Alemu'l Şühud, Alemu'l Gayb ve Mehdeviyet
Dua-i Nudbe’deki ifadelerde, “mehdeviyet” ve “intizar” olarak geçen ifadeleri biliyordum, ama bu kez daha dakik bakınca önemli bir noktayı farkettim ve bunu burada kardeşlerimle paylaşmak istiyorum.
İslam İnkılabı önderi İmam Humeyni ve onun hak halefi İmam Hamenei’nin rehberlik noktasında dirayet, liyakat ve ehliyetini bütün dünya gördü ve bunu düşmanları da ikrar ediyorlar.
Ama İmam Humeyni ve İmam Hamanei’nin üzerinde çokça durulmayan ve mevzu bahis edilmeyen bur yönü vardır ki; o da onların “alemu’l şühud” ile “alemu’l gayb” arasında köprü olan yönleridir. Birer arif ve birer rabbanî olarak İmam Humeyni ve İmam Hamenei, ümmetin bir ferdi ve evladıdırlar. Ama onlar aynı zamanda fizik alem ile fizikötesi alem arasında bir bağlantı köprüsü durumundadırlar.
Bunu biraz açacak olursak; “Alemu’l şühud” fizikî alemdir, gözlenen alemdir. İster beş duyumuz ile, ister teknolojinin imkanları ve araçları ile öğrendiğimiz, gördüğümüz, işittiğimiz alemdir. Yeryüzü ve gökyüzü, feza alemi, bütün galaksiler, bütün gezegenler hepsi alemu’l şühuddur.
Ancak insanın beş duyusu ile ya da teknolojinin imkanları ve araçları ile idrak edemediğimiz, dokunamadığımız, işitemediğimiz, göremediğimiz alem “alemu’l ğayb”tir. Bu alem hayal ve sanal değil hakikattir. Bu alem vardır. Bu alem ile bağ kurabilen insanlar öncelikle peygamberlerdir, Kur’an’ın tanımıyla sıddıklar, salihler ve şehidler. Yani taşıdıkları misyon, rol ve yolgöstericilik ile İslam ümmeti için hayati bir önem taşıyan bir mihver, bir kandil ve bir pusula olan şahsiyetler “alemu’l ğayb” ile irtibat içinde olurlar. Bu irtibatın şekli veya keyfiyeti ayrı bir şeydir. Bu ayrı bir bahistir.
Alemu’l ğayb, “mele-i âlâ” ve “âlâ-i illiyin” olarak da adlandırılır. Allah’ın dergahıdır, peygamberlerin, sıddıkların, salihlerin, şehitlerin bulunduğu alemdir. Bu alem meleklerin alemidir. Bu alem, yeryüzünde müminlerin işlerinin asan olması için görevlendirilen meleklerin bulunduğu alemdir. Bu alem ümmetin mukadderatının belirlendiği alemdir.
Ümmetimizin geleceği bu alemde belirlenir, roller, görevler burada belirlenir ve dağıtılır. Melekler buradan dünya alemine iner kalkarlar.
Dua-i Nudbe’de geçen şu ifade dikkatimi oldukça çekti ve bu konudaki inanç ve düşüncelerimize ayrı bir etki yaptı:
“O Allah’ına doğru açılan tek kapı olan; nerededir? O Allah dostlarının yöneldiği Allah’ın yüzü olan; nerededir? O yer ve göğü birbirine bağlayan vesîle olan; nerededir?”
“O yer ve göğü birbirine bağlayan vesîle olan; nerededir?”
Buradaki “yer” ile “gök” kelimelerinin manası “alemu’l şühud” ile “alemu’l ğayb”tir. Yani yeryüzünde “yer”yani; fizik aleminde yaşayan insanlar, “gök” yani; fizik aleminin ötesindeki alemde olanlar.
Dolayısıyla İmam-ı Zaman’ın varlığı aynı zamanda Allah Tebareke ve Teala’nın insanlık için karar kıldığı hüccet, hidayet ve nimetinin delilidir; aslında gaybet, İmam’ın fizik aleminde görülmemiş olmasıdır; ama insanlık için, ümmet için rolünü yapmakta ve yürütmektedir.
Peki İmam-ı Zaman’ın insanlık ve ümmet üzerindeki rolü nedir ve ne şekilde olmaktadır?
İşte Velayet-i Fakih kurumunun ve Ümmet önderliğinin derunî anlamları burada karşımıza çıkmaktadır. İmam Humeyni (r.a) ve İmam Hamanei’nin ümmet üzerindeki liderliği, İslam’ın azılı düşmanı müstekbir ve tağutlar karşısındaki duruşu, inkılab ve direniş cephesine rehberlik edişleri sadece kendilerinin bilgi, beceri ve kabiliyetlerinin bir eseri değil; Allah katından yani, “Alemu’l ğayb”ten yeryüzüne yani “alemu’l şühud”a uzanan “Rahmanî imkanlar”ı kullanacak bir mevki ve makamda oluşlarındandır. Yani, onlar Allah katından, alemu’l gayb’ten rızıklanmaktadırlar. Onların Allah katından rızıklanışları, ümmet üzerindeki rehberiyetlerini yürütürken bir dirayet, bir basiret, bir cesaret, bir isabet, bir istikamet, bir liyakat, bir rüşd ve bir hidayet olarak tecelli eder.
İslam inkılabı’nın zafere ulaşmasının öncesinde ve sonrasında rahmetli İmam Humeyni’nin sergilediği rehberliğin izahını başka nasıl yapabiliriz?
Bu nasıl bir rehberliktir ki, bütün dünyanın hesaplarını, planlarını boşa çıkartıyor? Bu nasıl bir rehberliktir ki, dünyanın en azılı güçlerini ve islam’ın amansız düşmanlarını hüsrana ve hezimete uğratıyor? Bu nasıl bir rehberliktir ki, bütün akademilerin, bütün enstitü ve strateji merkezlerinin yazıp çizdiklerini bir kalemde yele veriyor?
Ve İmam Hamanei..!
İmam Humeyni’nin rıhletinden sonra velayet-i fakih makamına seçilen İmam Hamanei’nin nasıl bir rehber olduğunu ençok da düşmanları itiraf ediyor?
Ordular hazırlayıp yola çıkanlar, nasıl yolda iken bozguna uğruyor? Amerika’sı, İsrail’i, İngiltere’si, NATO’su, işbirlikçileri, suç ortakları hepsi birlikte toplanıp geliyor, ama onun kaşı yerinden oynamıyor ve tam bir itminan ve güvenle “yenileceklerini göreceksiniz” diyor!
O nasıl bir rehberiyettir ki, ortalık toz duman olmuşken, ak ile kara birbirine karışıp işler mecrasından ve rayından çıkmışken, o gidişatın sonucunu baştan söylüyor ve müminlerin kalbine sekine iniyor, daralan sineler inşirah ile doluyor?
O nasıl bir rehberdir ki, önünde oturan komutanlara “yarınlarda olacak büyük hadiselere hazır olun dedikten bir kaç hafta sonra bütün bölge ve bütün dünya herc-ü merc oluyor? Dünyanın dengesi kayıyor, ümmet kaynıyor, devrim ve direniş yeni bir safhaya geçiyor ve istikbarla mücadelede yepyeni bir dönem başlıyor?
Bütün bunları İmam Humeyni (r.a) ve İmam Hamenei’nin bilgi, birikim ve tecrübesi üzerinden okursak yanılırız; çünkü her ne olursa olsun bu haslet ve meziyetler sonuçta “sınırlı”dır. Ama onlar “sınırlı olmayanlar” ile öyle bir bağ içindedirler ki, onların çeşmesinden doldurdukları kaseler ile rehberiyete bir yücelik ve derinlik, bir azamet ve izzet, bir basiret ve isabet, bir dirayet ve liyakat katıyorlar...
Şimdi tekrar Dua-i Nudbe’ye gelecek olursak; “O yer ve göğü birbirine bağlayan vesîle olan; nerededir?” ifadesi bize bir ufuk olmaktadır, bir ışık olmaktır, zihnimizi aydınlatmaktadır. Çünkü o, “alemu’l ğayb” ile “alem’ul şühud” arasında bir köprü, bir bağ ve bir vesiledir.
Dolayısıyla, Mehdeviyet’in gaybette olmamasının anlamı da budur. Yine aynı şekilde “Her kavmin bir hadisi vardır” ayetinin, zaman ve mekan açısından hidayet önderliği ve rehberliğin kesintisiz devam edeceğinin anlamı da burada karşımıza çıkmaktadır.
Alimler Allah’ın esması üzerinden şöyle derler; Allah’ın varlığının, kudretinin nasıl olduğunu “sani” isminden anlarız: yani; şu kainatın nasıl bir tablo olduğuna baktığımızda, böyle bir sanat ancak büyük bir sanatkarın elinden çıkar ki, bu kainatın sanatkarı da Allah subhanehu ve Teala’dır.
İmam Humeyni (r.a) ve İmam Hamanei’nin rehberiyetleri hem zatîdir ve kendilerindendir aynı zamanda bir tecellidir ve İmam Mehdi’nin Alemu’l ğayb’ten verdiklerinin bir neticesi ve bir bereketidir. Birini diğerinden ayrı görmek ve düşünmek de mümkün değildir...
İmam Humeyni vasiyetnamesini bitirirken “huzurlu bir gönül, emin bir kalp, şad bir ruh ve Allah’ın fazlından ümitli bir öz ile kardeşler ve bacıların hizmet ve huzurundan ayrılıp ebedi mekana doğru yolculuğa çıkıyorum” demişti...
Aziz İmam bu vedası ile bir müjde de veriyordu aslında; zira onun sinesi gam ve kusse doluydu; ama bu gam ve kussenin yeri sekine ile, inşirah ile doldu, o nurani yüzüne tebessümler geldi, çünkü ona müjde verilmişti...
Yerine gelecek kişi bu ümmeti öylesine izzet ve zirvelere, öylesine büyük başarı ve zaferlere taşıyacaktı ki, bu inkılab ve bu direniş cephesi dünyanın ve ümmetin mukadderatını değiştirecekti. Çünkü, kendisinin üzerindeki el, kendi yerine gelecek kişinin de üzerinde olacaktı ve o elin bereketi aleme cihanşümul bir bereket olacaktı...
Çünkü Allah’ın hücceti kesilmeyecek, hidayeti kesilmeyecek, nimeti eksilmeyecekti...
Onun için her ne zaman aziz imamlarımızın yüzlerine baktığımızda, ne zaman onların izzet ,azamet ve zaferlerini andığımızda, Nudbe duasındaki “O yer ve göğü birbirine bağlayan vesîle olan; nerededir?” ifadesinin anlamlarını daha iyi anlamış oluruz...
Rahmetli İmam “başarı ve zaferin sırrı maddi ve zahiri olanda değil, Allah katındadır” derken de, başarı ve zaferin adresini gösteriyordu; iki alemin köprüsü varken, Allah’ın gaybi yardımları hiç eksilmeyecekti. İşte buradaki köprünün adı Mehdeviyet’tir ve Velayet-i Fakih’i böylesine farklı, anlamlı ve yüce kılan da burasıdır.
15 Şaban dolayısıyla, Mehdeviyeti konuşuyorken, inkılabımız ve direniş cephesinin, İmamlarımız ve onların ensarının İmam Mehdi’nin ordusu ve karargahı olduğunu bir kez daha hatırlamış olalım.
Büyük komutanımız Kasım Süleymani Allah’a doğru kanat çırpıp “âsumânî” olunca sahibine kavuştu, o intizarını öyle vuslata çevirdi, kavuştuğu da başkomutan sahibu’z Zaman’dı...
Bizlerin intizarı da, Şehid komutanın kanının peşinden gitmekle olacaktır...
Ey dualara icabet eden Allah’ım! Sen bizi vuslatımıza kavuştur!