. Katar’a gösterilen tepkinin başında Hamas ve Sisi darbesi sonrası Mısır’dan çıkan Müslüman Kardeşler üyelerini ülkesine kabul etmesi vardı. Fotoğrafın bütününde bunlar varken Yemen’deki operasyonlardan dolayı ülkesini eleştiren, İhvan’a yakın olduğu iddia edilen, bununla birlikte kimilerine göre çok da açık olmayan farklı ilişkiler ağı içinde olduğu söylenen bir gazeteciyi, hem de İstanbul’da ortadan kaybetmek basit bir aklın planı olamaz. Zaten uzun zamandır diplomatik zorunluluklar dışında ileri bir ilişki trafiği yaşamayan Türkiye ve Suudi Arabistan arasında tansiyonun daha da yükselmesinden kim veya kimler istifade edecekse, onların bu işteki rolleri asla göz ardı edilmemelidir. Birileri Kaşıkçı üzerinden Türkiye’ye bir mesaj verdi, bunda herhangi bir şüphe yok. Şimdi bize düşen şudur; Türkiye bu mesajı her boyutuyla aldığını, bu vahim olayın bütün açıklığıyla ortaya çıkması için uluslararası hukuka uygun şekilde her türlü adımı şeffaf bir şekilde atacağını ama bu olay üzerinden farklı hedefleri olanlara fırsat vermeyeceğini göstererek hareket etmek durumundadır. Bu olayın çok çetrefilli tuzaklarla dolu olduğu unutulmamalıdır. (Milli Gazete)