Sıradaki!
“Sırada kim var?” sorusu, son zamanlarda İsrail operasyonlarının ardından atılan moda manşet haline geldi. İsrail Lübnan’a şiddetli saldırılar başlatır başlatmaz sanki o ülke de halloldu dercesine, “Sırada kim var?” sorusu sıkça dillendirilmeye başlandı. Sırada kimin olduğu sorusu, İsrail’in savaş açtığı güçleri birbirinden ayrı şekilde tasavvur etmenin sonuçlarından birisidir. Diğer yandan benzer başlıklar, sanki İsrail’in birine savaş açması onun bitirilmesi için yeterliymiş şeklinde anlaşılmaya müsaittir. Zımnen de “sıra bize gelmediği sürece diğerlerinin ne halleri varsa görsünler!” anlamını barındırmaktadır.
Sonrakinin kim olduğunu araştırabilmek için sıralı, sanki birinin işi bitirildikten sonra diğerine başlayacak şekilde dizilmiş hedeflerin olduğunu kabul etmek gerekir. Buna göre namluyu birine çevirmek demek, diğerinin halledildiği anlamına gelir. Oysa İsrail’in, bitirdim, amacıma ulaştım, diyebileceği bir operasyon henüz ortada yok. Hepimizin bildiği üzere savaşın başlangıcında İsrail bazı hedefler belirledi. Bunları gerçekleştirmeden birini halletti, sıra ikincisine geldi, dememiz mümkün değildir. Çünkü hedef belirlemenin faydaları yanında riskleri de vardır. Kendinizi kayıtlamış, başarıp başarmadığınız için bir ölçü tayin etmiş olursunuz.
İsrail’in Gazze’ye girerken hedefi neydi? Bütün esirlerin sağ salim ailelerine teslim edilmesi ve Filistin’i Hamas’tan kurtarmaktı. Bugüne kadar karşılıklı takaslar dışında, İsrail kaç esiri sağ salim evine döndürebildi? Hamas’tan da silah bırakmaya yönelik zerre kadar bir sinyal var mı?
Lübnan’daki hedef nasıl belirlendi? “Kuzeydeki yerleşimcileri güven içerisinde evlerine döndürmek.” Buna göre kuzeydeki yerleşimciler huzur içinde evlerine dönmeyinceye kadar İsrail amacına ulaşmamış demektir. Peki İsrail’in bu hedefine ulaşması mümkün mü? Ya da hedefine ulaşması için Hizbullah’a nasıl bir darbe vurması gerekir?
Kuzeydeki yerleşimcilerin evlerine dönmelerini düşünebilmemiz için Hizbullah’ın bir tek ferdi kalmayacak şekilde ortadan kaldırılması gerekir. Hizbullah’ı az çok tanıyanlar takdir edecekler ki kanlarının son damlasına kadar savaşmaktan geri durmayacaklardır. Ellerinde bir tek roket kalsa onu da ateşlemeden teslim olmayacaklardır. Hizbullah’tan artık herhangi bir saldırının gelemeyeceğine dair garanti verilmedikçe hangi güç kuzeydekileri evlerine döndürebilir? Kayıplar çoğalabilir, çok sayıda sivil öldürülebilir, maddi kayıplar oldukça artabilir. Ancak İsrail’in Gazze’den çekilip bir barış imzalanmadan Hizbullah’ı durduracak bir gücün olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla İsrail’in belirlediği amacına ulaşması imkânsız görünüyor. Gerçekleri görmek istemezse Gazze’de olduğu gibi kadın çocuk demeden katliam yapmaya devam edecektir.
Ortada sıraya dizilmiş birbirinden bağımsız ülkelerin veya grupların değil, İran’ın başını çektiği direniş cephesi ile İsrail’in başını çektiği ABD ve yandaşlarının savaşı vardır. Sadece zaman zaman çatışmaların şiddetlendiği bölgeler değişmektedir. Bir bölgedeki savaş diğerinden farklı değildir. İsrail’in dinî kaynaklarla desteklenmiş hedefleri vardır. Amacına ulaşmak için bütün imkânlarını sonuna kadar kullanmak isteyecektir. Eğer Irak, Türkiye gibi ülkelere karışmıyorsa tamamen imkân meselesidir. Yoksa bekleyin! Şunun bir işini bitireyim size gösteririm! Şeklinde bir durum söz konusu değildir.
“Sırada kim var?” şeklindeki bir soru, vakıaya uygun olmadığına göre neden ısrarla tekrarlanmaya devam ediliyor, birbirinden ayrı cepheler varmış gibi algı oluşturulmaya çalışılıyor? Birileri diğerlerinden ayrı tutuluyor? Böyle soruların direniş eksenini hazmedememekten veya anlayamamaktan kaynaklandığını düşünüyorum. “Lübnan’dan sonra sıra bize mi geliyor?” Şeklinde ortalığı velveleye verenler baştan beri direniş cephesini ayrıştıranlardır. Israrla Hamas’ı ayrı tutmaya çalışanlardır. Haliyle Lübnan’da şiddetli çatışmaların başlamasını Gazze’den sonra ikinci sıradaki ayrı bir hedef olarak değerlendirmek durumunda kalmışlardır. Çatışmalar Suriye’de şiddetlenince artık sıra bize geliyor diyeceklerdir. Böylece tehlikenin büyüklüğünü İsrail’in, Lübnan ve Suriye’de yaptıkları değil de bize yönelmesi olduğunu ima etmiş olacaklardır. İslam dünyasının İsrail’den önce bu zehirli mantığı yerle bir etmesi gerekir.
Direniş ekseni ancak aynı ruha sahip bir beden gibi değerlendirildiğinde doğru anlaşılabilir. İsrail’in Suriye’ye saldırması Gazze’den farklı değildir. Irak’taki şehitlerle Gazze’deki şehitler arasında bir ayrım yapılamaz. Lübnan Gazze’dir, Gazze Lübnan. İran Suriye’dir, Suriye İran. Yemen Kudüs’tür, Kudüs Yemen. Dolayısıyla her saldırıyı sınırlarımıza yapılmış olarak kabul ettiğimiz zaman İsrail terörünün karşısında hakkettiği şekilde yer almış olabiliriz. İran’ın kırk yıllık; Suriye, Lübnan, Filistin politikası hep böyleydi. Böyle olmaya da devam edecektir.
Şu anda İsrail gibi bir babayiğidin karşısında sanki sıraya dizilmiş beş altı düşman, sırayla onun işini bitirdikten sonra diğerine, sonra diğerine şeklinde değerlendireceğimiz bir durum yoktur. İlk günden beri yekvücut mücadele eden direniş ekseni vardır. Karşısında da başını İsrail’in çektiği ABD ve yandaşları vardır. Dolayısıyla İsrail’in başka bir İslam ülkesine saldırması sadece odaklanma açısından bir farklılıktır.
Hasan Nasrallah ve komuta kademesindeki birçok değerli elemanın şehit edilmesi, İsrail’in karşısında kimsenin duramayacağına inananlara göre kendilerini haklı çıkarmıştır. Bunlar, Hizbullah’ın ilk defa liderlerini kaybetmediğini görmezlikten geliyorlar. Şehit vermenin sadece Hizbullah’ın mücadele azmini bilediğini anlayamıyorlar. Bir hareketin kökleri, beslendikleri kaynaklar, motive edici unsurları anlaşılmadan sadece güncel olaylara bakılarak değerlendirmeler yapmak yanıltıcı olabilir.
Hizbullah’ın manevî yönden en büyük motivasyonu Ehlibeyt mektebinin öğretileridir. Ehlibeyt’e göre Allah’a (cc) Kurban olarak malın, ömrün, canın en değerlileri sunulur. Nitekim Kevser suresinin Şii kaynaklardaki bir tevili şöyledir: Biz sana Kevser’i yani Fatıma’yı (as) verdik. Öyleyse sen de bu nimete şükür olarak kurban kes! Yani Hüseyin’i (as) feda et! Gerekçe olarak da Peygambere (saa) verilen nimetler özel ve son derece değerli oldukları için buna karşılık istenen kurban da çok özel ve çok değerli olmalıdır. O da tıpkı İbrahim’in İsmail’i gibi Hüseyin (as) olmalıdır. Hemen belirtmeliyim ki bu açıklama tevil türündendir. Ehlibeyt’e göre tevil, ayetin anlamını olaylara tatbik, ayetin dış alemde misdakını bulmak olduğu için Kevser’in bir örneği Fatıma, kurbanın bir örneği de Hüseyin (as) olarak değerlendirilmiştir. Kerbela mektebinin öğretileriyle büyümüş olan Hizbullah, lider kadrolarını veya diğer elemanlarını şehit verirken tek istekleri kurbanlarının kabul edilmesi olacaktır. Çünkü Kerbela mektebinden icazet alanların son dilekleri şöyle olmalıdır: “Ya Rab! Sen razı olduktan sonra başa gelen hiçbir şeyin ehemmiyeti yoktur. Kurbanımızı kabul et!” Hizbullah hiçbir zaman şehitlerini kayıp olarak değerlendirmeyeceği için toprak gibi vuruldukça sertleşecektir. Asla pes etmeyecektir.
Sonuç olarak İslam ümmetini hedefine koymuş, fırsat buldukça hiçbir vahşiliği yapmaktan çekinmeyen İsrail gibi bir canavar, gözü kestiği sürece ayrım yapmaksızın saldırmaya devam edecektir. Sadece yorulduğunda dinlenmek ya da toparlanmak için savaşa ara verecektir. Bunun dışında hiçbir hukuki endişe taşımayacaktır. Biz ne kadar ayrı tutarsak tutalım İsrail asla fark gözetmeyecektir. O halde biz niye birbirimizi ayrı görelim? (Veysel Çelik - Hürseda Haber)