Hanefi misin, Şafii misin? Ben Zırvarım...
45 yıl kadar öncesinde Müslümanların kahir ekseriyeti, hangi mezhebe mensup olduklarını bilmezlerdi. Mezhebin anlamından dahi haberdar değillerdi. Bu konu sadece âlimlerin bilgisi dâhilinde idi.
Urfalı biri Diyarbakır Ulu Camiine gider, namaz kılacağı zaman ona “sen Hanefi misin, Şafii misin?” diye sorulunca “ben Zırvarım” der. Hemşerim, Hanefi’yi/Şafi’yi aşiret adı sanmış!
Biz çocukken dinimizi ilmihalden öğrenirdik. Hangi ilmihal denilince aklımıza Sünni, Şafii ilmihali gelmez, ya Ömer Nasuhi Bilmen' ya da Ali Fikri Yavuz ilmihali gelirdi. Biz bütün Müslümanları kendimiz gibi yani Hanefi, Bir Diyarbakırlı, Vanlı, Bitlisli de muhtemelen Şafii sanırdı.
Aynı şey Şiilik Sünnilik için de geçerli idi. Biz bütün dünya Müslümanlarını Sünni sanırdık.
İlk kez İslam inkılabından sonra ülkemizdeki emperyalizmin uşakları FETÖ’cüler, Yeni Asyacılar “Onlar Şii biz Sünni’yiz, Onlar beşinci mezhep, Onlar dört hak mezhebin dışındadırlar” diyerek fitne fesat çıkarmaya başladılar.
Bizler ilimizin en büyük ulemasından merhum Molla Sait TEKİN, Molla Derviş YAZICI ve Arap Hocaya gittik. İstanbul’daki kardeşlerimiz Molla Sadrettin YÜKSEL(1) hocaya koştular. Herkes en yakınındaki âlimlerden Sünnilik ile Şiiliğin farklarını öğrendi. Onlar özetle Şiilikle ile Sünniliğin farklarının Sünniliğin iki mezhebi arasındaki farklardan fazla olmadığını söyledikten sonra meşhur: “ Rasûlullah (s.a.v.) elini, Selman’ın üzerine koydu ve şöyle buyurdu: “Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, İman, Surayya yıldızında olsaydı; bunlardan bir kısım insanlar onu elde ederlerdi.” (Buhârî, Tefsir-ul Kur’ân: 27; Muslim, Fedail: 17) hadisi şerifini naklettiler. İşte Selman’ın bahsi geçen nesli bunlar dediler. Biz bunun üzerine Hz. Selman’ı yakından tanımaya başladık ve O’nun (ra) “ben İslam’ın oğluyum” sözü ile hepimiz İslam’ın oğlu olmuştuk ve bizim için konu kapanmıştı.
Daha da önemlisi siyaseten liderimiz kabul ettiğimiz, mitinglerinde “işte ordu işte komutan” diye slogan attığımız merhum Necmettin Erbakan da İslam İnkılabının yanında yer almıştı.
Bizi İslam İnkılabının yanına sürükleyen en önemli nedenlerden biri de nefretiyle büyüdüğümüz Amerika ve İsrail’in içimizdeki taşeron örgütleri ve yayın kuruluşları ile İran İslam İnkılabına düşmanlıkları olmuştu.
İslam cumhuriyeti İsrail’i devlet olarak tanımadığını ilan edip büyükelçiliğini Filistin’e tahsis ettiği dönemlerde bizler de Konya’da Kudüs mitingi yapıyorduk. Müşterek derdimiz, davamız, idealimiz gasıp Siyonist çeteyi işgal ettiği mübarek topraklardan çıkarmak, esaret altındaki Mescidi Aksa’yı kurtarmaktı.
Ne zaman ki İran Suriye üzerinden Hizbullah ve Hamas’a silah göndermeye başladı, Siyonistler Suriye’yi hedeflerine koydular. Bunun için İsrail Eski Ulusal Güvenlik Birimi (SHIN BET) Başkanı Ami Ayalon önce “Şii Hilali” tehlikesini gündeme getirdi ve Ona karşı “Sünni koalisyonu” fikrini ortaya attı.(2)
Ami Ayalon’nun bahsettiği Şii Hilali aslında İsrail’e yönelik bir tehdit idi. Kuşatılmaya çalışılan da İsrail idi. Ancak adeta bir sihirbazlık numarası ile sanki Şii hilali Sünnileri kuşatacakmış gibi bir algı oluşturuldu. Daha kötüsü Şii olmayan herkes Sünni sayılarak Selefi, Vahhabi, Yahudi, Siyonist, IŞİD, ABD’li, Dürzi ve sair tüm guruplar “Sünni” çuvala dolduruldu.
Golan tepelerinin işgal altında olması nedeniyle İsrail için önemli bir tehdit oluşturan Suriye’nin tehdit olmaktan çıkartılmasına yönelik diplomatik çabalar sonuçsuz kalınca iç savaş çıkarıp Suriye’yi harabeye çevirdiler. Bu savaşta öyle büyük yalanları gerçek gibi yutturdular ki bu yalana inananların aklının olmaması gerekir.
Güya Suriye’de milyonlarca Sünni İran tarafından katledilmişti. Oysa Suriye’deki savaşın mezheplerle hiçbir alakası yoktu. Savaşın sebebi Suriye’yi direniş cephesinden koparmak, oraya Amerikan üsleri yerleştirmek ve diğer Arap ülkeleri gibi İsrail ile normalleştirmekti. Savaşın tarafları Şiilerle Sünniler değil Amerikancılar ile karşıtları idi.
Nasıl mezhep savaşı olsun ki! Suriye ordusunun yüzde yetmişinden fazlası Sünni, yirmiden azı Şii, kalanı da Nuseyri idi. Savaşın bir tarafında Nusayri Beşar Esad varsa karşısında da amcası Nusayri Rıfat Esat vardı. Savaş çoğunluk itibarı ile zaten Sünnilerle Sünniler arasında idi. Türkiye’ye Göçe zorlanan Sünni Arapların ve Kürtlerin çok büyük kesimi yine sözde Sünni IŞİD ve Sünni(!) YPG tarafından yerinden yurdundan edilmişlerdi. Suriye Devletinin bu göçlerde hiçbir etkisi olmamıştı.
Oluşturulan algıya göre IŞİD’in toplu katliamlarına maruz kalan Sünni aşiretlerin katili de İran sayıldı. Hatta IŞİD’in öldürdüğü Nusra, El Kaide vs. selefiler de Sünni sayılıp sorumluluk İran’a atıldı. Mazlum halk, zalim İsrail’in güvenliği için kurban edilmişti.
İşte İsrail’in tıkır tıkır işleyen “Sünni koalisyon” planı buydu! Planın maşalarıyla mahşerde hesaplaşırız. (Emin Güneş - Hürseda Haber)
- Merhum Molla Sadrettin YÜKSEL hocalar hocası ve son onay makamımız idi. Oğlu Şehit Metin Yüksel gençlik liderimiz ve adeta İslam inkılabının Türkiye gençlik temsilcisi gibiydi.
- İsrail Eski Ulusal Güvenlik Birimi (SHIN BET) Başkanı Ami Ayalon: "Bir sünni koalisyonu kurmalıyız!" (youtube.com)