Mars’taki Hizbullah
İsrail sadece meydanda direnişçileri bombalamıyor. Ayrıca medya aracılığıyla şiddetli bombardımana tabi tutarak psikolojik savaşı da sürdürüyor. İstediği şekilde algılar oluşturmaya çalışıyor. Müslüman coğrafyada satın aldığı kalemler aracılığıyla bunu yapmaya çalışması da oldukça üzüntü vericidir. Bu satılık kalemlerin Hizbullah hakkındaki değerlendirmelerine, özellikle de lider kadrolarının şehadetinden sonra söylediklerine bakınca insan, acaba hangi Hizbullah’tan bahsediyorlar, demekten kendini alıkoyamıyor. Çünkü anlattıkları şeyler, tanıdığımız ve yıllarca mücadelelerini takip ettiğimiz Hizbullah’ı yansıtmıyor. Haliyle, başka gezegenlerde henüz bilmediğimiz bir Hizbullah’ın olabileceği aklımıza geliyor.
Bir şahsı veya toplumu doğru tanımanın elbette farklı yöntemleri vardır. Onlarla birlikte yaşayıp sevinçli ve hüzünlü günlerinde, iş hayatlarında, alışverişlerinde vs. birlikte olup gözlemlersiniz. Bunu yapamıyorsanız ya da yapmıyorsanız, birinci ağızdan kendi anlatımlarını esas alarak tanımaya çalışırsınız. Diyelim ki bu imkâna da sahip değilseniz, o zaman onları çok iyi tanıyan insanlardan sorarsınız. Bunu da yapmadığınız takdirde tecrübe ve ilmî birikiminize dayanarak tanımaya çalışırsınız. Fakat birikimlerinizin sizi yanıltabileceğini her zaman hesaba katmanız gerekir.
Gelelim Hizbullah’a. Hizbullah’ı doğru biçimde tanımanın en sağlıklı biçimi; onlarla bir arada yaşamak, savaşın kızıştığı en zor anlardaki hallerini gözlemlemek, arkadaşlık ilişkilerine bakmak, liderlerine bağlılıklarına, ölümü nasıl karşıladıklarına, şehid olan birinin anne babasının, varsa çocukları ve eşinin nasıl tepki verdiğine, taziyeleri nasıl kabul ettiklerine, mezardaki yakınlarıyla nasıl irtibat kurduklarına, bir araya geldiklerinde nelerden bahsettiklerine, geceleri hangi dualarla yakardıklarına, düğünlerini nasıl yaptıklarına, sevinçlerini nasıl paylaştıklarına vs. bakarak, mümkün olduğu kadar aynı havayı teneffüs ederek anlamaya çalışmanızdır.
Diyelim ki bunu göze alamadınız. O zaman bizzat kendilerinden sorabilirsiniz. Yüz yüze sorma imkânınız yoksa kendi kanallarından takip edebilirsiniz. Kendilerini nasıl tanımladıklarına bakarsınız. Onların beyanlarını esas alarak anlamaya çalışırsınız.
Eğer böyle bir imkâna da sahip değilseniz onları çok yakından tanıyan insanlardan dinlersiniz. Lider kadrolarının peş peşe şehit edilmesinden sonra Hizbullah’ın çöküş senaryolarını yazanlar, belli ki bu üç yönteme de başvurmamışlardır. Belki de başvurmuşlardır da sonuçları bile bile çarpıtmışlardır. Bilemiyoruz. Ancak gelinen aşamada o gün söylenenlerin hiçbirisi tutmamıştır. Çünkü Hizbullah’ın İsrail karşısındaki performansı söylenenlerin aksini gösteriyor.
Fen bilimlerindeki gibi sosyal bilimlerde de kesin sonuçlar veren formüllerin üretilememesinin en önemli nedeni, insan gibi irade sahibi bir değişkenin devrede olmasıdır. Toplum mühendisleri bu değişkenin hesabını yapamadıkları için, genellikle doğru sonucu bulamamaktadırlar. Nitekim akan suya bırakılan tahtanın belirli bir süre sonra nerede olacağını; suyun debisi, tahtanın özgül ağırlığı, hacmi gibi bazı değerlere sahipseniz bulabilirsiniz. Ancak suya bırakılan bir insanın, belirli bir zaman sonra nerede olabileceğini doğru biçimde hesaplayabilir miyiz? Tabii ki hesaplayamayız.
Hizbullah hakkındaki hesapların tutmamasının en önemli sebebi, sadece İsrail’in ve onu destekleyen ABD’nin gücü açısından değerlendirme yapılmasıydı. Hizbullah’ın iradesi ve nasıl karşılık vereceği hesaba katılmadı. Bazı analizciler akademik bilgi ve diğer örgütsel yapılara dayalı gözlemlerine kıyas yaparak tahliller yaptılar. Art niyet olmasa da doğru kıyaslama yapamadılar. Çünkü Hizbullah’ın kendisiyle ölçülebileceği bir örgüt bilgisine sahip değillerdi. Örneğin hangi örgütle kıyaslayabilirlerdi. PKK mı, İŞİD mi, El-Kaide mi, Boko Haram mı?.. Hizbullah hem ideolojik olarak hem de yapı olarak bunlara kıyas edilemez. Daha doğrusu Hizbullah’ı kayaslayacağımız halihazırda bir yapı yoktur, dersek, yanlış söylemiş olmayız.
Hizbullah’ın öncelikle liderlik kurumuna bakışını kıyas edeceksek İmam Ali’ye kıyas etmemiz lazım. Çünkü Hariciler hemen arka safına kadar geliyorlardı. Onu namazda bile rahatsız ediyorlardı. Buna rağmen bir defa dahi onları camiden kovmayı veya korumalar eşliğinde namaza gitmeyi aklından geçirmedi. Şimdi böyle bir durumu bugünkü Suudi Arabistan, Türkiye için düşünebilir misiniz? Peki, İran’ın yöneticilerinin yaptıklarını kime kıyas ederek anlayabiliriz? Dış İşleri Bakanı en riskli dönemde Lübnan havaalanına indi, yine meclis başkanı uçağı kendisi sürerek aynı havaalanına indi, İmam Hamaney saklanmış, sıkı korunmaya alınmış derken, binlerce insanın karşısında, adeta işte burdayım, dercesine Cuma namazı kıldırdı… Tabii ki ön yargılı insanlar yine oyundur, diyeceklerdir. Ancak olsa olsa bu oyunun adının, ateşle oynamak, olduğu da unutulmamalıdır.
Gerek Hizbullah gerekse İran olsun, direniş cephesini doğru tahlil etmek isteyenlerin öncelikle kafalarını resetlemeleri gerekir. Çünkü son günlerde müşahade ettiğimiz olaylar, alışkın olduğumuz, bildiğimiz lider tasvirlerine uymuyor. Öncelikle lider konumundaki bu insanların kafa yapılarını, dünyaya bakışlarını, hayattan, ölümden ve sonrasından beklentilerini anlamamız gerekir. Manevî güçlerini nereden aldıklarına bakmamız gerekir. Mesela milyonların bir tek işaretine baktığı İmam Hamaney‘in, annesinin eteklerine atlayan çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlayarak İmam Rıza türbesine sarıldığını görüyoruz. Namaz kıldıktan sonra herkesin önünde, Kerbela toprağına elini sürüp teberrüken bütün vücudunu meshettiğini görüyoruz. Şimdi bu davranışların imamın dünyasında neye karşılık geldiğini anlamadan onun hakkında konuşursak, doğru tespitte bulunmuş olur muyuz? Manadan anlamayan kışırcı zihniyet için, o artık bir müşrik -tenzih ederim- olmuştur! Şimdi bu kafa yapısıyla yapılan tahlil ne kadar sıhhatli olabilir? Uzağından yakınından geçmedikleri bir durum hakkında hüküm vermek ne kadar doğru olabilir.
Hizbullah’ın liderleri kendi askerlerinden daha fazla şehadeti arzuluyorlar. Eğer kendilerine kolay ulaşılıp şehit ediliyorlarsa tedbir almayı bilmediklerinden ya da düşmanlarının çok uyanık olmasından değildir. Belki; makam, mevki, mal, mülk gibi insanların genelinin çok büyüttüğü şeylere değer vermediklerinden kaynaklanmaktadır. Netanyahu askerleri arasına çıktığında bile çelik yeleksiz çıkmıyor. Ama Hizbullah’ın yöneticilerini başlarında çelik miğferle şu ana kadar hiç görmedim. Hatta İran‘ın en üst komutanı olan şehit Kasım Süleymanî‘yi bir videosunda, sıcak çatışma esnasında bile çelik yeleksiz ve miğfersiz görünce, benim için şaşırtıcı olmuştu. Doğru veya yanlış değerlendirmesi yapılabilir. Benim dikkat çekmek istediğim husus, bizim değer verdiğimiz şeylere bu insanların değer vermediği, bizi korkutan şeylerin onları korkutmadığıdır. Onlar hakkındaki değerlendirmelerimiz de buna uygun olmalıdır.
Hizbullah’ın hareket kabiliyetini yitirdiği yönündeki değerlendirmelerdense bunlar olsa olsa delidirler, demek daha isabetli olur. Çünkü İsrail’in telsiz patlatması, Hasan Nasrullah’ı şehit etmesi, peş peşe Hizbullah’ın yöneticilerini şehit etmesi sonrası için yapılan tahliller yaşadığımız gezegendeki Hizbullah’ı anlatmıyor. Uzaktan yakından onlarla bir alakası yoktur. Belki anlatılanlar, başka gezegenlerde henüz tanımadığımız bir Hizbullah’a uyabilir. Mesela Mars’taki veya Venüs’teki bir Hizbullah hakkında olabilir. Ancak bizim dünyamızda böyle bir Hizbullah olmadı ve inşaallah da hiç olmayacaktır. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)