Ve Trump geldi… Şimdi ne olacak?
‘Seçimleri kazanırsa, Derin Devlet adamı öldür(t)mezse’ diye başlayan cümlelerin sonuna geldik. Önce 5 Kasım tarihinde yapılan seçimleri açık ara kazandı. Hatta Kongre’de de Cumhuriyetçilerin kazanmasıyla birlikte bütün spekülasyonlar sonra erdi. Derken seçimleri kaybetmiş olan Biden-Kamala Harris yönetiminin başta Ukrayna’daki savaş olmak üzere tırmandırma girişimleri Trump’ın görevi devralacağı 20 Ocak tarihine kadar Amerikan Derin Devleti’nin başka hangi taktik ve yöntemlere başvurabileceği sorularını akıllara getirdi; ama bu tür ihtimaller de geride kaldı – en azından şimdilik- ve sonunda Trump yemin ederek görevi devraldı.
OLDUKÇA HAZIRLIKLI
Trump’ın ilk dönemine göre fevkalade hazırlıklı gelmiş olduğu hemen görülebiliyor. Makamına oturur oturmaz verdiği sözlerin pek çoğuna karşılık gelen kararnameleri imzalayarak yürürlüğe koydu. En önemlisi Amerika iç siyasi ve toplumsal tartışmaları açısından göçmenler daha doğrusu kaçaklar meselesiydi. Trump ve kendisine en büyük desteği sağlayan Elon Musk Amerika açısından çok önemli bir tartışma başlatmışlardı. Buna göre bu kaçakların Meksika sınırından ellerini kollarını sallayarak içeri girmelerine Biden yönetiminin izin vermesi sadece bir ihmal vs. değildi; aynı zamanda stratejik bir amaca da hizmet etmekteydi.
Onlara göre bu göçmenler özellikle her seçimde farklı partiye oy verebilen ve dolayısıyla seçimlerin kaderi üzerinde çok ama çok büyük etkiye sahip ‘salıncak eyaletler’e (Swing states) yönlendiriliyorlardı. Bu eyaletlerde Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında bazen üç beş bin bazen de on veya yirmi bin gibi farklarla partilerden birisi ipi göğüsleyebiliyor. Buralara yerleştirilen belirli sayılardaki göçmenlerin kısa sürede oy kullanma hakkı elde etmeleriyle birlikte Demokratların çoğunlukla seçimleri kazanmaları mümkün olacak ve Amerika’da belki de demokratik seçimlerin anlamı kalmayacaktı; çünkü Demokratlar çok büyük aksilikler yaşanmadığı müddetçe seçimleri kazanabilecekti.
Trump ilk iş olarak Amerika’nın ihtiyaç duymadığı yığınların ülkeye kitlesel biçimde girmesine izin veren Biden politikalarını durduran, ülkeye illegal olarak girmiş bütün kaçakları/göçmenleri geri gönderecek bir kararnameye hemen imza attı. Bu göçmenlerden durumunu legalize etmek için başvuruda bulunanlara verilen randevular iptal edildi ve geri gönderilmelerinin önü açıldı. Trump’ın söylediğine göre tarihte hiç görülmemiş bir geri gönderme operasyonu başlamak üzere.
Öte yandan Trump Derin Devlet ile mücadelesine bu defa epeyce hazırlıklı gelmiş görünüyor. Bir yandan 6 Ocak 2021 Kongre Baskını olayları hükümlülerinin hemen hepsini affederken öte yandan da binlerce üst düzey bürokrata ‘sizinle çalışmayacağız’ mesajı gönderildiği anlaşılıyor. CIA, FBI başta olmak üzere istihbarat kuruluşlarından diğer kritik devlet kurumlarına kadar hepsinde üst düzey görevlerdeki bürokratlar birinci döneminde Trump’ı görev yapamaz hale getirme sürecinde epeyce rol almışlardı.
DIŞ POLİTİKADA SÖYLEDİKLERİ, YAPMAK İSTEDİKLERİ VE MUHTEMEL SENARYOLAR
Trump’ın görevi devralma töreninde söyledikleri ile söylemedikleri ve dış politikaya dair sıklıkla dile getirdiği görüşlerin hepsinin ayrı ayrı incelenmesinde yarar var. Bunlardan bir kısmı Panama Kanalı’nı Amerika’nın geri almasından Meksika Körfezi’nin adının (Gulf of Mexico) Amerikan Körfezi olarak değiştirilmesi gibi sembolik ama ne anlam yüklü olduğu henüz tam anlaşılamayan unsurlardan oluşurken, bir kısmı da Meksika’daki uyuşturucu kartellerinin Trump yönetimi tarafından uluslararası terör örgütleri olarak tanımlanacağı gibi tehditleri içeriyor. Bu durumda Trump yönetimi Meksika’ya doğrudan askeri müdahalelerde bulunarak bu kartelleri yok etmeyi düşünüyorsa Amerika-Meksika ilişkilerinin çok ciddi sınamalardan geçeceğini öngörebiliriz.
Panama Kanalı’nın mülkiyetinin Amerika’ya geçmesi ve bu sayede Çin’in lojistik kabiliyetine ciddi darbe vurulması gibi vurgular ayrıca üzerinde durulması gereken konular arasında. Trump’ın Ukrayna Savaşı ve Avrupa ile ilişkilerle NATO konusunda görev devir-teslim töreninde hiç söz etmemiş olması bu konuları önemsemediği veya Amerikan çıkarları açısından bu konularda daha önce söylediklerinin geçerli olduğu anlamında değerlendirilebilir. Aynı şekilde, Grönland ve Kanada konularını söz konusu törende açmamış olması da…
GRÖNLAND VE KANADA KONUSU KOLEKTİF BATI AÇISINDAN KIRILMA NOKTASI
Trump’ın görevi devralmaya günler kala Grönland ve Kanada’yı Amerika’ya katmak istediğine dair açıklamaları Kolektif Batı içerisinde ciddi kırılmalar yaratabilir. Danimarka’ya ait olan Grönland adası Amerika’yı Kuzey Kutbu’na yaklaştırarak orta vadede dünyanın ısınmasıyla Arktik Okyanusu ve etrafındaki deniz yetki alanları konusunda epeyce güçlü hale getirebilir. Dünyanın Rusya’dan sonra ikinci büyük yüzölçümüne sahip Kanada ise Amerika’nın Kuzey Kutup bölgesindeki ihtiraslarına doğrudan olmasa bile dolaylı pek çok katkıda bulunacaktır. Kaldı ki, nüfusu oldukça az olan (41 milyon civarında) dünyanın bu ikinci büyük yüzölçümüne sahip devletinin topraklarının tıpkı Grönland gibi yer altı kaynakları açısından büyük rezervlere sahip olması muhtemeldir.
Fakat Grönland ve Kanada nasıl alınacaktır? Hiçbir devlet itiraz etmeden başka bir devletin egemenliğini kolay kolay kabul etmez. Şimdiden Kanada ve Danimarka’da bu toprakların satılık olmadığını vurgulayan sloganlar siyasi dolaşıma girmiş durumda. Ayrıca bu ülkelerin biraz korkutulup sindirilerek Amerika’ya tabi hale getirilmeleriyle ortaya çıkacak yeni durum Kolektif Batı içindeki ilişkileri ve Avrupa ile Amerika arasındaki bağları nasıl etkileyecektir?
Grönland (2.196.000 km2) Türkiye’nin yaklaşık dört katı civarında. Bağlı olduğu Danimarka’nın ise elli katına yakın ama nüfusu sadece elli altı bin (56.000) civarında. Amerika’nın ada yönetimini referandum yaparak Danimarka’dan ayrılmaya ve Amerika’ya bağlanmaya teşvik etmesi beraberinde zorlamayı da getireceğinden hem NATO hem de AB üyesi Danimarka böyle bir durumda kime ağlayacak ve kimden yardım isteyecektir?
Amerika Danimarka’nın elinden adasını söküp alırken AB’nin önde gelen ülkeleri buna ne diyecektir? Konu Kıbrıs ve Ege olduğunda Yunanistan ve/veya Rumların şikayeti/ağlaması üzerine hemen Türkiye karşıtı açıklamalar döşenip gerine gerine bunları okuyan AB sözcüleri Danimarka’nın egemen topraklarına el konulduğunda hangi açıklamayı yapacaktır? Dahası, böyle bir durumda Kırım’ın referandum yaparak Rusya’ya bağlanma kararı almasına nasıl karşı çıkacaklardır.
Kanada konusu da aynı derecede çetrefil veya aynı derecede basit. Amerika korkutarak/sindirerek veya bir miktar da güç kullanarak Kanada’yı Trump’ın ifadesiyle Amerika’nın elli birinci eyaleti haline getirebilir. Peki NATO üyesi olan Kanada böyle bir sürece zorlanırken NATO’nun özellikle Avrupalı üyeleri bu duruma ne tepki göstereceklerdir? Böyle bir zorlama sürecini durdurma güç ve kabiliyetleri olmadığı için fazla bir şey yapamayabilirler ama bunu resmen kabul etmeleri ilginç sonuçlar doğurur. Amerika kendi müttefiklerine veya onların bir kısım topraklarına çökerken Batı Bloku diye bir kavramdan söz edilebilir mi?
Bütün bunlar bizi Amerikan yetkililerinin telaffuz etmek istemedikleri çok kutuplu dünya düzenine hızla getireceği açıktır. Vaşington’u ezeli ebedi kutupları gibi gören dünya siyasi tarihinin öğreticiliğinden mahrum diplomatlar uluslararası düzenin anarşik hale geleceğini söyleyebilirler; ama dünya siyasi tarihi ve güç dengeleri politikaları tarihi bize bu konuları anlamakta epeyce yol gösterici olacaktır.
Dünya tarihi her zaman çok kutuplu olmuştur. Çok büyük kayıplara sebep olan İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki iki kutuplu dünya düzeni ideolojik karakterinden de dolayı istisnai bir dönemdi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Amerika liderliğinde oluşturulan tek kutuplu dünya düzeni ise tümüyle istisnai ve geçici bir karakterde idi. Sürdürülmesi çok zordu. Ayrıca yaklaşık beş yüz yıllık sömürgecilik tarihinin öğretisi şudur ki, sömürgeci devletler aynı amaç çerçevesinde hareket etmiş olsalar bile hiçbir dönemde eylem birliği içinde olmamışlar, birbirleriyle şiddetli rekabet içinde bulunmuşlar ve hatta bu uğurda sık sık savaşı göze almışlardır.
İki kutuplu ve özellikle tek kutuplu dünya düzenleri bu açıdan istisnalar oluşturmuşken sömürgeciliğin ve/veya Batı Bloku ülkelerinin izlediği politikalardan zarar gören devletler kendilerini hep sıkışmışlık içerisinde hissetmişlerdir. Batılı ülkelerin kendi aralarında rekabete tutuşmaları Batı dışı (Çin, Rusya, Brezilya, Hindistan) güçlerin hızla yükselerek uluslararası sistemi bir yandan Batı merkezli olmaktan çıkarırken öte yandan da hem kendilerine hem de Türkiye gibi orta büyüklükteki ülkelere daha fazla hareket alanı açacak gibi görünüyor. Dolayısıyla gidişatını zaten belirleme kabiliyetimizin olmadığı böyle bir yeni dünya düzeninden peşinen rahatsız olmaya gerek olmayabilir. Hatta Türkiye gidişatın yaratacağı fırsatları iyi kullanarak ulusal çıkar temelli politikalarla bu durumdan epeyce fayda temin edebilir. (harici)
NOT: Alıntı makaleler Hürseda Haber'in yayın politikasını yansıtmayabilir.