Müslüman Kadının Özgüveni
İnsanoğlu öyle bir varlıktır ki; her hali ve davranışıyla hem kendisine hem de çevresindekilere örneklik teşkil eder. Şöyle ki; insan denen varlık, attığı iyi adımlarla ileriki hayatında atacağı iyi-sağlam adımların önünü açtığı gibi, başkalarının da iyiye meyletmesinin yolunu açmaktadır. Ancak, malumdur ki her insan iyi ve güzel adına çok şey yapmayı istese de bunu fiiliyata dökememektedir, uygulama cesaretini gösterememektedir. Şüphesiz bu da, bir insanın en büyük kayıp sebebi olarak görülen özgüven eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
Özgüvenini kazanamamış bir insan, beyninde fetihler gerçekleştirdiği halde bir taşı diğer bir taşın üzerine koyamaz. Çekingenlik, ayıplanma-dışlanma korkusu, alay konusu edilme düşüncesi özgüven kaybının başlıca sebeplerindendir. Hatta bazı insanlarda bu menfi duygular o kadar gelişmiştir ki; karşısında gerçekleşen bir haksızlığı, sadece lisanı-dil ile engelleyebileceği halde suskun kalmayı tercih ederler. Bu ise Müslüman bir bireye yakışmayan bir durumdur.
Müslümanlar olarak, elde etmemiz ve hızla harekete geçirmemiz gereken şey, iman temelli bir özgüvendir. Zira sadece özgüven sahibi olma yolunda gayret gösterip-yoğunlaşırsak menfi birçok adımlar atabilir, ahlak sınırlarımızı şiddetle zorlayan kötü hasletler de elde edebiliriz. Kazanmaya ve yoğunlaştırmaya çalıştığımız özgüveni şecaate dönüştürmez isek; Allah muhafaza gurur ve kibre kapılıp, kazanalım derken hüsrana uğrayanlardan olabiliriz. Bu bağlamda; özgüvenin mutlaka şecaate dönüştürülmesi konusunda gayretlerimiz artmalıdır. İman temelli özgüven, kişide şecaat duygularını öne çıkarır. Bediüzzaman Hazretleri’nin “Hakikî imanı elde eden, kâinata meydan okuyabilir” sözü iman temelli özgüveni anlatmaya kâfidir…
Esasen her bir insan, Allah’ın Esma’sına ayinedarlık etmektedir. Yani Allah’ın isim ve sıfatları insanlar üzerinde tecelli eder. İnsanoğlu, kendinde bulunan sıfatları ancak doğru değerlendirirse ilahi sıfatların mahiyetini idrak edebilir ve ilahi sıfatları kavrayabilir… Kendi mahiyetinde bulunan sıfatları doğru bir şekilde değerlendiremeyen insan Rabbini gerçek manada tanıyamaz; O’nun yüceliğini, azametini kavrayamaz…
Mesela Rabbimiz; kâmil irade sahibidir. Dilediğini “ol” emriyle oldurur, dilemediği de asla vücut bulmaz. İnsanda ise cüzi irade vardır. Kendisinde bulunan cüzi iradeyle hayatta söz sahibidir. Eğer insan kendisine verilmiş iradeyi doğru kullanırsa; özgüven konusunda sağlam bir kişilik oluşturabilir…
İlim sahibi bir insan Allah’ın Âlim ismine ayinedarlık eder. Allah Teâlâ’da mevcut olan ilim, kâinatta var olan, gördüğümüz ve görmediğimiz bütün âlemleri ihata eden bir ilimdir… Allah’ın ilminin derinliği ve sonsuzluğu Kur’an’ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır:
“Şüphesiz O gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir.” (Taha / 17)
“Ey Rabbimiz! Senin ilmin her şeyi kuşatmıştır.” (Mü’min / 7)
Bu ayetleri göz önünde bulundurarak, insanoğluna verilmiş ilmin cüz’i bir ilim olduğunu söylemek mümkündür… Şüphesiz ki, insanoğluna verilmiş bütün ilimler, O’nun sonsuz ilminin yanında, deryada bir zerre miktarıncadır… Evet insan Allah’ın Alim ismine ayinedarlık eder. Lakin ilmi her şeyi kuşatmış olan Rabbin aciz kulları olarak bizde sadır olan ilmi güzellikleri kendi nefsimizden bilerek gurura kapılırsak -Allah muhafaza- iliyyine çıkacağımız yerde safiline düşebiliriz… Gurur ve kibir gibi kalbi hastalıklara davetiye çıkarıp bu bağlamda kaybedenlerden olabiliriz…
İslami ilimlerle donanmış bir kimse, içine hapsettiği özgüveni harekete geçirip, kendini aldığı ilmi verme zorunluluğu içinde hissetmelidir. İslami sohbetler tertipleyip, halka Hakkı ulaştırma, yaşatma gayesi taşıyan Müslüman bir kadın da yüklenmiş olduğu vazifenin hakkını eda edebilmeli. Gurur ve kibre karşı, tevazu ve ihlas duygularını öne çıkarmalıdır. Eğer İslami kimliğiyle önde duran bir kimsede samimiyet ve mütevazılık yoksa onda menfi duygular öne çıkar. Allah muhafaza böyle bir durumda muhatapları hem kendinden, hem ilimden soğutur. Malumdur ki; İslam adına konuşan bir kimsenin gurur ve kibir gibi yönleriyle öne çıkması hem nahoş, hem de zarar vericidir. Bu bağlamda hangi özelliğimizle öne çıktığımız önem arz etmektedir.
Müslüman bir kimse uyarıcı-aydınlatıcı sıfatıyla Allah’ın Hadi sıfatına ayinelik etmektedir. El-Hadi hikmetle, lütuf ve letafetle hidayete erdiren demektir. Zat-ı Zülcelal’in Peygamber ve kitap göndermesindeki muradı da insanların lütuf ve letafetle doğru yola iletilmelerini dilemesindendir… Mademki; nimetleri sonsuz olan Rabbimizin muradı bu yöndedir; o halde ilim ve hikmetten pay almış Müslümanların da O’nun Hadi sıfatına yakışır bir metod sergilemeleri gerekmektedir…
Müslüman’ın en büyük düşmanı olan kibir hastalığına yakalanmamak için özgüvenimizi iman temelleri üzerine inşa etmemiz gerekiyor. Muhakkak olan bir nokta vardır ki; o da bizden sudûr eden hiçbir güzelliğin müsebbibi biz değiliz… Her güzellik Allah’tan olduğu gibi, ilim de O’nun lütuflarından sadece biridir. Özellikle kadınlarımızın sohbet alanlarında gösterdiği başarı, gururun galeyana gelmesine sebep olmakta; nefisler okşandıkça gurur zirveye ulaşmaktadır. O’nun ilminin yanında zerre kadar ilim sahibi olan insan, ilim meclisine gurur ile inerse, yaptığı hem kendisini hem de muhataplarını ziyana sürükleyecektir. Zira Müslüman’ın alçak gönüllü/mütevazı olmaması durumunda ne tebliğ ve irşad görevi layıkıyla yerine getirilir ne de dinleyenlerin kalplerine nüfuz edebilir.
İnsan nefsi bazen hiç olmadığı yerden kişiyi aldatabilir, haktan ayırabilir. Gurur ve beğenilme duygusu, başkalarını küçük görmeye sebep olur… Başkalarını küçük görüp, kendini beğenen bir kimse gurura kapılmış demektir… İlim sahasında mesafe kat-etmiş bir insan (bu durum kadınlarda daha fazla kendini göstermektedir) özgüvenini gurura değil şecaate dönüştürmelidir.
Selam ve dua ile…
Reyhan Güneş / Nisanur Dergisi – Ocak 2015 (38. Sayı)
Özgüvenini kazanamamış bir insan, beyninde fetihler gerçekleştirdiği halde bir taşı diğer bir taşın üzerine koyamaz. Çekingenlik, ayıplanma-dışlanma korkusu, alay konusu edilme düşüncesi özgüven kaybının başlıca sebeplerindendir. Hatta bazı insanlarda bu menfi duygular o kadar gelişmiştir ki; karşısında gerçekleşen bir haksızlığı, sadece lisanı-dil ile engelleyebileceği halde suskun kalmayı tercih ederler. Bu ise Müslüman bir bireye yakışmayan bir durumdur.
Müslümanlar olarak, elde etmemiz ve hızla harekete geçirmemiz gereken şey, iman temelli bir özgüvendir. Zira sadece özgüven sahibi olma yolunda gayret gösterip-yoğunlaşırsak menfi birçok adımlar atabilir, ahlak sınırlarımızı şiddetle zorlayan kötü hasletler de elde edebiliriz. Kazanmaya ve yoğunlaştırmaya çalıştığımız özgüveni şecaate dönüştürmez isek; Allah muhafaza gurur ve kibre kapılıp, kazanalım derken hüsrana uğrayanlardan olabiliriz. Bu bağlamda; özgüvenin mutlaka şecaate dönüştürülmesi konusunda gayretlerimiz artmalıdır. İman temelli özgüven, kişide şecaat duygularını öne çıkarır. Bediüzzaman Hazretleri’nin “Hakikî imanı elde eden, kâinata meydan okuyabilir” sözü iman temelli özgüveni anlatmaya kâfidir…
Esasen her bir insan, Allah’ın Esma’sına ayinedarlık etmektedir. Yani Allah’ın isim ve sıfatları insanlar üzerinde tecelli eder. İnsanoğlu, kendinde bulunan sıfatları ancak doğru değerlendirirse ilahi sıfatların mahiyetini idrak edebilir ve ilahi sıfatları kavrayabilir… Kendi mahiyetinde bulunan sıfatları doğru bir şekilde değerlendiremeyen insan Rabbini gerçek manada tanıyamaz; O’nun yüceliğini, azametini kavrayamaz…
Mesela Rabbimiz; kâmil irade sahibidir. Dilediğini “ol” emriyle oldurur, dilemediği de asla vücut bulmaz. İnsanda ise cüzi irade vardır. Kendisinde bulunan cüzi iradeyle hayatta söz sahibidir. Eğer insan kendisine verilmiş iradeyi doğru kullanırsa; özgüven konusunda sağlam bir kişilik oluşturabilir…
İlim sahibi bir insan Allah’ın Âlim ismine ayinedarlık eder. Allah Teâlâ’da mevcut olan ilim, kâinatta var olan, gördüğümüz ve görmediğimiz bütün âlemleri ihata eden bir ilimdir… Allah’ın ilminin derinliği ve sonsuzluğu Kur’an’ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır:
“Şüphesiz O gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir.” (Taha / 17)
“Ey Rabbimiz! Senin ilmin her şeyi kuşatmıştır.” (Mü’min / 7)
Bu ayetleri göz önünde bulundurarak, insanoğluna verilmiş ilmin cüz’i bir ilim olduğunu söylemek mümkündür… Şüphesiz ki, insanoğluna verilmiş bütün ilimler, O’nun sonsuz ilminin yanında, deryada bir zerre miktarıncadır… Evet insan Allah’ın Alim ismine ayinedarlık eder. Lakin ilmi her şeyi kuşatmış olan Rabbin aciz kulları olarak bizde sadır olan ilmi güzellikleri kendi nefsimizden bilerek gurura kapılırsak -Allah muhafaza- iliyyine çıkacağımız yerde safiline düşebiliriz… Gurur ve kibir gibi kalbi hastalıklara davetiye çıkarıp bu bağlamda kaybedenlerden olabiliriz…
İslami ilimlerle donanmış bir kimse, içine hapsettiği özgüveni harekete geçirip, kendini aldığı ilmi verme zorunluluğu içinde hissetmelidir. İslami sohbetler tertipleyip, halka Hakkı ulaştırma, yaşatma gayesi taşıyan Müslüman bir kadın da yüklenmiş olduğu vazifenin hakkını eda edebilmeli. Gurur ve kibre karşı, tevazu ve ihlas duygularını öne çıkarmalıdır. Eğer İslami kimliğiyle önde duran bir kimsede samimiyet ve mütevazılık yoksa onda menfi duygular öne çıkar. Allah muhafaza böyle bir durumda muhatapları hem kendinden, hem ilimden soğutur. Malumdur ki; İslam adına konuşan bir kimsenin gurur ve kibir gibi yönleriyle öne çıkması hem nahoş, hem de zarar vericidir. Bu bağlamda hangi özelliğimizle öne çıktığımız önem arz etmektedir.
Müslüman bir kimse uyarıcı-aydınlatıcı sıfatıyla Allah’ın Hadi sıfatına ayinelik etmektedir. El-Hadi hikmetle, lütuf ve letafetle hidayete erdiren demektir. Zat-ı Zülcelal’in Peygamber ve kitap göndermesindeki muradı da insanların lütuf ve letafetle doğru yola iletilmelerini dilemesindendir… Mademki; nimetleri sonsuz olan Rabbimizin muradı bu yöndedir; o halde ilim ve hikmetten pay almış Müslümanların da O’nun Hadi sıfatına yakışır bir metod sergilemeleri gerekmektedir…
Müslüman’ın en büyük düşmanı olan kibir hastalığına yakalanmamak için özgüvenimizi iman temelleri üzerine inşa etmemiz gerekiyor. Muhakkak olan bir nokta vardır ki; o da bizden sudûr eden hiçbir güzelliğin müsebbibi biz değiliz… Her güzellik Allah’tan olduğu gibi, ilim de O’nun lütuflarından sadece biridir. Özellikle kadınlarımızın sohbet alanlarında gösterdiği başarı, gururun galeyana gelmesine sebep olmakta; nefisler okşandıkça gurur zirveye ulaşmaktadır. O’nun ilminin yanında zerre kadar ilim sahibi olan insan, ilim meclisine gurur ile inerse, yaptığı hem kendisini hem de muhataplarını ziyana sürükleyecektir. Zira Müslüman’ın alçak gönüllü/mütevazı olmaması durumunda ne tebliğ ve irşad görevi layıkıyla yerine getirilir ne de dinleyenlerin kalplerine nüfuz edebilir.
İnsan nefsi bazen hiç olmadığı yerden kişiyi aldatabilir, haktan ayırabilir. Gurur ve beğenilme duygusu, başkalarını küçük görmeye sebep olur… Başkalarını küçük görüp, kendini beğenen bir kimse gurura kapılmış demektir… İlim sahasında mesafe kat-etmiş bir insan (bu durum kadınlarda daha fazla kendini göstermektedir) özgüvenini gurura değil şecaate dönüştürmelidir.
Selam ve dua ile…
Reyhan Güneş / Nisanur Dergisi – Ocak 2015 (38. Sayı)