Bu Teröriste Neden Gereği Yapılmıyor...
Cumhurbaşkanı, Davos'ta 'Siz çocukları öldürmesini iyi bilirsiniz' demedi mi? Dedi.
‘Ve ben şu anda gönlüm ferah, açık olarak diyorum ki İsrail bir terör devletidir’. Demedi mi? Dedi.
‘Hamas mensuplarının vatanlarını ve canlarını korumaya çalışan direnişçiler olduğu gerçeğini dillendirmekten asla çekinmeyiz’. Demedi mi? Dedi.
Daha ne desin?
İşte işin sırrı burada. Herkes ‘daha ne yapsın’ yerine ‘daha ne desin’ sorusu ile yetiniyor. Evet, çok daha fazlasını söyledi ama icra makamında olan birinden söylem değil eylem beklenir. Ne dediğinden çok ne yaptığına veya yapmadığına bakılır. En azından denilen şeylerin gereğinin yapılması beklenir.
Adama sormazlar mı siz “İsrail teröristtir” derken ciddi miydiniz, şaka mı yaptınız? Lafın gelişi olarak mı yoksa halkın öfkesini dindirmek ve gaz almak için mi söylediniz?! Laf olsun diye söylediyseniz diyecek bir şey yok! Ama keşke hiç söylemeseydiniz.
Eğer söylediklerinizde ciddi iseniz, bir terör örgütüne karşı devletin yapması gerekenleri çok çok iyi bilirsiniz. “İsrail teröristtir” dedikten sonra derhal tüm siyasi ve diplomatik ilişkilerin kesilmesi gerekmez miydi? Görevi terörle mücadele olan kolluk gücünün teröristleri etkisiz hale getirmek için harekete geçmesi gerekmez miydi? Mesela örgütün operasyonlarına katılmış katillerden sınırlarımız içinde yaşayanları yargılayıp cezalandırmak yargının görevi değil midir?
Mesela, yiyecek giyecek yüklü bir tır filosunun kandile doğru hareket halinde olduğu tespit edildiğinde ne yapılır? Karadan mı havadan mı imha edilir? Malları gönderen firmalara, şirketlere neler yapılır? Bütün malvarlıklarına ki buna ‘terör finansmanı’ denir MASAK el koymaz mı? Buna serbest ticarettir, özel sektörün anlaşma ve sözleşmelerine müdahale edilemez denilebilir mi?
Peki, İsrail teröristine neden bu muamele yapılmıyor. Yoksa terör örgütleri arasında ayrımcılık mı yapılıyor. Yapılıyorsa neye göre yapılıyor. Irkına göre mi, dinine göre mi, gücüne göre mi?
Yoksa bambaşka gerekçeler mi var. Mesela ticaretin ve ekonominin dolayısıyla iktidarın tehlikeye düşme riski mi göze alınamıyor?!
Hicret farz kılınınca bazı Müslümanlar rahatlarını, alışkanlıklarını, ailelerini, mal, mülk ve ticaretlerini riske atmamak için Mekke’de kalmayı tercih ettiler.
İslâm Devleti kurulup Bedir’de Kureyş’in ticaret kervanına saldırınca, üstelik Müslümanlar bu saldırıda kesin bir zafer de elde edince, müşrikler geride kalan bu zavallılara işkence ve cezanın her çeşidini uygulamaya başladılar. Korkunç bir kinle onları dinlerinden döndürmeye uğraştılar.
Bir kısmı niyetlerini gizleyerek kâfir olduklarını göstermek ve müşriklerin ibadetlerine katılmak zorunda kalmışlardı. Bunlar müşriklerin safında Bedir savaşına da katıldılar.
Bedir savaşında mücahitler bu kardeşlerini(!) karşılarında görünce öldürmekte tereddüt ettiler. Ancak boyunlarının vurulması gerektiği emredildi. Hicret imkânı olduğu halde ekonomik kaygılarla düşman saflarında yer almanın mazereti olamazdı.
Bunlara ilişkin nazil olan “Melekler, kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki: 'Nerde idiniz?' Onlar: 'Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz'aflar) idik.' derler. (Melekler de:) 'Hicret etmeniz için Allah'ın arzı geniş değil miydi?' derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o?” (Nisa 97) ayeti kerimesi bize onların cehennemlik olduğunu haber veriyor.
Şu üç günlük dünyada iktidar uğruna sonsuz ahiret hayatını berbat etmeye değer mi? (Emin Güneş - Hürseda Haber)