İslam’da Hak ve Özgürlükler Çerçevesinde Kürtler
Bu kavramların anlamı, düşünce ve inanç sistemine göre değişir. Hakkın ve özgürlüğün evrensel bir tanımı yoktur. Mesela eskiden okullarda On’luk not baremi kullanılır, Dört alan sınıfta kalırdı. Şimdi dört ortalama ile takdir veya teşekkür alınabiliyor. İki kere iki her zaman dört etmez. Üçlük düzende “bir elde var bir” eder.
Bu gün genelde hak ve özgürlük kavramlarının kabul ve onay sistemi/düzlemi küresel kapitalizm ve liberalizmdir. Öyle ki “Batı”=“dünya” zokkası maalesef Müslümanlara da yutturulmuştur. Kişi, “Yok dünyada böyle bir şey!” derken dünyadan kastı küresel kapitalizmin sembolü Batı’dır.
Eski bakanlardan biri ile özel bir görüşmemizde “Neden partimizi desteklemiyorsunuz, biz özgürlüklerin en geniş kapsamı olan Kopenhag Kriterlerini hayata geçireceğiz” dediğinde; Özgürlük anlayışımız Kopenhag Kriterleriyle uyumlu değil, dedim. Bizim özgürlük anlayışımız Allah’a kullukla doğru orantılıdır. Kulluk arttıkça özgürlük artar. Kopenhag Kriterlerinde Allah’tan uzaklaştıkça bağları kopardıkça özgürlük artar. İlahiyat mezunu bakanımız biraz durduktan sonra biz de sizin gibi düşünüyoruz deyince o zaman Kopenhag değil Kur’an kriterlerini esas almanız gerekirdi. Demiştim.
Merhum Şehit Seyyid Kutubun bir kitabından okuduğumu hatırlıyorum. Çocuk babasına sorar: “Babacım balıklar insan olsaydı ne olurdu?” Baba: “Büyük balıklar küçük balıklara şu sloganı ezberletirlerdi. En büyük özgürlük büyük balığın karnında”. Bu gün gelinen noktada yaşananın özeti budur. Kurulduğundan beri yaklaşık otuz milyon insanı yutan vahşi Amerika özgürlük abidesi gibi sunuluyor. İnsanlar adeta kendilerini de yutması için yarışıyorlar. Bunun en bariz örneği coğrafyamızda Kürtlerin bir kısmıdır. Bu sulandırılmış beyinler daha otuz bir yıl önce Amerika’nın Irak Kürtlerini Saddam’a karşı ayaklandırıp nasıl helikopterlerden üzerlerine dökülen benzinle topluca yakıldıklarını; Türkiye ve İran kaçarken günlük ortalama iki bin kişinin öldüğünü unutturmak istiyorlar.(1)
Batı standardında özgürlük, arzu ve isteklere kavuşmada sınırların kaldırılmasıdır. İstediğin gibi yer içersin ancak kapitalizmin sana sunduklarından; istediğin gibi koşarsın ancak onların ayakkabıları ile ve sana gösterdikleri yöne doğru, vs. “Senin özgürlüğünün sınırı diğerinin özgürlüğünün başladığı yere kadardır ilkesi” diğerinin özgürlüğü BATI standartlarına uymuyorsa tanınmaz. Diğerinin orayı terk etmesi gerekir. “Yallah Arabistan’a” vecizesi(!) bu sapık düşüncenin ürünüdür.
İslam’da Hakkın kaynağı Hak Teâlâ’dır. Hak Teâlâ kime ne vermişse o onun hakkıdır, korunmalıdır, buna muhalefet Hak Teâlâ’ya muhalefettir. Hak Teâlâ’nın vermediği bir hak talebi haksızlıktır. Kur ’ani kriterlere göre haklar “yükümlülük” olarak tarif edilir. Mesela Kur’an’da ana baba hakları şöyle tarif edilir. “Şayet onlardan biri veya ikisi yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: 'Öf' bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle.” (İsra 23) Burada bizim hak dediğimiz şey aslında çocuklara yüklenen bir sorumluluk veya yükümlülüktür. Çocukların hakları da yine ebeveynin yükümlülükleri olarak belirtilir. Mesela ailenin (eş çocuklar ve varsa ana babanın) geçim yükümlüsü babadır. Dolayısıyla anne geçim için çalışmak zorunda değildir.
Yükümlüsü belli olmayan bir “hak” anlamsızdır.
Kur’an kriterlerine göre devletin; vatandaşının güvenliğini, sağlığını, adil yargılanmasını, eğitimini vs. sağlama yükümlülüğü vardır. İçki, kumar faiz ve fuhuş gibi halkın sağlık ve güvenliğini tehdit eden vasıtaları engelleme yükümlülüğü altındadır. Yani bir baba olarak benim devlet üzerindeki haklarımın en başında çocuklarımı uyuşturucu, kumar ve fuhuştan koruması gelir. Zira bir birey olarak benim bu şebekelerle mücadeleye gücüm yetmez. Ama batı standartlarında maaşını verdiğim polis yılbaşı gecesi izin kullanamaz, sabaha kadar sarhoşlara hizmet etmekle görevlendirilir. Başını ve bedeninin açma hakkı, sarhoş olma hakkı gibi talepler bizim dünyamızda hak değil batıldır. Talep konusu dahi edilemez ve korunmazlar. O yüzden biz “İslam Cumhuriyeti” isterken, onlar standartları Batı tarafından belirtilen “demokratik Cumhuriyet” isterler. Bu iki cumhuriyetin meşruiyyet zemini ve kaynakları farklıdır. Birinin kaynağı vahye dayalı ve ilahi iken diğeri beşeri ve küresel emperyalizmin prensiplerine dayalıdır.
Bu açıklamalar ışığında Kürtlerin, Türklerin, Arapların, Farsların ya da Filistinlilerin bağımsız devlet kurma hakları var mıdır? Varsa İslam’daki dayanağı nedir? Yükümlüsü kimdir? Arapların 20 den fazla devleti var. Neden bunlar tek devlet yerine bu kadar devlet kurdular. Bu kadar çok devlet olmayı Arapların istemiş olduğuna inanıyor musunuz? Mesela bu kadar Arap devleti tek devlet olsaydı en basitinden İran’dan veya Türkiye’den çekinirler miydi? Yoksa başka bir irade mi böyle istedi?
Bir devletin BM tarafından tanınıp tanınmaması ne anlama geliyor? Devletlerin varlığı ve bağımsızlığı BM kararlarına bağlı ise devlet hakkının yükümlüsü BM olmuyor mu? Bağımsız Kürdistan devleti isteyenlerin, veto hakkına sahip BM’nin patronlarını değil de dindaşlarını hedef almaları kasti midir? Cehli midir?
Farklı kavim ve kabileler halinde yaratılmamız farklı devletler kurmamız için midir? İlk devletimiz Medine İslam devleti bir kavim devleti midir? Böyle bir hak talebi İslami ise ilk İslam devleti neden farklı kavimler olan Kureyza, Nadir ve Kaynuka oğullarına bağımsız birer devlet olma hakkı tanımadı?
Mesela benim Hamas’a ve direnişe desteğim Siyonistlerin işgali altındaki üçüncü haremimiz mescidi aksanın kurtarılması içindir. Bir Müslüman olarak kendimi bununla mükellef kabul ediyorum. İsrail defolup çıktıktan sonra Filistin ayrı bir devlet olmuş ya da komşulardan birine katılmış hiç umurumda değil. Mesele Filistin’in bağımsız devlet olma mücadelesi olsa onlara metelik yardımda bulunmam. Dönüp o tarafa bakmam bile! Vesselam… (Emin Güneş - İslamianaliz)
1- 90'lı Yıllarda Kürt Göçü - A. Murat Eren - bianet