Şeytanın Dili Olmak
Nehcu’l-Belağa’nın 7. Hutbesinde, Şeytanın insan kimyasını bozarak onun içinde kendisi için nasıl bir yer edindiği, son derece belîğ bir üslupla dile getirilmiştir. Şeytana kulak verenlerin kafir olması gerekmez. Müslümanlar da onun emirlerine uyunca belli bir süre sonra artık iki ayaklı Şeytana dönüşebilirler. Elbette insan, bir anda Şeytanın; eli, kolu, gözü, ağzı, dili, midesi… haline gelmez. Bunlar aşama aşama gerçekleşir.
İmam Ali (as) bu hutbesinde, Şeytanın insanı içten ele geçirip nasıl bambaşka bir varlık haline getirdiğini anlatıyor. Bazı insanlar (bunlar onun karşısında savaşan bazı Müslüman kişilerdi) Şeytana o kadar kulak verdiler, sürekli onun emirlerini yaptılar ki belli bir süre sonra Şeytan, başkalarını avlamak için onları kendi aleti haline getirdi. Avlamada Şeytanın oltası haline geldiler. Şeytanın işlerine ortak oldular. Bunlar önce gönüllerinde Şeytan’a bir yuva açtılar. Şeytan da oraya yumurtladı. Sonra yavru doğurdu. Daha sonra da bu yavruları kucağında büyüttü. Böylece onların gözleriyle bakmaya başladı. Onların dilleriyle konuşmaya başladı. Onları hatalar merkebine bindirdi, onlara kötülükleri süsleyip güzel gösterdi. Sonunda bütün işlerinde Şeytanın ortağı oldular.
Genel anlamını verdiğimiz 7. Hutbe, Kur’ân’da geçen onlarca ayetin özeti gibidir. Şeytan Rabbine meydan okuduktan sonra insanların çoğunu saptıracağına dair yemin etmiş ve insanı apaçık düşman olarak ilan etmiştir. Ancak Şeytan, başka bir varlık cinsinden olduğu için onun sesini duymamız, onu görmemiz mümkün olmadığı gibi bize doğrudan müdahalesi de söz konusu değildir. Öyleyse işlerini nasıl yürütüyor? Konuşmak istediği zaman nasıl konuşabiliyor? Birini öldürmek istediği zaman nasıl öldürüyor? Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak istediği zaman nasıl yapıyor?... Kısacası Şeytan işlerini nasıl hallediyor?
Nisa suresinde bu soruların cevabı verilmiş olup Şeytan’ın şöyle dediği bildirilmiştir. “Ya Rabbî, Senin kullarından mutlaka bir pay edineceğim. Mutlaka onları saptıracağım, onları birtakım temennilerle oyalayacağım. Onlara davarlarının kulaklarını yarmalarını emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler.” dedi. Her kim Allah'ın yerine şeytanı dost edinirse, şüphesiz apaçık bir ziyana girmiştir”[1]
Şeytan, Allah’ın yarattığını ben değiştireceğim demiyor. Ben birilerine değiştirteceğim diyor. Kendisinin doğrudan değil, insana yaptıracağını söylüyor. Şeytan sadece emreder. Her şey onun emriyle gerçekleşir. Ancak onun doğrudan müdahale edecek eli, kolu dili yoktur. Bu noktalarda insanı kullanır. Adeta insanı avcının elindeki ağ gibi, kendi aletine dönüştürür. Mesela bir katliam yapmak istediğinde insanlardan tetikçiler edinir. Hırsızlık yapmak istediği zaman insanlardan çeteler edinir. Sonunda kendisi hüsranda olduğu gibi insanı da hüsrana uğratır.
Demek ki emri veren Şeytan olsa da değiştirme insanın iradesiyle gerçekleşir. Şeytan’ın bizzat kendisiyle gerçekleşmez. İmam Ali’nin de dikkat çektiği gibi Şeytan, insanın içerisindeki komuta kademelerinin hepsini ele geçirdikten sonra artık kumandayı eline alır ve insanı istediği yöne yönlendirir. Rüzgârın önündeki kurumuş yaprak gibi dilediği yöne sürükler.
Şeytan ne tür değişiklikler yaptırabilir denilirse, şu örnekler verilebilir. Bedenlerinde değişiklik yaptırabilir. Fıtratı değiştirerek, tevhitten şirke döndürebilir. Kadını erkeğin şekline sokup erkeğin ahlakıyla ahlaklanmasını sağlayabilir. Erkeği kadın şekline girdirerek kadının ahlakıyla ahlaklanmasını sağlayabilir. İnsana Cenabıhak tarafından verilen bazı kuvvelerini dışarıdan müdahalelerle yok etmesini sağlayabilir…
Hz. Adem’den beri kötülerin akıl hocası değişmeyip hep Şeytan olduğuna göre, insanların karşılaşacakları sorunlar da hep aynı olacaktır. Tarih boyunca fitnelerin hep benzer meselelerden ortaya çıkması, insanların hep aynı noktalardan kaybetmesi düşmanın aynı kişi olmasından kaynaklanmaktadır. Maalesef insanlığın hep ileriye doğru gelişme kaydettiğini zannedenlere göre, bugünün insanlarının zihnindeki sorular Kur’ân’ın nazil olduğu dönemdeki sorulardan daha karmaşıktır. O günkü insanlar bugüne göre ilkel hayat yaşadıkları için soruları da basit idi. Hatta Kur’ân’daki örnekler son derece basit olduğundan dolayı kendi ihtiyaçlarını karşılamadığını söyleyecek kadar ileri gidenleri duyuyoruz. Oysa Kur’ân bizleri sorunun kaynağına götürüyor. İnsanlar değişebilir ancak sorunların kaynağının aynı olduğuna dikkatlerimizi çekiyor. Figürler değişse de aklın değişmediğini bildiriyor.
Melekler dostlarına hep iyiliği ilham ederken şeytanlar da hep kötülüğü ilham ederler. Enam Suresinde bildirildiğine göre Şeytan, kendi dostlarına akıl hocalığı yapmaktadır. “Üzerine Allah'ın adının anılmadığı hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz.”[2] Bu ayette geçen “Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar” ifadesinde geçen fısıldamanın içeriğini şöyle açıklamışlardır. Mekkeli müşrikler ölü hayvanın etini yerlerdi. Müslümanlar “kesilmemiş ölü eti yemek haramdır” deyince, müşrikler şöyle cevap verdiler. Ölenin canını alan Allah değil mi? Müslümanlar da evet, deyince, öyleyse Allah’ın öldürdüğünü yemiyorsunuz da kendinizin öldürdüğünü mü yiyorsunuz? Böylelikle bazı insanların kafalarını karıştırıyorlardı. Yukarıdaki ayet dikkatlerimizi fitnenin kaynağına çekiyor, konuşana değil konuşturana bakmamızı sağlıyor.
İmam Ali’nin (as) hutbesini bu ayetle birlikte düşündüğümüzde, tarih boyunca din düşmanlarının, münafıkların, şer odaklarının, fesat gruplarının aynı merkezden yönetildiklerini söyleyebiliriz. Değişen sadece şahıslardır, isimlerdir, mekanlardır. Konuşanların arkasındaki konuşturan, vuranların arkasındaki vurduran, yiyenlerin arkasındaki yediren hep aynıdır. O da şeytandır. Kötülerin görüntüleri insan görüntüsü olsa da aslında onlar mücessem birer şeytandırlar. Dolayısıyla şer güçlerinin akıl hocaları değişmediği için tarih boyunca çıkardıkları fitneler ve saldırı biçimleri hep aynı şekilde tekerrür edip durur. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Nisa, 4/119.
[2] Enam, 6/121.