Yenileceksiniz ve Cehenneme Sürüleceksiniz
Başlığımız Al-i İmrân Sûresi'nin 12'nci âyetinden mülhem. Şu bir hakikat ki, dünya hayatı iyilerle kötüler arasındaki bir savaştır. Bir başka ifadeyle dünya hayatı hak-batıl mücadelesinden ibarettir. Bir tarafta hak ehli olan erdemli insanlar, diğer tarafta ise şeytan ve şeytanın avanesi olanlar. Bu mücadele Âdem aleyhiselâmdan bu yana devam etmektedir. Peygamberler ve peygamberlere tabi olanlar hak ehlini temsil ederken, peygamberlere karşı gelen Firavun, Nemrut ve Ebu Cehil gibiler batılın bayraktarı olmaktadır. Ancak şöyle bir durum daha var: Batıl ehli her zaman Firavun, Nemrut ve Ebu Cehil gibi, aleni Allah Teâlâ'ya ve elçilerine savaş açanlar gibi bir tavrın ve duruşun içerisinde olmayabilirler.
Peygamberlerin safında olduğunu söyledikleri hâlde zalimlere boyun eğenler, zalimlerle işbirliği yapanlar, zalimlerin bayraktarlığını ve askerliğini yapanlar vardır. Ayrıca ilâhî buyrukların hilafına aldıkları kararlarla yönetim erkini ellerine geçirerek toplumsal eksen kalmalarına ve fay hattı kırılmalarına neden olanlar vardır. Bunların içerisinde münafıklar olduğu gibi münafık olmayıp münafıklara özgü tutum sergileyenler olmaktadır. Bu tabloyu biz İsa aleyhiselâma, Musa aleyhiselâma ve hatta Muhammed aleyhiselâma tabi olduklarını iddia edenlerin arasında görebiliyoruz.
Örneğin Hıristiyanlar Pavlus denilen bir rahibin yaptığı "karşı devrim" hareketiyle büyük bir fay hattı kırılmasına neden olmuş ve İsa aleyhiselâma tabi olanlar böylesi eksen kaymaları ile kendi aralarında bölünüp cepheleşmeleri sonucu yüz yıllarca mezhep savaşları yapmışlardı. Sonrasında ise birleşip kendilerinden olmayanlara karşı "Haçlı Savaşları" başlatmışlardı. Bu şekilde yeryüzünde çok kan dökmüşlerdi. Bu "Haçlı Savaşları" son yüz yıldan beri Siyonizme hizmet amacıyla devam etmektedir.
Öyle ki Siyonistler ellerindeki ekonomik güç ile Haçlıları (ABD ve Batı ülkelerini) paravan olarak kullanmaktadır. Özellikle İngiltere'ye öylesine nüfuz etmişler ki, İngilizler Siyonist Yahudilere devlet kurdurmak için Filistin topraklarını işgal ettirmişlerdi. Öyle ki, Siyonistler sinsi entrikalarla dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Bahlfour'dan taahhüdname koparmışlardı. İngiltere'nin ve daha sonra Birleşmiş Milletler'in devreye girmesiyle Filistin toprakları üzerinde bir işgal devleti kurdular.
Siyonistler bu şekilde kutsal Filistin topraklarımıza yerleştikleri ilk günden itibaren katliamlar yaparak işgallerini genişletmeye giriştiler. 14 Mayıs 1948'den bu yana, o gün bu gündür Filistin topraklarında zamana yayılmış bir soykırım yaşanmaktadır. 57 Müslüman ülkeden iki üç tanesi hariç hepsi bu katliamlara, bu soykırıma duyarsızlar. ABD'nin ve Siyonist çetenin piyonu olmuş bu ülke liderleri lânetle anılmayı hak etmektedirler. Eşyanın tabiatı boşluk kabul etmiyor, yapılması gereken yapılmayınca meydan zalimlere ve katillere kalıyor.
İfade ettiğimiz gibi iki üç tanesi hariç Müslüman ülkelerin başındaki siyasîler 7 Ekim'den bu yana yaşanan vahşete, yapılan soykırıma suskunluklarıyla katkı sağlamaktadırlar. Açıkçası işlenen bu cinayetlere ortak olmaktadırlar. Bu yüzden lânetle anılmayı hak ediyorlar.
Batıl ehli olan cenah son derece dayanışma içerisindeler. Müslümanlar 57 parçaya bölünmüş darmadağınık vaziyette. 320 milyonluk Amerika Birleşik Devletleri 2 milyar İslâm ümmetine tahakküm ediyor. Gazze'nin açıklarına getirdiği savaş gemileri ile Siyonist katil sürüsüne hamilik yapıyor. İngiltere ve Fransa "safımız belli olsun" kabilinden onlarda savaş gemilerini orada tutuyorlar. Tam bir dayanışma içerisindeler...
ABD başkanı Joe Biden daha seçilmeden, "Ben de bir Siyonistim, Siyonist olmak için Yahudi olmak gerekmiyor." diyor ve ekliyor, "İsrail'in güvenliği bizim önceliğimizdir." Bu beyanatla katil sürüsüne işleyecekleri cinayetler için cesaret ve teminat veriyor. Ayette geçtiği üzere "Yahudi ve Hıristiyanlar birbirlerinin dostudurlar." (Mâide: 51) Bu dostlukları menfaat ilişkisine dayalıdır.
Bir zamanlar Bush'un, "Bu bir Haçlı Savaşı'dır, ya bizimlesiniz, ya karşı tarafta" diyerek dile getirdiği ifadeler aynı zamanda bizim literatürümüzde kullanılan "Hak-Batıl Savaşı"nın teyit edilmesi anlamına gelmektedir...
Yahudiler ırkî temele dayalı din anlayışına sahip oldukları için hep azınlıkta kalmışlar. Uzun yıllar boyunca hile ve entrikalarını kendilerine hizmet için devşirdikleri "Mason" adı altındaki piyonları vasıtasıyla sürdürmektedirler. Uzun süre "Masonluk" sistemini kullandılar. Gönüllü hizmetçileri o kadar çoğaldı ki şimdi kısmen faal olmalarına rağmen Rotary, Lions Kulüpleri'ne ve Mason Locaları'na da ihtiyaç duymuyorlar. Dünyayı saran holding ve kartelleriyle, banka, borsa ve her türlü ticarete kadar; öte yandan bürokrasiden siyasete, eğitimden sanata kadar her alanda hegemonik inisiyatifi ele geçirmişler. Bu minvâl üzere oluşturdukları kapsamlı sömürü düzeni ile sinsi faaliyetler yürütmektedirler. Böylesi emellerine ilişkin birçok ülkede kendilerine hizmet edecek iş insanları, bürokrat ve siyaset adamı devşirmektedirler...
Bu eşkıya sürüsü Filistin topraklarına yerleştikten sonra zamana yayılmış bir şekilde sistematik soykırım yapmaktadırlar. Bu acımasız canavar sürüsü kadim tarihlerde kendilerine gönderilen nice peygamberleri de katletmişlerdi. İsa aleyhiselâmı çarmıha germe teşebbüsleri de bu kötü geleneğin bir sonucudur. Kadim tarihte uzun yıllar boyunca Doğu Roma İmparatorluğu'nun tahakkümü altında hayatlarını sürdürmüşlerdi. Bu nedenle onların verdiği savaş ekonomi ve ticarî alanda olmuştur. Zanaatı da aynı amaçla kullanmışlardı. Onlar tarih boyunca bulundukları ülkelerin zenginliklerini içten içe ele geçirmişler. Bunların bozgunculukları fark edildiğinde 1492 yılında İspanya'dan, 1493'te Sicilya'dan, 1497'de Portekiz'den kovulmuşlardı. Gemilere bindirilip sürülmüşlerdi. Hiçbir Akdeniz ülkesi bunları almamış ancak Osmanlı bunlara kucak açmıştı. Bunlar Osmanlı toprakları içerisinde zanaat ve ticaretle uğraşırken entrikalarından vazgeçmemişler ve Osmanlı'nın pahidat hazinelerine kadar ulaşmışlardı.
Uzun yıllar sinsi sinsi çalışarak Osmanlı'yı yıkmak için entrikalar çevirmişler ve sonuçta İttihat Ve Terakki Cemiyeti'ni kullanarak Osmanlı'yı çökertmeyi başarmışlardı. Bilinen bir gerçek olarak İttihat Ve Terakki Cemiyeti üyelerinin hemen hemen hepsi tescilli Mason'dur. Osmanlı'yı çökertme emelleri Filistin topraklarında bir devlet kurmak içindi. Nitekim bu şekilde İngiltere'yi kullanarak emellerinin bir kısmına ulaştılar. Asıl amaçları ise "Arz-ı Mevud" dedikleri Mezopotamya topraklarının tamamını ele geçirmektir. Bu yüzden 14 Mayıs 1948 tarihinden bu yana Filistin ve civar coğrafya üzerinde bir şekilde işgal ve katliamlarını sürdürmektedirler. Hak cephesini temsil etmesi gereken Müslümanlar ise kendi aralarında 57 parçaya bölünmüş olduklarından dolayı Siyonist katil sürüsüne karşı bir varlık gösterememektedirler.
Bu nedenle diyebiliriz ki, 57 Müslüman ülkenin başındaki yöneticiler hangi maslahatla, hangi ticarî kaygı ile olursa olsun eğer namus-u ekberimiz olan Filistin topraklarının işgalden kurtulması için çabalamıyor ve mücadele etmiyorlarsa o kişiler batıl ehlidir. Başta da belirttiğimiz gibi, "İslâm ümmetindeniz, Müslümanız" deseler de onlar batıla hizmet ettikleri için batıl cenahındadırlar. Öncelikli olarak Müslüman ülkelerin başındaki siyasîler İslâm Birliği'ni tesis etmeliler ki, ancak bu şekilde Filistin davasına sahip çıkılabilir. "Eğer birlik olmazsanız gücünüz gider, düşmana karşı bir varlık gösteremezsiniz." (Enfâl: 46)
Bu birliğin tesisi için Merhum Erbakan Hocamız D-8'i kurdu. İslâm Birliği için ilk adım atılmıştı ancak Siyonist çetenin içimizdeki piyonları 28 Şubat Darbesi'ni yaparak bu projeyi akamete uğratmış oldular. İran İslâm Cumhuriyeti mesulleri D-8 projesine iştiyakla yaklaşmış, proje içerisinde aktif rol almışlardı. Erbakan Hocamız bu proje bünyesinde "İslâm Barış Gücü'nü de tesis etmek istiyordu.
Çünkü onun Filistin diye bir davası vardı. Ve ısrarla diyordu ki, "İsrail laftan, diplomasiden anlamaz, İsrail güçten anlar." Buna istinaden söz konusu güçten söz ederken, "İslâm'ın NATO'su" ifadesini kullanıyordu. Siyonist çetenin piyonları 28 Şubat Darbesi'ni yapmakla buna engel oldular. Bu proje hayata geçmedi diye elbette hayıflanıyoruz ancak hemen yanıbaşımızda yüreğimize su serpen bir durum da var! Hani birilerinin mezhep üzerinden haklarında olmadık tezviratlarda bulunan şu kapı komşumuz var ya, işte onlar bu ümmetin yüzakı oldular.
Nasıl mı? İslâm Devrimi gerçekleştiğinde Devrim Lideri İmâm Humeynî verdiği talimatla Devrim Muhafızları Ordusu bünyesinde "Kudüs Gücü" diye bir yapı oluşturulmuştu. İşte bu yapının Filistinli özgürlük savaşçısı örgütlerle irtibata geçip onlara her türlü askerî mühimmatı ulaştırması sonucu uzun yıllar verilen bir mukavemetle 2005 tarihinde Gazze işgalden kurtarılmış oldu. Bu tarihten sonra düşman belirli aralıklarla Gazze'yi tekrar işgal edebilmek için saldırılarda bulundu fakat her seferinde hezimetle geri çekilmek zorunda kaldı...
Batıl cephesinin endişe ve korkusu biz Müslümanların beklenti ve temennisi ise domino etkisi ile diğer Müslüman ülkelerde de İran coğrafyasında yaşanan devrimin bir benzerinin tahakkuk etmesidir.
Dönemin Siyonist çete lideri Menahem Begin İran İslâm İnkîlabı vuku bulduğunda korku ve endişesini şöyle dile getirmişti: "Bizim için kara günler başlamıştır."
Merhum İmâm Humeynî domino etkisi adına diğer coğrafyalarda yaşayan Müslümanlara seslenerek, "Ey Müslüman kardeşlerim bulunduğunuz yerde hep birlikte kıyam edin, hakkınızı dişinizle, tırnağınızla söküp alın." Bu hak elbette yönetim hakkıydı. Zira tağuti rejimlerin Müslüman halklar üzerinde velâyet ve vesâyet yetkisi yoktur. (Nisa: 141)
Onlar bertaraf edilmeli ki, İslâm ümmeti vesayetten kurtulup izzet ve şerefine kavuşmuş olsun ve bu şekilde Müslümanlar Filistin davasına sahip çıksın. Maatteessüf ki, İmâm Humeynî'nin bu çağrısına "lebbeyk" diyen çok az bir grup çıktı. İş başa düşmüştü ve bu nedenle İmâm Humeynî Devrim Muhafızlar Ordusu'na talimat vererek "Kudüs Gücü" birliğini kurdurdu. Bu yapı kurulduğu günden bu yana alanda savaşım vermektedir. Nice bedeller ödeyerek merhaleler katledildi. Fakat olması geren bunun çok ötesindeydi.
Olması gereken tahakkuk etmeliydi ki, asıl karanlık günler Siyonist çete için vuku bulmuş olmalıydı. Evet, İslâm Devrimi ile birlikte Siyonist çete için karanlık günler başlamıştı ama zevali için daha vakit vardı. Kudüs Gücü Hamas, İslâmî Cihad ve Hizbullah eli ile Siyonist çeteye darbe üzerine darbe vurmaktadır. Siyonist çete Arz-ı Mevud hedefi için geri adım atarak mevcut durumunu korumanın derdine düştü. İşgal altında tuttukları yerleşim alanlarının etrafını yüksek beton duvarlarla çevrelediler.
Belirli aralıklarla Gazze'ye saldırması kendi güvenliğini teminat altına almak için, ancak korkunun ve bu tür saldırılar onların eceline faydası olmayacaktır. 7 Ekim'den bu yana yoğun ve orantısız olarak yaptıkları bombardımanlar tam bir soykırım örneğidir. Bütün dünyanın gözü önünde yaşanan bu vahşete ne İslâm İşbirliği Teşkilatı ne Birleşmiş Milletler dur demiyor. Müslüman ülkelerin çoğu sessizliğe bürünmüş. Ticarî kaygılarından dolayı en pespaye bir şekilde olmadık mazeretlerin arkasına sığınıyorlar. Hiç kuşkusuz bu mazeretleri mahşer günü geçerli olmayacak. Bunların sessizliği katliama katkı sunmaktadır. Bunlar Siyonist çetenin suç ortaklarıdırlar.
Siyonist çete ve zulümde onlara ortak olanlar hep birlikte yenilecekler ve cehenneme sürülecekler.
Rehberin ifade ettiği gibi şunu bilmiş olalım ki, "Bu savaş, Gazze ile İsrail'in savaşı değil, Hak ile Batıl'ın savaşı, istikbar ve imanın savaşıdır." Evet, Batıl ehli tüm taraftarlarıyla birlikte yenilecek ve cehenneme sürülecekler. (Hazım Koral - Hürseda Haber)