Firavun’un Sihirbazlarını Küçümsemek Musa’nın Asasının Değerini de Düşürür
Eşya zıddıyla bilindiği gibi galibiyet de mağlubun gücüyle bilinir. Ali’nin (as) şecaatı, Hendek savaşından önceki mübarezede öldürdüğü ve Araplar arasında bin kişiye bedel olarak bilinen Amr b. Abdived’in kahramanlığıyla ölçülmelidir. Yakın tarihimizde Müslümanlar, batı değerlerini esas alan İslam düşmanlarının gücünü ve insanlığın başına neler getirdiklerini Kasım Süleymanî kadar ciddiyetle okuyan ve buna göre savunma geliştiren başka bir komutana henüz şahit olmadılar. Çünkü düşmanını basite alan aslında kendisini basitleştirir. Bu yüzden Musa (as) Firavun’un sihirbazlarını çok ciddiye almıştı. Müslüman alimler Kur’ân’ın i’câzını savunmak için cahiliye şiirini hiçbir zaman basite almadılar. Mâlikü’l-Mülk Rabbimiz kendi düşmanlarının sözlerini kitabına kaydederek onların düşünce yapılarını hıfzetmemizi istemiştir. Karşıdakinin gücünü hesaba katmadan hazırlıklarını yapanlar müsabakalarda sadece rakiplerinin eğlencesi olurlar.
Müslümanların parlak eserlere imza attıkları dönemlerde muarızlarının sözlerini, düşünce yapılarını didik didik ederek incelediklerini görmekteyiz. Örneğin Kur’anın i’câz yönünü delilleriyle ortaya koymak için Delâilu’l-İ’câz isimli eserini yazan Cürcânî, örneklerin çoğunu Arap şiirinden vermiştir. Eserinin yaklaşık on beş sayfasını şiir ve nahvin önemine ayırmış ve bu ikisini zemmedenlerin Kur’an’ı anlamanın önüne set çektiklerine dikkat çekmiştir.[1] Çünkü Kur'an'ın i’câz yönü olan belagatini anlamamız için, Arap şiirine başvurmamız gerekir. Arapların divanı olan şiiri tanımayan kişinin, Kur'an'ın belagatindeki zirveyi anlaması imkansızdır. Kur’ân’ın indiği dönemdeki Araplar, şiirde fesahat ve Beyan yarışı yapıyorlardı. Buna göre şiirden alıkoyan kişi, Allah'ın (cc.) hüccetinin bilinmesinden alıkoymuş sayılır. Onun durumu Allah'ın kitabının ezberlenmesine, okunmasına ve onunla amel edilmesine engel olan kişinin durumuyla aynıdır. Çünkü bir kimsenin, delilin kaynağından alıkoyması ile bu delili çıkarmak için kullanılacak yoldan alıkoyması arasında bir fark yoktur.”[2] Bu görüşü Zemahşerî el-Mufassal adlı nahiv eserinde aynı şekilde savunmuştur.
Çünkü alimlerimiz düşmanlarını ciddiye almadan ve düşüncelerini hıfz etmeden onları sus pus edecek darbeyi vuramayacağımızı biliyorlardı. Cenabıhak, düşmanları olan Firavunların, Nemrutların sözlerini hıfzetmemizi istediği için Kur’ân’a kaydetmiştir. Üstelik buna karşılık kullarına ödül vadetmiştir. Çünkü düşmanının kafa yapısını okumaktan çekinenler asla onlarla mücadele edemezler. Kur’ân’ı Kerim meydana, hazırlıklı çıkmamızı istediği için -İmam Ali’nin (as) ayetleri dörtlü taksimatına göre- ayetlerinin dörtte birini Ehlibeyt düşmanlarının yaptıkları işler ve söyledikleri sözlere ayırmıştır.
İmanın ilk ifadesi olan kelime-i tevhid, tebriye ile başlar. Haliyle kimden tebriye edeceğini bilmeyenler, kime sığınacağını da bilemezler. Aynı şekilde cahiliye şiiri, insanların dilde kendi imkanlarıyla gerçekleştirdikleri bir mucizedir. Dolayısıyla Kur’ân’ın üstünlüğünü anlamamız bu şiiri anlamakla mümkündür. Firavun’un sihirbazları kendi dönemlerinde zirvedeydiler. Dolayısıyla Musa’nın (as) asasının gücünü görebilmemiz, Firavun’un sihirbazlarının maharetlerini anlamakla, onların sihirde ulaştıkları zirveyi görmekle mümkün olur. Sihirbazları önemsiz bir rakip olarak görür veya gösterirsek, aslında Musa’nın (as) asasının değerini düşürmüş oluruz. Başka bir örnekle ifade edecek olursak; Amr b. Abdived’in kahramanlığını anlatmaktan çekinmemeliyiz ta ki Ali’nin (as) şecaatinin yüksek mertebesini anlayabilelim. Direniş ekseninin gücünü anlamak istiyorsak kimlerle çarpıştıklarını, düşmanlarının gücünü, imkanlarını, neler yaptıklarını ve neler yapabileceklerini de bilmemiz gerekir. Direnişin sembol isimlerinden Kasım Süleymanî’nin değerini bilmeyenler İsrail’in şahsında tezahür eden batının gücünü bilmeyenlerdir.
XIX. Yüzyılda sanayi devrimiyle teknolojik imkanları arkasına alan batılılar, Hristiyanlıkla birlikte bütün dini değerlerin hayattan çıkarılması gerektiğini savundular. Dünyada materyalist fikri hakim kılmaya çalıştılar. Dini vicdânlara mahkûm ederek aklın ilgi alanının dışına çıkardılar. Değerler bir kenara bırakılarak metafizik bilimin dışına itildi. Hatta evrim teorisiyle birlikte, eşref-i mahlukat olan insan, kültürel bir varlık olmaktan çıkarılarak doğal bir varlık konumuna getirildi. Yani milyonlarca canlı türünden birisi olarak görülmeye başlandı. Öyle ki sanayide ilerlemiş Almanya gibi ülkelerde, fabrikalar işçilerine personel numarası verirler. Sonra; “Sen bu fabrikada sadece bir numarasın” fikri aşılanır. Güya; isim, ırk veya dinin farklı muamele görmelerine sebep olmadığını göstermek için böyle yaptıklarını söyleseler de uygulamalar bunun doğru olmadığını göstermektedir. Bir işçinin ölmesi veya hastalanması durumunda bunu açıkça görmek mümkündür. Bir insanın ölümü, sadece bir numarayı silip yerine başka bir numarayı yazmak kadar basit bir olay haline getirilir. Vefa, insanın şerefli bir mahluk oluşu, merhamet kimsenin umurunda değildir. En fazla biri ölünce “Şimdi işleri nasıl yapacağız” endişesine kapılırlar.
Değerlerden hızla uzaklaşan batı, sanayi ile elde ettiği gücün kibriyle Müslümanları hor gördüler. Onların kibrini en açık biçimde ifade eden Ernest Rennan, 1883’te Sorbonne Üniversitesinde verdiği bir konferansta, son derece mağrur ve küçük düşürücü bir üslupla, İslamın sadece bilim ve felsefeye karşı olmadığını, aynı zamanda bilim ve felsefe üretecek kapasitede de olmadığını söylemiştir. Dahası Müslümanların geçmişte ortaya koydukları bazı güzel eserleri de batı medeniyetine borçlu olduklarını savunmuştur.
Rennan’ın açıklamaları batının kibrini ve o dönemlerde art arda yenilgi yaşayan Müslümanların geldiği durumu göstermesi açısından oldukça önemlidir. Müslümanlar bu ezikliğin altında kalmamak için sürekli reddiyeler yazmış ve sürekli savunma refleksiyle hareket etmişlerse de batıyı ciddi anlamda rahatsız edecek ve gözlerini korkutacak fiili bir direniş başlatamadılar.
Kanaatimce son yüzyıl içinde Müslümanlar için dönüm noktası 3 Ocak 2020 de gerçekleşen Kasım Süleymanî’nin şehadetidir. Bu olayla birlikte daha önce istihbarat düzeyinde veya konuyla ilgilenen uzmanlar arasında varlığı bilinen direniş ekseni, dünya çapında Müslüman halk tarafından da tanındı ve onlar için bir ümit kaynağı oldu. 7 Ekim ise bu ümidin Filistin’de harekete dönüşmesidir.
Kanaatimce Süleymanî’yi farklı kılan, ümmete yeniden heyecan vermesini sağlayıp düşmanların korkulu rüyası haline getiren en önemli yönü, düşmanlarını ciddiye almasıdır. Lübnan’da, Filistin’de tüneller kazılmışsa bu ciddiyet sayesindedir. Savaşın üzerinden bir yıl geçmesine rağmen Gazze’deki direniş halen ayakta ise, uzun süreli bir savaşa göre stok yapıldığını göstermektedir. Bunu da ancak düşmanını ciddiye alanlar yapabilir. Dünyanın deniz ulaşımını etkileyecek saldırılar planlanıyorsa düşmanlarını kuşbakışı resmedebildiğini göstermektedir. Ahzaba karşı hendek kazarken münafıkların moral bozucu fitneci tutumlarıyla mücadele etmek dışardan gelen düşmanla mücadeleden daha zordur. Çünkü onlar hendeğin işe yarayacağına inanmazlar. Kasım Süleymanî’nin en büyük başarısı, tünel kazmaya ikna ettiği vefalı dostlar edinebilmesidir. İşin en zor tarafı, dostlarınızı düşman gelmeden hendek kazmaya ikna etmektir. Ortada deniz yokken gemi yapmaya başlatmaktır. Bunu başardınız mı devamı kendiliğinden gelecektir. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Bkz., Cürcânî, Delailu'l i'caz, s. 15-33.
[2] Cürcânî, Delailu'l i'caz, s. 9.