Filistin'e İhanet
Osmanlı'nın dağılma sürecinde Filistin toprakları İngilizlerin işgaline uğradı. Eşyanın tabiatı boşluk kabul etmiyor. Bu konuda iki hata yapıldı. 1916 yılındaki Skeys-Picot anlaşmasına biz adeta seyirci kalıp bir müdafaa refleksi oluşturamadık. Aynı şekilde 3 Kasım 1917 yılında Bahlfour deklarasyonunun yayınlanmasının ardından Suriye cephesinde bulunan 3. Ordu Komutanı İsmet İnönü ile 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal'in İngizlerin komutanı General Edmund Henry Hynman Allenby ile görüşüp askerleri Suriye/Filistin cephesinden geri çekmelerinden dolayı oluşan boşluktan yararlanan İngiliz birlikleri ciddi bir mukavemetle karşılaşmadan 11 Aralık 1917 tarihinde Filistin topraklarını işgal ettiler.
Aynı yıl içerisinde bir başka ihmalkârlık ise Pahidat İstanbul'da yaşanmıştı. Filistin topraklarını savunan Fahrettin Paşa takviye kuvvetleri gönderilsin diye Pahidat İstanbul'a haber salıyor. Ancak verilen cevap son derece üzücü! O dönem Osmanlı İmpatatorluğu Almanya ve Avusturya-Macaristan İmpatatorluğu ile müttefikler ve bu nedenle söz konusu müttefik ülkelerin talebi üzerine Galiçya'ya 30 bin dolayında asker gönderme kararı alındığı için Fahrettin Paşa'ya olumsuz cevap veriliyor. Sonuçta, az önce ifade ettiğimiz gibi İngilizler ciddi bir mukavemetle karşılaşmadan ve 25 bin dolayında sivil insanı katlederek Filistin topraklarını işgal etmişti. Üst üste yapılan iki hata ile 400 yıl Osmanlı'nın himayesinde olan kutsal Filistin topraklarımız İngiliz gâvurunun eline geçmiş oldu. İngiltere hükümetinin niyeti Bahlfour Deklarasyonu'nun taahhüdü gereği Siyonist çeteye Filistin topraklarının yarısından fazla bölümünü peşkeş çekmekti. İngiltere bu taahhütten dolayı Siyonist çeteyi Filistin topraklarına yerleştirmek için 1917'den 1948 yılına kadar zemin hazırladılar. O yıllarda başta Avrupa olmak üzere dünyanın hemen hemen her yerinden Yahudileri Filistin topraklarına yerleştirmeye başladılar. Öte yandan meskûn Filistin halkı ise Siyonist terör örgütleri vasıtasıyla doğup büyüdükleri topraklardan göçe zorlanıyordu. Haganah, Irgun, Palmah ve Stern isimlerindeki Yahudi terör örgütleri her gün Müslüman köylere baskınlar yapıp en barbarca yöntemlerle katliamlarını sürdürdüler. Bu süreçte 800 bin dolayında Filistinli ölüm tehditleri altında/silah zoruyla ülkelerinden kovuldu. Söz konusu terör örgütleri İngilizlerden aldıkları silahlarla köylere baskınlar yapıyor ve halkı köy meydanına toplayıp iki seçenekle başbaşa bırakıyorlar. Ya öldürülecekler ya da Filistin topraklarını terk edecekler. Can derdine düşen insanlar perişan ve naçar bir vaziyette yollara koyulup doğup büyüdüleri topraklarını terk etmek zorunda kaldılar. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi bu süreçte 800 bin insan topraklarından kovulmuş oldu. Ne komşu Arap ülkeleri, ne Osmanlı'nın bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti Filistin'e sahip çıkmadı. Öte yandan Birinci Dünya Savaşı sonrasında savaş ve işgalleri önleyip barış ve güvenliği teminat altına almak maksadıyla uluslararası işbirliğine ve uluslararası hukuka dayalı bir kurum olarak tesis edilen Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) Filistin'de yaşanan zulüm, katliam ve tehcir olayına seyirci kaldı. (Tıpkı bugün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin seyirci kaldığı gibi..)
14 Mayıs 1948 yılına gelindiğinde ise İngiltere'nin önayak olmasıyla ve başta ABD olmak üzere bütün Batılı ülkelerin de onayı ile Birleşmiş Milletler nezdinde İsrail devlet statüsünde resmen tanınmış oldu. Maatteessüf ki, ABD'den sonra Siyonist İsrail'i ilk tanıyan Müslüman ülke Türkiye oldu. Osmanlı'nın son ihmallerinden sonra Türkiye Cumhuriyeti rejim olarak Filistin davasına ilk ihaneti böyle başlamıştı. Sonrasında karşılıklı büyükelçiliklerin açılması, diplomatik ve ticarî ilişkilerin geliştirilmesi zamana yayılmış soykırıma rağmen kesintisiz olarak devam etti. Uzun yıllar sonra Siyonist çeteyi Mısır rejimi de tanıdı. Adına "Camp David Sözleşmesi" denilen anlaşma ile Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ile, işgalci İsrail Başbakanı Menahem Begin arasında, 12 gün süren gizli pazarlıkların ardından Camp David'de 17 Eylül 1978'de imzalanan ve ABD başkanı Jimmy Carter'ın gözetiminde gerçekleşen bir anlaşmadır. Bu mukavele ile Mısır işgal çetesini resmen tanımış oldu.
Bu ihanet anlaşmasından dolayı diğer Arap ülkeleri Mısır'a gücenmişti. Enver Sedat ise bu duruma şöyle yanıt vermişti: "Arap dostlarım bugün beni eleştiriyorlar fakat bir müddet sonra onlar da benim yaptığımı yapacaklar." Nitekim belirli bir süre sonra (Suriye hariç) diğer Arap ülkeleri de Siyonist çeteyi tanımak için sıraya girdiler. Oysa Filistin'in İngilizler tarafından işgal edilmesi ve ardından Siyonist çetenin burada devlet statüsüne kavuşturulması hiçbir Müslüman ülkenin kabul edebileceği ve o katil sürüsünü tanıyacağı bir durum söz konusu olamaz. Ama ne yazık ki, Siyonist çetenin dur durak bilmeden işgal ve katliamlarını devam ettirmesine rağmen Arap ülkeleri ticarettir, diplomatik ilişkilerdir kesintisiz bir şekilde tam gaz yoluna devam etti ve 7 Ekim'den bu yana hâlâ devam etmektedir. Siyonist çete Birleşmiş Milletler kararlarını, Adalet Divanı Savaş Suçları Mahkemesi'ni, insan hakları türünden uluslararası anlaşmalar vs. ne varsa hiç umursamadan, sırtını büyük şeytan ABD'ye ve diğer Batılı ülkelere dayayıp küstahça ve fütursuzca cinayetlerine devam etmektedir.
Özellikle 7 Ekimden bu yana tamamen canavarlaşmış olan Siyonist katil sürüsü, başta bölgedeki Arap ülkelerinin ve diğer Müslüman ülkelerin gözünün içine baka baka katliam yapmaya devam ediyor. Direniş Cephesi hariç Müslüman ülkelerin gıkı çıkmıyor. Bölgedeki Arap ülkelerinin hemen hemen hepsi Filistin'i gözden çıkarmış. Onların suskunluğu bu savımızı teyid etmektedir. Zaten "Abraham Sözleşmesi" ve "Yüzyılın Anlaşması" adı altında yapılan mukavelenin içeriğinde Gazze halkının Sina Yarımadası'na nakledilmesi var. 7 Ekim'den bu
yana bu canavar sürüsü 25 bini çocuk ve kadın olmak üzere 50 bine yakın insan katletti. Bu katil çete tahrif edilmiş kutsal kitaplarının buyruklarına göre hareket ediyor. Kutsal kitapları, "Hamile kadını, çocuğu, ere varmamış genç kızı, bahçedeki tavuğu, koyunu, canlıdan yana ne varsa acımadan öldüreceksin, çünkü sen benim öc alan topuzumsun." diyor.
"Allah'ın Rabbin sana miras olarak vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın. Allah'ın Rabbin sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin." (Tevrat, Tesniye, Bap 20, Ayet 16,18)
"Vurun; gözünüz esirgemesin ve acımayın; ihtiyarı, genci ve ere varmamış kızı ve çocuklarla kadınları helak için vurun." (Tevrat, Hezekiel, Bap 9, Ayet 5-6)
Böylesi bir inanca sahip olanların ellerine geçirdikleri güçle neler yaptıklarını görüyoruz.
16 Eylül 1982 yılında Lübnan'ın güneyinde bulunan Filistinli mültecilere ait Sabra ve Şatilla kamplarında yaptıkları katliamlardan dolayı dönemin Siyonist çete Genelkurmay Başkanı Ariel Şaron sonraki yıllarda "Beyrut kasabı" olarak anılmıştı. Şimdilerde ise Benyamin Netanyahu için "Gazze kasabı" diyorlar. Doğru tespit olmakla birlikte burada unutulmaması gereken bir husus var: Başta Knesset olmak üzere bütün parlementerleriyle Siyonist çete mensupları 7'den 70'e hepsi akidevî okarak kolektif bir inanca sahipler. Yukarıda aktarmış olduğumuz muharref Tevrat âyetlerine hepsinin inancı var. Nitekim bütün siyasî yetkilileri veya din adamları konuştukları zaman o âyetler muvacehesinde meşum niyetlerini küstahça dile getiriyorlar. Kısacası 14 Mayıs 1948 yılından bu yana Filistin topraklarında yaşanan soykırım şahıslar üzerine bina edilmemeli. Karşımızda kadim tarihlerde yaşamış Firavunlara bile taş çıkartacak bir mezalimde bulunan canavar Siyonist katil sürüsü var. Fakat ne yazık ki, üç çeyrek asırdır yaşanan bu soykırım karşısında ne Birleşmiş Milletler, ne İslâm İşbirliği Teşkilatı ve ne de ülkeler bazında gerekli tepki ve tavır ortaya konulmuyordu ve konulmadı. Kısacası Filistin topraklarında her gün yaşanan acılar, bi çare insanların evlerinin-barklarının yıkılması, sebepsiz yere çocuk, kadın yaşlı insanların öldürülmesi, bahçe ve arazilere el konulması Müslüman ülkelerin başındaki siyasîlerin (iki üç tanesi hariç) dikkatini çekmiyor. Elbette bunun küresel güç olarak Siyonist çetenin dünya ekonomisinin büyük çoğunluğunu ellerinde tutuyor olmalarından dolayı (sadece İslâm dünyasının haricinde değil, Müslüman ülkelerin çoğunda) siyasîler üzerinde nüfuz sahibiler ve bu yüzden yaptıkları kötülükler sineye çekiliyor ve yapılan katliamlar görmezden geliniyor. Nitekim bu yüzden 7 Ekim'den bu yana başta Batılı ülkeler olmak üzere ve Müslüman ülkelerin çoğu aynı vurdum duymaz tavırla üç maymunu oynuyorlar. Sadece üç maymunu oynamıyorlar, başta ABD olmak üzere bütün Batılı ülkeler yapılan katliamlara destek veriyor. 7 Ekim'den bu yana yapılan soykırıma ABD, İngiltere, Fransa, Almanya başta olmak üzere (İspanya hariç) bütün Batılı ülkelerin liderleri destek oldular ve olmaya da devam ediyorlar. Hatırlayınız, katliam başlar başlamamaz söz konusu Batılı ülke liderleri Tel Aviv'e gidip Siyonist çete liderine desteklerini ilân ettiler. Başta bölgedeki Arap ülkeleri ve diğer Müslüman ülkelerin çoğu ise bu soykırım karşısında suspus oldular. Çünkü Siyonist çete lideri katliama başladığında, "Arap liderlere sesleniyorum, koltuklarınızdan olmak istemiyorsanız, ekonominizin bozulmasını istemiyorsanız sesinizi çıkarmayın" diyerek tehditler savurunca Suriye, Yemen, Irak ve Lübnan hariç hemen hemen bütün Arap ülkeleri üç maymunu oynamaya başladı. Bazıları ise üç maymundan öte, İran'ın attığı kamikazi İHA ve balistik seyir füzelerine engel olmak için çaba içerisine girdiler. Bu tutumdan, Kürecik Radar Üssü'nden dolayı Türkiye de muaf değil. Efendim, Kürecik Radar Üssü NATO'ya aitmiş! Tamam da NATO'nun, dolayısıyla ABD'nin bölgedeki önceliği Siyonist çetenin güvenliği değil mi? Örneğin, Kürecik Radar Üssü İran'dan fırlatılan füzelerin bilgisi "koordinat sinyalizasyon sistemi" ile bilgi aktarımını anında NATO merkezine ulaştırıyor. NATO merkezi de bu bilgileri anında Siyonist çeteye yolluyor. Sadece Siyonist çeteye değil elbette, bu bilgiler yine Siyonist çetenin güvenliği için nöbet tutan 8 Arap ülkesine de aktarılıyor. Bu nasıl bir ihanettir böyle? Şiî İran Sünnî Gazze halkını soykırıma uğratan katil Siyonist İsrail'e füze fırlatıyor Sünnî Türkiye ve Sünnî Arap ülkeleri katil İsrail'i korumak için teyakkuz hâlinden harekete geçiyor.
Arap ülkelerinin başındaki şeyhler, krallar iktidarlarını emperyalist ABD ve İngiltere'ye borçlular, bunu biliyoruz. Nitekim ABD'nin önceki başkanı Donald Trump Suudi Arabistan'a 450 milyar dolarlık silah satışı yaptıktan sonra, "Suudi Arabistan'ı biz koruyoruz, eğer bunu yapmazsak İran iki hafta içerisinde kendilerini işgal eder" demişti. Demek ki, bu korumanın bir bedeli olarak onlar da aldıkları buyruk üzerine Siyonist katil sürüsünün güvenliği için iştiyak içerisinde refleks gösterip harekete geçiyorlar. Peki Türkiye'ye ne oluyor? Türkiye zaten NATO'ya girdiğinden beri ABD'nin müstemlekesi olmuş vaziyette. Nitekim aynı Donald Trump Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik küstahça tehditlerde bulunmuştu. Buradan çıkan sonuç şu ki, böylesi konjonktürel şartlar altında Türkiye ve söz konusu ettiğimiz Arap ülkeleri katil İsrail'in güvenliğini tehlikeye atabilecek bir girişimde bulunamazlar. Öte yandan bu ülkeler küresel sermaye ile ilişkilerini iyi tutmak zorundalar. Özellikle petrol şeyhlerinin milyarlarca doları Siyonist sermayedarların bankalarında yatmaktadır. Bu yüzden bunların eli kolu bağlıdır. Siyonist kompradorlar ile milyarlarca dolarlık ticaretleri vardır. Bu vaziyette Siyonist katil sürüsüne seslerini çıkaramazlar.
Öte yandan Türkiye'nin ticareti kesme girişimi ne kadar sahici orası meçhul. Zira yüz yıldan beri başta ülkemiz olmak üzere, buna Arap ülkeleri de dahil, yabancı sermayenin ve doların tasallutu altında. Bu yüzden diyebiliriz ki, İran, Suriye, Yemen, Irak ve Lübnan'ın haricindeki bölge ülkelerinin başındaki siyasîler küresel sermayenin yed'i eminidirler. Onların varlık sebebi Siyonist çetenin güvenliği içindir. Aşağılanmayı ve zilleti beraberinde getiren diyet borcu aynı zamanda Filistin'e ihanetin bedelidir. Tarih, kutsalımız olan Filistin topraklarına sahip çıkmayanları, mazlum Gazze halkını ölüme terk edenleri affetmeyecektir. Affetmeyecek olan sadece tarih ve gelecek kuşaklar değil, Allah Teâlâ da affetmeyecektir. Kısacası Filistin davasına ihanet edenleri cehennem beklemektedir...
Henüz hayatta olanlar için fırsat kaçmış değil. Müslüman ülkelerin başındaki siyasîler ne yapıp edip büyük şeytan ABD'nin tasallutundan kurtulmanın yollarını aramalı ve "İslâm Birliği" için kolları sıvamalıdır. Merhum Erbakan Hocamızın sıklıkla dile getirdiği gibi: "Hangi cemaatten, hangi tarikattan, hangi mezhepten olursan ol eğer 'Adil Düzen' ve 'İslâm Birliği' için mücadele etmiyorsan beş para etmezsin." (Hazim Koral - Hürseda Haber)