Barış ve Güvenlik için Savaşa Hazır Olmak
Şair ve hekim Abdülhak Molla'nın bundan 150 yıl öncesinden günümüze seslenen ve ışık tutan mısralarına kulak verelim:
"Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh; Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh."
Günümüz Türkçesi ile ifade edecek olursak: "Bütün devletler kurtuluş başarısını bu ibretlik sözde bulur; şayet barış istiyorsan savaşa hazır ol." Elbette mücbir sebep/zorunluluk olmadıkça savaş cinayettir. Bu nedenle
savaş arızî bir durumdur. Bir hadis-i şerifte rivayet edildiği üzere, "Savaşı temenni etmeyin, ancak başınıza geldiğinde savaştan kaçmayın." Bu demektir ki, her hâlûkârda savaşa hazır olmak gerekmektedir. Nitekim Allah Teâlâ biz Müslümanlara savaşa hazır olmamız için her türlü muharebe araç ve gereçlerine sahip olmamızı emrediyor. "Ey îmân edenler! Düşmanlarınıza karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili savaş atları (donanımlı muharebe araçları) hazırlayın ki, bununla hem Allah'ın, hem de sizin düşmanınız olan kimseleri ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, fakat Allah'ın bildiği kimseleri (korkutup, size karşı savaştan) caydırabilesiniz." (Enfâl: 60)
Ne yazık ki, günümüz Müslümanları bu konuda İslâm ve insanlık düşmanlarıyla kıyaslandığında sınıfta kalmış oldukları görülecektir. 320 milyonluk ABD üstün savaş teknolojisiyle 2 milyarlık İslâm ümmetine efelenip racon kesiyor ve istediği zaman her hangi bir İslâm coğrafyasına fütursuzca girip bir taraftan katliam yapıyor, diğer taraftan doğal madenlere veya petrole çöküyor. Bunu biz yakın geçmişimizde Afganistan'da ve Irak'ta gördük. Ayrıca, yine yakın zaman içerisinde yaptığı zulümlere Suriye'de tanık olduk. Başta IŞİD olmak üzere terör örgütlerini eğitip donatarak Suriye'yi perişan eden bizzat bütün şeytan ABD'dir. Öte yandan aynı şeytan ABD İzmir NATO Üssü'ndan kaldırdırdığı uçaklarla Libya'yı bombaladı.
İslâm coğrafyasının kalbi mesabesinde olan Filistin topraklarında ise ileri karakol olarak kullandığı işgalci İsrail'i her türlü silah ve mühimmatla donatıp 75 yıldan beri yapılan soykırımın baş aktörü olarak yine bu melun ABD'yi görmekteyiz. Bugün Gazze'de yaşanmakta olan toplu katliamın en başat müsebbibi büyük şeytan ABD'dir. Zira ABD, elindeki bu üstün teknoloji silahlarıyla Filstin karasularında nöbet tutuyor olması işgalci İsrail'in işlediği cinayetlerin asıl sorumlusudur. ABD arka çıkmasa İsrail orada hiçbir şey yapamaz. Bu yüzden, İsrail'in işlemiş olduğu insanlık dışı cinayetlerin büyük ortağı ABD'den başkası değildir.
Öte yandan, İngiltere ve Fransa'ya ait savaş gemilerinin işgal bölgesinde nöbet tutuyor olması onları da suç ortağı yapmaktadır. Onların oradaki varlığı, "Haçlı zihniyeti olarak safımız belli olsun" kabilindendir. Peki 57 Müslüman ülkenin safı nerede? Onlar nerede konuşlandılar, nerede saf tuttular? Ümmetin başındaki siyasîler cenge neden hazır değil? Bırakın onu, Suudi Arabistan'da Filistin'in adını anmak yasak.
Bakınız, sadece Müslüman coğrafyalarda değil, dünyanın hemen hemen her yerinde katil İsrail'i telin mitingleri düzenlenirken Suudi Arabistan'da ise münferiden "Filistin" diye haykıran Türkiyeli bir hocaefendinin el ve ayaklarına pranga vuruldu. Suudi Arabistan bu tutumu ile safını belirlemiş durumda. Daha berbat bir tavrı var ki, akla ziyan! Yemen'in fırlattığı füzeleri tespit ettiği an sinyalizasyon sistemi ile harekete geçip ABD'den aldığı füzesavarları devreye sokuyor ve bu şekilde Yemen'den atılan füzeleri düşürüyor. Suudi Arabistan'ın safı çok net, Siyonist katil sürüsünün yanında konumlanmış vaziyette. Gazze'de yaşanan katliama/soykırıma katkı sunup lojistik sağlıyor.
Suud rejimi öylesine umursamaz bir tavır içerisindeki, Gazze'de insanlık dramı yaşanırken, Gazze'de vahşet yaşanırken o havai fişekler eşliğinde dünyanın en büyük müzik festivalini yapıyor. Vampir ABD ve ABD'nin ileri karakolu canavar Siyonistler mazlum Gazze halkının kanını içerken onlar bu festivalde çılgınca eğleniyorlar. Diğer Müslüman ülkelerde ise büyük bir sessizlik hakim. Bizi vebâle gark eden bir başka husus ise Kürecik Radar Üssü'nün Siyonist çeteye hizmet veriyor olması. İncirlik'ten kalkan ABD uçakları işgalci İsrail'e silah ve mühimmat taşıyor. Ayrıca İncirlik'te konuşlanmış olan ABD'nin seçkin komando birliği bizzat katliama iştirak ettiği saptandı. (Halkımız boşuna mı feryad ediyor, "ABD üsleri kapatılsın" diye?") Böyle mi olmalıydı? Bugün işgalci katil/canavar İsrail karşısında Hamas’ın askerî kanadı İzzettin Kassam Tugayları, İslâmî Cihad ve diğer gruplar İran'ın verdiği silahlarla mukavemet ve direnişlerini sürdürüyorlar. Bu şekilde ellerinde kalan bir avuç Gazze topraklarını savunmaya çalışıyorlar. "Düşman kavi, dost bi vefa" demeden izzetleriyle, onurlarıyla savaşıyorlar. Dar ve kısıtlı imkânlarına rağmen düşmana kök söktürüyorlar. Adeta şu ayetin müjdelediği topluluk olmuşlar: "Nice azınlık olan topluluk, çoğunlukta olan topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara: 249)
Gazze'de işgal güçlerine karşı savaşan mücahidler ümmetin onuru oldular. Rabbimiz onlara zafer versin. Fakat olması gereken bu değildi. Canavar Siyonist çete ve avanesine karşı verilen savaşın bütün ağır yükü, bütün meşakkat bu bir avuç yiğidin üzerine boca edilmemeliydi. Ümmetin başındaki siyasîler yapılması gerekeni yapmayınca iş bir avuç feta insana kalıyor. Başlığımızda belirttiğimiz gibi asıl olarak İslâm Birliği tesis edilip bu birlik bünyesinde "İslâm Barış Gücü" (Merhum Erbakan"ın deyimiyle, İslâm NATO'su) kurulmalıydı. Bu olmayınca 2 milyarlık İslâm ümmeti 8 milyonluk işgal çetesi karşısına zillete gark oldu. İlâhî buyruk dikkate alınmayınca böyle bir manzara ortaya çıktı ve ümmetin sorumluluğunda olan "Filistin Savunma Savaşı"nın ihalesi bir avuç feta mü'min kula kaldı...
İşgalin ilk günü olan 14 Mayıs 1948'den beri direniş grupları mücadele ve mukavemetlerine devam etmektedir. Eskiden taşla, sapanla savaşan gruplar İran'ın Devrim Muhafızlar Ordusu'na bağlı Kudüs Gücü'nün devreye girmesinden sonra ufak çaplı konvansiyonel silah ve füzelere kavuşan direniş grupları işgal güçlerine karşı kök söktürmeye başladılar. Öte yandan, bu süreçte 2000 yılının 25 Mayıs'ına gelindiğinde 18 yıl süren Güney Lübnan topraklarının işgali sonlanmış ve işgalci çete tarihinde ilk defa yenilgi tatmıştı. Bu durum, bu gelişme Gazze'nin yiğit direnişçilerine rol-model oldu. Onlar da Kudüs Gücü"nden aldıkları silah ve füze yardımıyla Gazze'de başlattıkları savaş 5 yıl sürmüştü. Bu zaman diliminde Siyonist çetenin üst üste yediği darbeler sonunda Gazze 2005 yılında işgalcilerden temizlenmiş oldu.
Ayrıca Gazze'ye yerleştirilmiş olan 8 bin dolayında Siyonist aile işgal ettikleri yerleşim yerinden sökülüp diğer işgal bölgesine göç ettirildi. Fakat hedefi "Arz-ı Mevud" olan Siyonist çete yine de emelinden vazgeçmeyip her fırsatta Gazze'ye saldırılar düzenlemekteydi. 2006 yılında Lübnan'a da saldırı düzenlemişti. 33 gün süren bu saldırıda Hizbullah'tan büyük darbe yemiş ve geri çekilmişti. Aynı şekilde Gazze'ye de her saldırdığında direnişin demir yumruğuna muhatap olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmıştı. Siyonist çete özellikle (abluka altında olduğundan dolayı) İran'ın silah ulaştıramadığı Batı Şeria bölgesinde adım adım işgaline devam ederek, evleri barkları ve zeytin tarlalarını metazori olarak ele geçiriyor, itiraz edenlere silah kullanıyor, bir kısmını da tutuklayıp zindanlara tıkıyor. Kısacası Batı Şeria'da yaşayan Filistinliler son derece kötü koşullarda hayat sürüyor.
Binlerce çocuk, kadın ve yetişkin insan Siyonist çete zindanlarında çile çekiyor. 7 Ekim'den bu yana Batı Şeria'da 200'ün üzerinde insan katledildi. Sormak lazım, Batı Şeria'da bahane edecek Hamas yok, Batı Şeria'da kukla Mahmut Abbas var, peki bu mazlum insanlar hangi gerekçe ile öldürülüyorlar? Bu mazlum, bu biçare insanlar ne İslâm İşbirliği Teşkilatı’na, ne Birleşmiş Milletler'e sesini doyuramıyorlar. İşte bu sebepten dolayı Hamas Batı Şeria hapishanelerinde çoğunluğu çocuk ve kadın olan insanları takas yoluyla kurtarmak için 7 ekim gecesi geniş kapsamlı bir operasyon başlatıyor. Bu operasyonda 800 dolayında işgal askeri tesirsiz hâle getiriliyor ve 200 küsur işgalci asker ve muvazzaf subay ele geçiriliyor.
Siyonist çetenin gafil avlanmasıyla Mossad efsanesi de yerle bir oluyor. Fakat bu müthiş operasyonla birlikte hemen spekülatif olarak farklı yorumlar da devreye sokulmuş oldu. İşte efendim, "Mossad'ın bundan haberi vardı" denilerek Amerika'daki yaşanan "11 Eylül" komploları devreye sokuldu. Diğer taraftan, "Hamas gücüne bakmadan neden böyle bir kalkışmada bulundu?" ifadeleri kullanılarak eleştiri bombardımanı devreye sokuldu. Kısacası 75 yıldan beri Filistin topraklarında yaşanan zulümler, yaşanan acılar, yaşanan "zamana yayılmış soykırım" göz önünde bulundurmadan konuşmak ve yorum yapmak birilerine kolay geliyordu. Bakınız, bir buçuk aydır asimetrik olan bu savaş devam ediyor.
Aslında ve elbette bu bir savaş değil soykırım. Savaş hukuku göz önünde bulundurulmadan hastanelerin, okulların ve mabedlerin vurulması tam bir barbarlık örneği olmaktadır. Az önce ifade ettiğimiz gibi, Siyonist katil sürüsü bunu ilk defa yapmıyor. Sadece bu sefer daha yoğunlukta yapıyor. Siyonist katil sürüsünün acımasızca ve orantısız bir şekilde saldırılarda bulunması karşısında yine bir takım aklı evveller devreye girip, "Hamas büyük bir strateji hatası yaptı" demeye başladılar. Yorum yapmak bizim haddimize olmamalı. Biz mesuliyet sahibi siyasîleri uyarmak ve yönlendirmek için olması gerekeni, yapılması gerekeni konuşmalıyız.
Ümmet, bugün değil 1948'den beri, hatta 1917 yılından beri Filistin'i yetim bıraktı. Ümmetin başında siyasîlerin büyük çoğunluğu Filistin davasına ihanet etti. Filistin davasına kayıtsız kalmak en büyük ihanettir. Orası bizim kutsalımız. Evet, Mescid-i Aksa bizim ilk kıblemiz, fakat kudsiyet Mescid-i Aksa ile sınırlı değil. İsra Sûresi'nde geçen "barekna havlehu" denizden nehire bütün Filistin topraklarını kapsamaktadır. Filistin topraklarını savunmamız bu bilinçle olmalıydı. 1917 yılının sonbaharında İngilizler Filistin'i işgale niyetlendikleri zaman, Osmanlı komutan pahidattan takviye muharrip güç istiyor. Ama maatteessüf ki, Osmanlı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Almanya ile müttefik olduklarından dolayı Galiçya'da kendileri adına Ruslara karşı savaşacak 30 bin asker istiyorlar. Önceliğimiz Filistin olması gerekirken 30 bin asker Galiçya'ya gönderiliyor. Ve bu şekilde İngilizler General Allenby komutasında ciddi bir direnişle karşılaşmadan (9-11 Aralık 1917'de) Filistin'i rahat bir şekilde işgal ediyor.
Eşyanın tabiatı boşluk kabul etmiyor. İşgalin amacı da belliydi. İşgalden birkaç hafta önce İngiltere Dışişleri ve Savaş Bakanı Arthur Bahlfour o günün Siyonist çete liderlerinden Rodschild ailesine bir taahhüt mektubu gönderiyor. Bu mektupta Siyonist Yahudilere Filistin topraklarında bir devlet kurma vaadinde bulunuluyor. Nitekim 9 Aralık 1917 yılında Filistin toprakları İngilizler tarafından işgal edilir edimez göç hareketleri başlatılıyor. Dünyanın her tarafından Yahudiler yoğun bir şekilde Filistin topraklarına göç ettiriliyor. Bu şekilde Yahudi nüfusu çoğaltılarak Filistin'deki demografik yapı değiştirilmiş oldu. Yahudiler Filistin topraklarına yerleştirilirken, yani Filistin halkının evlerine-barklarına, bağ ve bahçelerine el konulurken bu işi İngilizlerin eğitip donatarak her türlü imkânı sunduğu Haganah, Irgun ve Stern isimlerindeki Yahudi terör örgütleri ile yaptılar.
Bu terör örgütleri 30 yıl boyunca Filistin toprakları üzerinde insanlık dışı katliamlar yaptılar. Bunlara çanak tutan, bunlara terör imkânı sunan bizzat İngiltere idi. Zira İngiltere Dışişleri ve Savaş Bakanı Arthur Bahlfour'un 1917'de vaadi yerine getirilmeliydi! Siyonist terör örgütleri 14 Mayıs 1948'den itibaren ise Birleşmiş Milletler'in sunduğu devlet statüsü ile söz konusu terör örgütü liderleri bu sefer cumhurbaşkanı ve başbakan sıfatıyla aynı katliamlara kaldıkları yerden devam ettiler. Bu katliamlar zamana yayılmış bir soykırım olarak 75 yıldan beri devam etmektedir.
Sonuç olarak, yukarıda belirttiğimiz gibi 7 Ekim'de Hamas ve diğer grupların yapmış olduğu operasyonla ele geçirilen esirlerin takas yolu ile işgalci İsrail zindanlarında tutuklu olan Müslümanların kurtarılması amacına matuftu. Güç ve imkânları buna yetiyordu ve bunu yaptılar. Asıl olması gereken ise ümmet birliğinin tesis edilmesi ve bu bünyede üstün teknoloji ile donatılmış "İslâm Ordusu"nun hayata geçirilmesi. Bunun aksi ise bugün olduğu gibi başta Filistin olmak üzere Keşmir'de, Arakan'da, Doğu Türkistan'da ve daha nice beldelerimizde oluk oluk kan akması devam edecektir. Tek çare "İslâm Birliği"ni ve donanımlı "İslâm Ordusu"nu tesis emektir. Allah Teâlâ'nın emri bu.. Vesselâm.. (Hazım Koral - Hürseda Haber)