Hizbullah Bu Savaşın Neresinde?
7 Ekim tarihinde "Aksa Tufanı" operasyonu başladığında bu eylemden diğer "Direniş Cephesi" bileşenlerinin haberi yoktu. Son derece gizlilik içerisinde yürütülen bu süreçten diğer özgürlük savaşçısı grupların bilgisi olmadığı gibi Siyonist çetenin istihbaratı olan MOSSAD da bu operasyonda gafil avlanmış ve Batılı ülkeler nezdindeki itibarı beş paralık olmuştu. Bu operasyonun yapılış amacı Siyonist işgalcilerden esirler alıp işgalci İsrail zindanlarında esir olan Filistinli çocuk ve kadınların "takas" yolu ile kurtarılması amacına matufu. Operasyon sonrası Hamas bu niyetini deklare ederek savaşmak amacında olmadıklarını belirtmişti. 75 yıllık süreçte bugüne kadar saldıran taraf hep Siyonist çete olduğu için bu operasyon dünya kamuoyu tarafından hayretle karşılandı. Müslüman halkların yüreğine ise su serpilmiş oldu. Fakat Siyonist katiller bu operasyonu fırsata dönüştürüp orantısız bir şekilde saldırıya geçtiler. Öncelikle hastaneleri, okulları, mabetleri ve sığınma alanlarını bombalamaya başladılar. Akabinde ise hiçbir ayırım gözetmeden Gazze'nin her noktasına bombalar yağdırmaya başladılar.
8 Ekim tarihinde başlatılan bu katliam karşısında Hizbullah Gazzeli kardeşlerine yardım amacıyla kendi sınır bölgelerinde cephe açarak hemen saldırıya geçti. Bu şekilde gasıp Siyonist çete askerî birliklerinin % 35'lik kısmını Hizbullah ile savaşa hasretmek zorunda kaldı. Bu hareketle Hizbullah tarihinde ilk defa sınır ötesi operasyona girişmiş oldu. Bu durum karşısında güvenlik sorunu yaşayan işgalci İsrail meskûn mahâl olan sınır bölgesindeki kasaba ve diğer yerleşim alanlarını boşaltıp işgal ettiği topraklardan 5 km geri çekilmek zorunda kaldı. Bu bölgelerden boşaltılan insanlar için Hayfa sahilinde çadır kent kurularak mülteci kampları oluşturuldu.
Siyonist çete tarihinde ilk defa böylesi bir zilleti Hizbullah eli ile tatıyordu. Bilindiği üzere 2000 yılında da Güney Lübnan topraklarını boşaltarak ilk zilleti ve ilk yenilgiyi yine Hizbullah'tan tatmıştı. Ayrıca 2006'da da 33 gün/Temmuz Savaşı'ında benzeri bir zilleti yaşamıştı... Bugün de Hizbullah, işgalci Siyonist çeteye karşı 8 Ekim'den itibaren (bazılarına göre düşük yoğunlukta da olsa) izzetli bir şekilde savaşını sürdürmektedir. Ancak bu durumu görmezden gelen bazı mezhep taassubu güden cenah Hizbullah'ı savaşa müdahil olmamakla suçlamaktadır.
Oysa Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın ifade ettiği gibi, Hizbullah 8 Ekim'den itibaren savaşa müdahil olmuş ve o gün bugündür nice bedeller ödeyerek, nice şehidler vererek kararlılıkla bu onurlu savaşı sürdürmektedir. Ne yazık ki, bazı taassup ehli güruh bu hakikati görmemezlikten gelmekte ve olmadık tezviratlarda bulunmaktadır. Oysa Hizbullah, kuruluş tarihi olan 1982 senesinden bu yana Siyonist işgal çetesine karşı savaşmayı varlık sebebi olarak görmekte ve bu yolda kınamalara aldırmadan kararlı bir şekilde yoluna devam etmektedir. 1982 senesinde başlayıp 2000 yılının 25 Mayıs'ında zaferle sonuçlanan 18 yıllık o amansız gerilla savaşını hatırlayalım. Bütün bunlar neden görmezden gelinmektedir? Bunun bir tek nedeni var, o da Hizbullah'ın Suriye iç savaşına müdahil olmasıdır.
Bu savaşı sağlıklı bir şekilde analiz edemeyen cenah olayı şöyle yorumlamaktadır: "İşte efendim, Suriye'de IŞİD/DEAŞ, El-Kaide, El-Nusra ve benzeri silahlı Müslüman (!) örgütler mevcut Esad rejimini yıkacaklarken İran'ın Devrim Muhafızları Ordusu'na bağlı Kudüs Gücü ve Hizbullah'ın devreye girmesi ile bu hedefe ulaşılamadı. Tek suçlu İran ve onun bölgede vekâlet savaşını sürdüren Hizbullah ve Kudüs Gücü'dür!" Evet, düşmanlığın tek nedeni budur. Oysa 22 Arap ülkesi içerisinde Filistin davasına sahip çıkan, Filistinli özgürlük savaşçısı Hamas/İzzettin Kassam Tugayları, İslâmî Cihad gibi gruplara İran'dan gelen silah sevkiyatına lojistik destek sağlayan tek Arap ülkesi Suriye iken bu iç savaşı başlatmak neyin nesi olmaktadır?
Eğer maksadınız ABD ve Siyonist çetenin piyonu olmakla tahakküm ettikleri Müslüman halklara zilleti yaşatan rejimleri yıkmaksa, bu işe Suudi Arabistan, Ürdün, BAE ve benzeri rejimlerden başlamanız gerekmiyor mu? Diğer bir sorumuz ise, emellerine ulaşmak için çocuk, kadın demeden insanları en hunharca ve en barbarca yöntemlerle katleden o canavar sürüsü mü İslâm devleti kuracak? Sırf babası Alevî diye 8 yaşındaki çocuğun boğazını tekbirler eşliğinde kesmek hangi din anlayışına sığar? İnsanları demir kafeslere doldurup suda boğmak hangi din fıkhında var? Esir aldıkları (Türk askerleri de dahil olmak üzere) insanların üzerine benzin dökerek yakmak hangi dinde var? 1700 tane polis akademisi öğrencisini nehir kenarına götürüp tek tek kafalarına sıkıp nehire atmak hangi dinin kurallarında var? Kısacası IŞİD ve benzeri örgütlerin Suriye ve Irak'ta sergilediği vahşeti göz önünde bulundurmadan bu canavarları bertaraf etmek için devreye giren İran ve Hizbullah'a düşman kesilmek hangi insafa, hangi vicdana, hangi din anlayışına sığar?
Bakınız, sıkıntı nerede biliyor musunuz? Ön yargı ve adalet duygusunda yaşanan eksen kayması.. Siz adalet dersiniz, İslâm'ın hakimiyetinden söz edersiniz ama bu hakimiyet adına ve adaletin tahakkuku için en vahşiyane bir şekilde insanlık dışı barbarlık yapanları temize çıkarır ve bu barbarlara karşı savaşanları "İslâm'ın hakimiyetine engel olanlar" olarak görürsünüz. İmâm Ali buyuruyor ki, "Önce hakkı tanı sonra ehlini zaten tanırsın. Hak gerçek anlamda tanınmayınca at izi ile it izi birbirine karıştırılmış olur. Hak murad edilir ama batıla hizmet edilir. Evet, hak amacı güderler ama haksız bir şekilde iftira ve tezviratlarda bulunurlar.
Diyeceğimiz o ki, "Biz hakkın peşindeyiz" dersiniz ama gittiğiniz yol yanlışsa, uyguladığınız yöntem hakka uygun değilse Allah Teâlâ'nın rızasını baştan kaybettiniz demektir. "İslâm'da hedefe varmak için her her yol mubahtır" anlayışı son derece yanlış bir anlayıştır. Şunu kesinlikle bilmiş olalım ki, gidilen yol ve uygulanan yöntem hak ile mütenasip ve insicam içerisinde olmak zorunda. İmâm Ali, hasmı ile kılıç kılıca çarpışırken mağlup olacağını anlayan düşman kılıcını yere atıp kaçmaya başlayınca, İmâm yanındaki silah arkadaşlarını uyarıp, "Sakın ola ki, peşinden ok atmayın" diyor. İşte savaş ahlâkı budur. Yine yakın tarihimizden örnek verecek olursak, Bosna savaşında Sırplar Müslümanlara çok kötü muamalelerde bulunmuş, büyük zulümler yapmışlardı. Bosnalı askerler de, Merhum Aliya'ya soruyor, "Biz de öyle yapalım" diye. Aliya cevaben şu anlamlı sözü söylüyor: "Onlar bizim öğretmenimiz değil."
Bir örnek daha vermiş olalım: Malumunuz IŞİD gerek Irak'ta, gerek Suriye'de insanlık dışı katliamlar yapmışlardı, buna mukabil Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah askerlerine şu ibretlik sözü söylüyor: "Çatışma esnasında sakın öldürmek maksadıyla ateş etmeyin, illaki ateş edecekseniz, ayaklarına ateş edin, yaralı olarak onları ele geçirmeye bakın zira onlar bizim yitik kadeşlerimizdir." Ne yazık ki, birileri kalkıp bu şahsiyete olmadık iftiralar atabiliyor, tıpkı Şehid Kasım Süleymanî'ye atılan iftiralar gibi. Kısacası kontrolsüz ve hedefini sapan hamaset sahibini büyük veballere sokmaktadır..
Hizbullah kurulduğu tarihten itibaren Siyonist işgal çetesi ile savaş hâlinde olduğuna bütün dünya şahit.. Bu yüzden 7 Ekim tarihinin hemen ertesi günü ani bir durum değerlendirmesi yaparak bir gün önce üzerlerinde bulunan teçhizatı çıkarmadan savaşa müdahil olmuşlardı. 4 bin dolayında TV kanalının canlı yayınladığı ve 4 milyar insanın izlediği konuşmasında Hasan Nasrallah 8 Ekim'de savaşa müdahil olduklarını ifade etmişti. Bu yüzden başlığımızdaki soruya cevaben diyoruz ki: Hizbullah bu savaşın tam ortasında bulunmaktadır. Vesselâm... (Hazım Koral - Hürseda Haber)
NOT: "Düşman zaten düşmandı; dost da bizi hakkıyla tanımadı." (İmâm Câfer Sadık)