Bedenimiz Emri İlahinin Taşıyıcısı mı?
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla…
“(Habibim) Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini (süslerinin takılı olduğu boyun, kulak, baş, kol ve bacak gibi yerlerini) açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olanlar müstesna. Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar. Ziynetlerini ancak şu kimselere gösterebilirler: Kocalarına, babalarına, kocalarının (başka anadan olma) oğullarına, kendi erkek kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, Müslüman kadınlara, ellerindeki cariyelere, (şehvetsiz ve kadına ihtiyacı olmayan) ihtiyar kimselere, henüz kadınların gizli yerlerinin farkına varmamış olan çocuklara. Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah`a tevbe edin ki dünya ve ahiret saadetine kavuşasınız.” (Nur / 31)
Kadın öyle bir varlıktır ki; sadece yaşadığı yuvayı değil, içinde bulunduğu toplumun tümünü etkileme gücüne sahiptir. Gerek kişiliği ve duruşuyla, gerek yaşamı ve konumuyla toplum üzerinde söz sahibidir. Sadece anneliğiyle değil, kadınlığıyla da etkili ve şekillendiricidir. Her ne kadar bazı toplum ve çevrelerde kadın ele alınmayan, önemsenmeyen bir varlık ise de esasında kadın erkekten ziyade toplumun düzen ve intizamına yön vermektedir.
Müslüman kadın her halükarda örnektir… Yaşadığı toplum nezdinde saygınlığını ancak Allah’ın ayetlerine olan bağlılık ve teslimiyeti ile koruyabilir. O’nun emir ve yasaklarına karşı gösterdiği titizlik, her hal ve hareketinde, ibadetlerinde, konuşmasında, giyim ve kuşamında kendisini gösterir. Müslüman kadının tesettürü ise başlı başına bir davet, bir eylem, bir çağrıdır… Allah Teâlâ’nın ayetini üzerinde taşımaktır ki; Müslüman kadın bu bilinçle bedenini muhafaza gayretiyle yukarıdaki ayet-i kerimede belirtildiği şekilde örtü emrine riayet etmelidir.
Kadın belki de farkında olmadığı kadar toplumda etkilidir. Aile ve toplum kadının avuçlarında şekillenmektedir. Bir toplumun nasıllığı soruşturulurken, o toplumdaki kadının nasıllığı ilk akla gelen soru olur. Zira kadın, toplumun temel taşı olan aile yuvasının mimarisidir. Kadının toplum üzerindeki etkisi, öncelikle kadının toplumdaki davranışı ve giyimiyle kendisini gösterir. Bu sebeple, Müslüman bir kadın giyimi ve yaşam modeli ile gayr-i müslimleri taklit etmekten kaçınmalıdır. Müslüman her halükarda gayr-i müslimden farklı olmalıdır. Zira Müslüman ilah-i vahyin muhatabıdır… Yaşadığı her ana, ilah-i vahye göre yön vermelidir. Rabb-i Zül Celal’in rızasını gaye edinip, O’nun gazabından kaçınmalıdır.
Kadın için süslenmek inkâr edilmez bir hakikattir. Kadın, bu fıtri ihtiyacını ya evinde, ya arkadaş ortamında gidermeye çalışır… Dindar kadını bu fıtri ihtiyaçtan soyutlamak fıtratı inkâr etmeye kalkışmakla aynı şeydir. Zira Halıkımız Allah Azze ve Celle, dindar kadını diğer kadınlardan eksik bir fıtratta yaratmamıştır. Eşine karşı süslenmesi ne kadar güzel ve mantıklı ise misafir ağırlarken ve misafir olurken de aynı özenle güzel giyinmesi de aynı derece mantıklıdır. Yukarı da belirttiğimiz ayet-i kerimede “…Müslüman kadınlara” ifadesi dikkate alınmalı ve bu bağlamda kadının giyim kuşamında süsünü (ziynetini) kimlere karşı gösterebileceği konusunda bir kesinliğin olduğu da bilinmelidir… Lakin kadının tesettürü o kadar çekiştirilmektedir ki, çoğu kez gerçek anlam ve öneminin dışına taşmaktadır. Kadının girdiği her toplumda robalı giyinmesini farz görenler, şeffaf ve bedeni sıkan türden olmadığı halde giyimini eleştiren fert ve toplumlar mevcuttur… Rabbimizin kadını mükellef kıldığı dış örtü (cilbab), çoğu kez farklı algılanabiliyor, kadının kendi evinde bile güzel ve uyumlu giyinmesi kınanabiliyor. Ancak ilah-i vahiy gerçek manasıyla ele alınmalıdır… Müslüman bir kadının arkadaş ortamında güzel giyinmesinin sakıncalı ve nahoş bir durum olarak kabul edilmesi yanlış bir yaklaşımdır.
Kadın, yaratılış itibariyle hassas ve uyumlu olduğundan çevrenin ve modanın ağına kolaylıkla düşebilmektedir. Modaya uyulmadığı takdirde kendisinde büyük bir eksiklik hissine kapılabilmektedir. “Yenilik” ve “ilericilik” düşüncesiyle özellikle kadın üzerinde hâkimiyetini kuran moda, kadını; ziynetini göstermemesi gereken yer ve mekânlar konusunda teşvik etmiş ve kadın eşinden ziyade çevreye süslenir hale gelmiştir. Oysaki kulunu en iyi bilen Rabb-i Zül Celal, kadının fıtratına yerleştirdiği süslenme ve güzel görünme duygularının tatmini için de mekânlar var etmiş, onu bu konuda aşırıya (lüks ve gösteriş) kaçmamak kaydıyla serbest bırakmıştır… Meşru hiçbir yolunu kuluna kapatmayan Allah-u Teâlâ, kadının süslenme ihtiyacının da meşru bir biçimde giderilmesini murad etmiştir. Fakat kadının, meşru her giyim ve ortam kendisine açık iken gayri meşru yollarla bu fıtri ihtiyacını gidermesi ise kendisini şeytanın oklarından zehirli bir ok kılar ki; bu da kadının bedeniyle hem kendisini hem de toplumu ifsada sürüklemesi demektir.
“Moda” ve “çağdaşlık” adı altında kadına yapılan sömürü ile toplumun ifsadının hedefe alındığı hakikatine karşın, “İslam kadını” daima uyanık ve bilinçli olmalıdır. Modanın aç nefsine karşın fıtratını sınırlandırmalıdır. Kendi bedeninin modanın eliyle şekillenmesine fırsat vermeden, İslami kimliğini hem kendisi için hem de toplumun refahı ve selameti için Allah-u Teâlâ’nın emrettiği şekilde muhafaza etmelidir… Modanın ürünü olan sözüm ona yeni pardösülerle renk cümbüşüne dönüp, kötü bakış ve dikkatleri üzerine çekmekten sakınmalıdır. Dışarı çıktığında ziynet sayılabilecek (dikkat çeken renk, dar ve şeffaf) elbiseler tercih etmemelidir. Kadının bedenini muhafazasına ışık tutan bir emir ise Ahzap Suresi 59. ayet-i kerimede geçmektedir:
“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giyinmelerini söyle; bu onların (özgür ve iffetli) tanınmaları ve eziyet görmemeleri için en uygundur. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.”
Her şeyden evvel “İslam kadını” kendisine şu soruları sormalı ve Allah’ın ayetlerinin muhatabı olarak, kulluğun neresinde olduğunu sorgulamalıdır.
“Ben, beni yoktan var eden Rabbimin aciz bir kulu olarak, O’nun ayetlerini üzerimde taşıyor muyum? O’nun yasak kıldığı yaşam tarzından bedenimi muhafaza edebiliyor muyum? Bu giyim ve kuşamımla O’nun ayetinin mi taşıyıcısıyım, yoksa şeytanın zehirli oklarından biri miyim? Sadece Rabbime kulluk ettiğim halde, farkında olmadan şeytanın işini mi kolaylaştırıyorum?”
Bu gibi sorularla kişi kendisini, kulluğunu, teslimiyetini muhasebe etmelidir. Bizleri bizden daha iyi bilen Rabb-i Zül Celal’in sayısız ihsan ve lütuflarından hamd ile nasiplenmek duasıyla Allah’a emanet olunuz…
Reyhan Güneş / Nisanur Dergisi - Haziran 2015 (43. Sayı)
“(Habibim) Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini (süslerinin takılı olduğu boyun, kulak, baş, kol ve bacak gibi yerlerini) açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olanlar müstesna. Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar. Ziynetlerini ancak şu kimselere gösterebilirler: Kocalarına, babalarına, kocalarının (başka anadan olma) oğullarına, kendi erkek kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, Müslüman kadınlara, ellerindeki cariyelere, (şehvetsiz ve kadına ihtiyacı olmayan) ihtiyar kimselere, henüz kadınların gizli yerlerinin farkına varmamış olan çocuklara. Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah`a tevbe edin ki dünya ve ahiret saadetine kavuşasınız.” (Nur / 31)
Kadın öyle bir varlıktır ki; sadece yaşadığı yuvayı değil, içinde bulunduğu toplumun tümünü etkileme gücüne sahiptir. Gerek kişiliği ve duruşuyla, gerek yaşamı ve konumuyla toplum üzerinde söz sahibidir. Sadece anneliğiyle değil, kadınlığıyla da etkili ve şekillendiricidir. Her ne kadar bazı toplum ve çevrelerde kadın ele alınmayan, önemsenmeyen bir varlık ise de esasında kadın erkekten ziyade toplumun düzen ve intizamına yön vermektedir.
Müslüman kadın her halükarda örnektir… Yaşadığı toplum nezdinde saygınlığını ancak Allah’ın ayetlerine olan bağlılık ve teslimiyeti ile koruyabilir. O’nun emir ve yasaklarına karşı gösterdiği titizlik, her hal ve hareketinde, ibadetlerinde, konuşmasında, giyim ve kuşamında kendisini gösterir. Müslüman kadının tesettürü ise başlı başına bir davet, bir eylem, bir çağrıdır… Allah Teâlâ’nın ayetini üzerinde taşımaktır ki; Müslüman kadın bu bilinçle bedenini muhafaza gayretiyle yukarıdaki ayet-i kerimede belirtildiği şekilde örtü emrine riayet etmelidir.
Kadın belki de farkında olmadığı kadar toplumda etkilidir. Aile ve toplum kadının avuçlarında şekillenmektedir. Bir toplumun nasıllığı soruşturulurken, o toplumdaki kadının nasıllığı ilk akla gelen soru olur. Zira kadın, toplumun temel taşı olan aile yuvasının mimarisidir. Kadının toplum üzerindeki etkisi, öncelikle kadının toplumdaki davranışı ve giyimiyle kendisini gösterir. Bu sebeple, Müslüman bir kadın giyimi ve yaşam modeli ile gayr-i müslimleri taklit etmekten kaçınmalıdır. Müslüman her halükarda gayr-i müslimden farklı olmalıdır. Zira Müslüman ilah-i vahyin muhatabıdır… Yaşadığı her ana, ilah-i vahye göre yön vermelidir. Rabb-i Zül Celal’in rızasını gaye edinip, O’nun gazabından kaçınmalıdır.
Kadın için süslenmek inkâr edilmez bir hakikattir. Kadın, bu fıtri ihtiyacını ya evinde, ya arkadaş ortamında gidermeye çalışır… Dindar kadını bu fıtri ihtiyaçtan soyutlamak fıtratı inkâr etmeye kalkışmakla aynı şeydir. Zira Halıkımız Allah Azze ve Celle, dindar kadını diğer kadınlardan eksik bir fıtratta yaratmamıştır. Eşine karşı süslenmesi ne kadar güzel ve mantıklı ise misafir ağırlarken ve misafir olurken de aynı özenle güzel giyinmesi de aynı derece mantıklıdır. Yukarı da belirttiğimiz ayet-i kerimede “…Müslüman kadınlara” ifadesi dikkate alınmalı ve bu bağlamda kadının giyim kuşamında süsünü (ziynetini) kimlere karşı gösterebileceği konusunda bir kesinliğin olduğu da bilinmelidir… Lakin kadının tesettürü o kadar çekiştirilmektedir ki, çoğu kez gerçek anlam ve öneminin dışına taşmaktadır. Kadının girdiği her toplumda robalı giyinmesini farz görenler, şeffaf ve bedeni sıkan türden olmadığı halde giyimini eleştiren fert ve toplumlar mevcuttur… Rabbimizin kadını mükellef kıldığı dış örtü (cilbab), çoğu kez farklı algılanabiliyor, kadının kendi evinde bile güzel ve uyumlu giyinmesi kınanabiliyor. Ancak ilah-i vahiy gerçek manasıyla ele alınmalıdır… Müslüman bir kadının arkadaş ortamında güzel giyinmesinin sakıncalı ve nahoş bir durum olarak kabul edilmesi yanlış bir yaklaşımdır.
Kadın, yaratılış itibariyle hassas ve uyumlu olduğundan çevrenin ve modanın ağına kolaylıkla düşebilmektedir. Modaya uyulmadığı takdirde kendisinde büyük bir eksiklik hissine kapılabilmektedir. “Yenilik” ve “ilericilik” düşüncesiyle özellikle kadın üzerinde hâkimiyetini kuran moda, kadını; ziynetini göstermemesi gereken yer ve mekânlar konusunda teşvik etmiş ve kadın eşinden ziyade çevreye süslenir hale gelmiştir. Oysaki kulunu en iyi bilen Rabb-i Zül Celal, kadının fıtratına yerleştirdiği süslenme ve güzel görünme duygularının tatmini için de mekânlar var etmiş, onu bu konuda aşırıya (lüks ve gösteriş) kaçmamak kaydıyla serbest bırakmıştır… Meşru hiçbir yolunu kuluna kapatmayan Allah-u Teâlâ, kadının süslenme ihtiyacının da meşru bir biçimde giderilmesini murad etmiştir. Fakat kadının, meşru her giyim ve ortam kendisine açık iken gayri meşru yollarla bu fıtri ihtiyacını gidermesi ise kendisini şeytanın oklarından zehirli bir ok kılar ki; bu da kadının bedeniyle hem kendisini hem de toplumu ifsada sürüklemesi demektir.
“Moda” ve “çağdaşlık” adı altında kadına yapılan sömürü ile toplumun ifsadının hedefe alındığı hakikatine karşın, “İslam kadını” daima uyanık ve bilinçli olmalıdır. Modanın aç nefsine karşın fıtratını sınırlandırmalıdır. Kendi bedeninin modanın eliyle şekillenmesine fırsat vermeden, İslami kimliğini hem kendisi için hem de toplumun refahı ve selameti için Allah-u Teâlâ’nın emrettiği şekilde muhafaza etmelidir… Modanın ürünü olan sözüm ona yeni pardösülerle renk cümbüşüne dönüp, kötü bakış ve dikkatleri üzerine çekmekten sakınmalıdır. Dışarı çıktığında ziynet sayılabilecek (dikkat çeken renk, dar ve şeffaf) elbiseler tercih etmemelidir. Kadının bedenini muhafazasına ışık tutan bir emir ise Ahzap Suresi 59. ayet-i kerimede geçmektedir:
“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giyinmelerini söyle; bu onların (özgür ve iffetli) tanınmaları ve eziyet görmemeleri için en uygundur. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.”
Her şeyden evvel “İslam kadını” kendisine şu soruları sormalı ve Allah’ın ayetlerinin muhatabı olarak, kulluğun neresinde olduğunu sorgulamalıdır.
“Ben, beni yoktan var eden Rabbimin aciz bir kulu olarak, O’nun ayetlerini üzerimde taşıyor muyum? O’nun yasak kıldığı yaşam tarzından bedenimi muhafaza edebiliyor muyum? Bu giyim ve kuşamımla O’nun ayetinin mi taşıyıcısıyım, yoksa şeytanın zehirli oklarından biri miyim? Sadece Rabbime kulluk ettiğim halde, farkında olmadan şeytanın işini mi kolaylaştırıyorum?”
Bu gibi sorularla kişi kendisini, kulluğunu, teslimiyetini muhasebe etmelidir. Bizleri bizden daha iyi bilen Rabb-i Zül Celal’in sayısız ihsan ve lütuflarından hamd ile nasiplenmek duasıyla Allah’a emanet olunuz…
Reyhan Güneş / Nisanur Dergisi - Haziran 2015 (43. Sayı)