Yalancı Azizler
Araplar zelûl kelimesini, yumuşak olup işlenmesi kolay olan toprak için, azez kelimesini de işlenmesi zor olan sert toprak için kullanmışlardır.[1] İzzet ve zillet kavramları da kök anlamıyla bağlantılıdır. Zalimlere kendini ezdirmemek için sert ve katı davranma izzet, zalim karşısında gevşek davranıp kolayca onların isteklerini yerine getirme ise zillet olarak değerlendirilmiştir. Zelil insanlar zulme kolaylıkla boyun eğer ve otoritelerine teslim olurlar. Aziz insanlar ise asla boyun eğmezler. Zalim otoritelerin kendileri üzerinde nüfus sahibi olmasına razı olmazlar. Zillet, genellikle kişinin içinde olup diğer organlarında görülmez. Ancak dışarıdan bakıldığında da kişinin üzerindeki zillet hali görünüyorsa buna meskenet denilir.[2] Miskin insanlar[3] adeta zalim otoriteler karşısında huşu içerisine girmiş gibi hem zahiren hem de batınen tam teslimiyet gösterirler. Bu yüzden zelil insanlardan aziz olduğunu iddia edenler olabilir. Ancak meskenet halinde olanlar bunu da yapamazlar. Diğer bir ifade ile meskenet hali zilletin en halis şeklini ifade eder.
Allah (cc.) İsrailoğullarını Tîh çölünde iken zahmetsizce men ve selvâ ile rızıklandırmıştır. Buna rağmen onlar her gün aynı şeyleri yemekten bıkkınlık duydular, tek çeşit yemeğe sabredemediler. Bunun üzerine yine çöllerde yetişmeyen sebze ve baklagillerden kendilerini zahmetsizce beslemesini Allah’tan (cc.) istediler. İstedikleri yiyeceklerin çölde yetişmeye müsait olmadığını bildikleri için bunların da men ve selvâ gibi kendilerine çalışmadan verilmesini istiyorlardı. İçinde dolaştıkları çölden kurtulmayı ise akıllarına getirmiyorlardı. Hz. Musa (as.), isteklerinin gerçekleşmesi için savaşıp Kudüs’e girmeleri gerektiğini söyleyince buna da razı olmadılar. “Üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu ve neticede Allah'tan bir gazaba uğradılar. Evet böyle oldu! Çünkü onlar Allah'ın ayetlerini inkâr ediyor ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Böyle oldu; çünkü onlar isyan ediyor ve haddi aşıyorlardı.”[4] Buna göre Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri öldürmelerinden dolayı Yahudilere zillet ve meskenet damgası vurulmuştur. Ayetin sonunda da onların peygamber öldürmeleri ve inkârı, sürekli isyan ve haddi aşmalarına bağlanmıştır. Ayetin sonundan başına doğru anlamını söyleyecek olursak; isyandaki devamlılıkları onları inkâr ve peygamber öldürmeye götürmüş, inkâr ve peygamber katili olmaları da adeta alınlarına yapışmış bir zillet ve meskenet damgası yemelerine sebep olmuştur. Öyle bir zillet damgası ki sadece Allah’la ve insanlarla olan antlaşmalarına riayet ettikleri sürede kendilerinden kaldırılabilir. “Nerede bulunsalar Allah'ın ve insanların himayesinde olanlar müstesna onlara alçaklık damgası vurulmuştur.”[5]
Bu ayetlerin muhatap olduğu kişiler Hz. Muhammed (sav) dönemindeki Yahudilerdi. Peygamber öldürmedikleri halde, niyet ve fiiliyatta aynı çizgiyi devam ettikleri için atalarıyla aynı kefeye konulmuşlardır. Tarih bu ayetlerin misdakı ile doludur. Çünkü Yahudilerin başına gelenler farklı gerçekleşmemiştir. Bazı ülkelerle antlaşma yapıp bir süre huzurlu yaşamışlar sonra da hile ve desiselerle antlaşmalarını bozmalarından dolayı bu insanlar onlara musallat olmuş, değişik işkence ve sürgünler yaşatmışlardır.
Durum böyle olduğuna göre günümüzde “Yahudilerde izzet gibi görünen durumu nasıl izah etmemiz lazım?” sorusuyla karşılaşıyoruz. Acaba günümüzde yaşananlar ile ayetin mesajı arasında bir çelişki var mıdır? Çünkü Fâtır suresine göre “Kim izzet istiyorsa bilsin ki izzetin tamamı Allah’ındır.”[6] Münafikûn suresine göre de izzet Allah’ındır, Resulünündür ve Müminlerindir. Ancak Münafıklar bunu bilmezler.[7]
Kısaca ayetlerin birlikte değerlendirilmesinden şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır. İzzetin kaynağı Allah’tır. Bu izzet ancak iman ve salih amelle elde edilir.[8] Resulullah (sav) ve Müminler de izzetlerini bu kaynaktan alırlar. Dolayısıyla İsrailoğullarına vurulan zillet damgasının sebebi Allah’a isyandır.
Bu açıklamaları yaşadığımız dünyaya uygulamaya çalışırken ister istemez Müslümanların içinde bulunduğu zillet hali ve kafirlerin, özellikle de Yahudilerin izzet gibi görünen durumunu nasıl açıklayabiliriz?
Ramazan el-Butî’ye göre izzet ve zillet izafî kavramlardır. Esas alınan ölçüye göre farklı sonuçlar vermektedir. Çok aziz birine göre zelil, zelil birine göre daha aziz olabilirsiniz. Dolayısıyla bugünkü Müslümanların durumunun düşüklüğünden dolayı kafirlerde bir üstünlük ve izzet görebiliriz. Fakat bu onların izzetinden değil Müslümanların zilletinden kaynaklanmaktadır. Gerçekte onlar büyük bir zillet içindedirler.[9]
Yaklaşık son iki aydan beri İsrail’e karşı savaşan direniş cephesi bu ayetlerin tefsirini yaptıklarıyla gösterdiler. Ayetlerin anlaşılmasında karşılaşılabilecek müşkil durumları yaşayarak izah ettiler. Gözleri perdelenmiş kişilerin perdelerini kaldırdılar. Yalancı izzet izharlarının boş olduğunu ispatladılar. Çevremizde zaman zaman insanların; “Falan kişiyi İstanbul bozdu” ya da “Almanya bozdu” ya da “Para bozdu” şeklinde cümleler kullandıklarını görürüz. Gerçekte ise ne İstanbul ne para ne de Almanya’nın insanı bozmaya gücü yetmez. Sadece kişinin içinde var olanı izhar etmesine fırsat verir.
Aynı şekilde direnen mücahitler de aslında; izzetin ne olduğunu, zilletin ne olduğunu ve kimin hakkı olduğunu açığa çıkardılar. Var olan gerçekleri bütün çıplaklığıyla anlamamıza sebep oldular. Düşmanın gücünden önce kendi perişan halimizi görmemizi sağladılar. İsrail ve avanelerinin aziz gibi görünmelerinin sadece Müslümanların zillette dibe vurmalarından kaynaklandığını bütün dünyaya gösterdiler. İsrail’in hırçınlığının sebebi de bundandır. Artık eskisi gibi kolayca sözlerini geçiremeyeceklerini anlamışlardır. Kim izzet arıyorsa bilsin ki izzetin kaynağı Allah’tır. Yeter ki ona giden iman ve salih amellere sarılsın ve yalancı izzet gösterilenin cesaretini kırmasına izin vermesin.
[1] İbn Fâris, Muʿcemü mekâyisu’l-Luğa, ذ-ل-ل Md.
[2] Cevâd Amulî, Tesnîm fî Tefsîri‘l-Kur‘ân, IV, 707.
[3] Allah karşısında mekenet halini yaşayanlarla karıştırılmaması gerekir. Çünkü Allah karşısındaki meskenet hali övülmeye layıktır.
[4] Bakara, 2/61.
[5] Ali İmran, 3/112.
[6] Fâtır, 35/10.
[7] Münâfıkûn, 8.
[8] Fâtır, 35/10.
[9] https://www.youtube.com/watch?v=Pa6LOZz_POg&list=PL01kYZIehH-rlXyk7SjyQL1GG2AuwSIqy&index=61