Çiller'in Beyni CHP'nin Mutfağında
Muharrem İnce'ye yönelttiğim eleştiriyi geri alıyorum. Demirelleşme temayülü, Çillerleşmekten bir gömlek üstündür.
İçeriden bir dostum fısıldadı “CHP’deki Demirelleşme sorununu bırak, sen asıl Kılıçdaroğlu üzerindeki Çiller etkisine bak” diye. Biraz karıştırınca da altından acayip bir çapanoğlu çıkmasın mı?
Son zamanlarda Kılıçdaroğlu’nun nutkunda nedensiz bir açılma, natıkasında bariz bir sıçrama hissediyordum. Ama ne yalan söyleyeyim, ‘Mutfakta kim var’ diye bakınmak aklıma gelmemişti. CHP Genel Başkanlık ofisine sağcı bir polemik ustasının girmiş olabileceğinden şüphelenmemiştim kesinlikle.
O dostun ikazıyla, CHP’nin direksiyonunda sağa çeken kaymayı iyiden iyiye fark ettim. Nedenini araştırırken de karşıma tanıdık bir isim dikildi. Meğer Çiller’in üç atlısından biri olan Şükrü Karaca sufle ediyormuş Kılıçdaroğlu’na.
Tansu Çiller’in Tansu Çiller olduğu dönemde, üç akıldanesi vardı. Günü kurtarma siyasetinin söylemini kurguladıkları için onlara DYP’nin muhteşem üçlüsü de deniliyordu: Mümtaz’er Türköne, Hüseyin Kocabıyık ve Şükrü Karaca.
Sağcılığın ana bileşenleri olan hamaset, demagoji, tarih-seviciliği, soy-sop gururlanması ve idare-i maslahatçılıkta Çiller’in tek geçildiği 1996-1999 yılları arasında sıkı bir rüzgâr estirdiler.
Şükrü Karaca, o fırtınalı 3 yılda siyasi gaflardan bir başdemagog çıkarmayı başarmış sihirbazlardandı. Çiller’in önemli grup konuşmalarını kaleme aldı, kritik mesajların metin çatısını kurdu, çatışma taktikleri verdi, akıl hocalığı yaptı.
İşte bu kabiliyet, son 3 aydır aynı hizmeti çaktırmadan Kemal Kılıçdaroğlu’na da sunuyormuş ama haberimiz yokmuş.
Dersim tartışmasında, “Kurşun atan da yiyen de bizdendir, şereflidir” kıvamında retorikler geliştirmesinden anlamalıydım. Kılıçdaroğlu’ndaki ani ağız değişiminden anlamalıydım bir tuhaflık olduğunu.
Geçen haftaki grup konuşmasında söylediklerini hatırlayın: “Başbakan bana dedi ki ‘Hangi aşirete, hangi inanç grubuna ait olduğunu açıkla’. Ben de dedim ki ‘Sen kin ve nefret tohumları ekiyorsun... Bu milletin birliğini sana yıktırmayacağız...’
Recep Tayyip Erdoğan unutmasın, ben sadece Dersimli değilim, ben Konyalıyım, Hakkâriliyim, Trabzonluyum, Edirneliyim, ben Türkiyeliyim... Biz din, mezhep, kardeş kavgasını tarihe gömen bir siyasi partiyiz. Herkesin inancı CHP’nin güvencesi altındadır.
Biz Başbakan’ın soyunu sopunu, neye inanıp inanmadığını da merak etmiyoruz. Biz Van’da, Erciş’te çocuklar ne yapıyor, onun derdindeyiz...
‘CHP tarihiyle yüzleşsin’ diyor. O dönemi sadece CHP’nin tarihi olarak görmek için cahil olmak gerekir... Senin reddettiğin tarih, hepimizin tarihidir. Günahıyla sevabıyla hepimizin tarihidir...
Tarih, siyasetçiler arasında günlük polemik konusu yapılmamalıdır. Senin bütün hayatında okuduğun kitap sayısı 3’ü, 5’i geçmez. Sen bir de kalkmışsın bu millete tarih dersi veriyorsun, sen kim tarih kim?..”
Sağcılığın yüceltilmiş bir tarihe sahip çıkma mantığı, heyecanlı lügat paralama merakı, bilmişlik taslama huyu, malumatfuruşluk ve faziletfuruşluk şeklindeki ahkâm kesme alışkanlıkları, istismar yeteneği, cerbezeli dili, mugalataya kaçan şehla bakışı gibi marazi yönleri bütün cilveleriyle görülüyor bu metinde. Hay aksi, nasıl oldu da bu cümlelerin arasında gezinen Çiller’in sağ beynini tanıyamadım ben?
Kılıçdaroğlu’ndaki Çiller tesirini görmek için şurada öne çıkan mübalağalı tasvire de bakın lütfen: “Silivri toplama kampı, şu anda Türkiye’nin en önemli düşünce merkezlerinden biri haline gelmiştir. İnsanlar orada kitap yazıyor, gazete çıkarıyor...”
Bir de şuna mesela: “Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk yaşanıyor. 30 bin liran varsa bastır parayı, al tezkereyi. 30 bin liran yoksa doğru askere...”
Şükrü Karaca’nın CHP’ye dahlini öğrendikten sonra, Muharrem İnce’ye dün yönelttiğim eleştiriyi geri alıyorum. Demirelleşme temayülü, Çillerleşmekten bir gömlek üstündür. Kılıçdaroğlu’nun arka odasına Çiller’in avatarı kaçmış, sağ gözünün sık seğirmesinden anlamalıydım. Affedersiniz!.. (Radikal)