Gazze'deki Soykırım Filistin'e İhanetin Sonucu
Terminolojik olarak "soykırım" sözcüğü savaş koşulları ile kıyaslanmayacak şekilde orantısız güç kullanılarak bir halkın yaşlı, genç, çocuk, sivil ve cinsiyet ayırımı gözetmeden topyekûn katliama tabi tutulma hadisesidir.
Oxford Languages sağlayıcısından yapılan tanıma göre soykırım kelimesi şu anlama gelmektedir: "Siyasal, ulusal, ırksal ya da dinsel bir nedenle, azınlık durumundaki bir insan topluluğunu soyca yok etmeyi amaçlayan toplu öldürme eylemidir." Soykırım sözcüğü Latince "genosit" olarak ifade edilmektedir. Türkçe "jenosit" olarak telaffuz edilir.
Soykırım hadisesi savaş koşullarına benzemediği ve savaştan maada "ayrımsız toplu katliam" olduğu için kamu vicdanı tarafından asla kabul edilen bir durum değildir.
Tarih boyunca savaşlar genel anlamda ülkelerin muharrib güçleri arasında yapıldığına tanık olmaktayız. Hatta tarihte savaşlar meskûn mahâl dışında yapılırmış. Sonuçta galip gelen taraf o topraklara ve o şehirlere hakim olurmuş. Soykırım ise Moğollar örneğinde olduğu gibi sivil yerleşim alanlarında toplu katliam yapılırmış. Biz bunu Amerika kıtasında da görmekteyiz. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden gidip Amerika kıtasında koloniler oluşturanlar daha geniş arazilere sahip olmak için Kızılderili halka soykırım uygulamışlardı. ABD bu geleneğini okyanus ötesi ülkelerde de uyguladığını biliyoruz. İkinci Dünya Savaşı'ında teslim olmuş Japonya'ya iki tane atom bombası atarak dünya tarihinin en dehşet verici barbarlığına imza atmıştı. Soykırımcı ABD aynı zihniyete sahip olan Siyonist çeteye her türlü silah ve teknik ekipman desteğinde bulunarak 76 yıldan beri süren soykırıma en büyük desteği veren ülkedir. Gerçi bu desteği biz İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde de görüyoruz. Dolaylı desteğe gelince ne yazık ki başta bölgedeki Arap ülkeleri olmak üzere birçok Müslüman ülkenin de destek olduğuna şahit olmaktayız. Bu destek özellikle ekonomik olarak verilmektedir...
Soykırım hadisesi kadim tarihlerden beri uygulanmış bir yöntem olmakla birlikte çok istisnai bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında savaşlar da arizî bir durumdur ve kamu vicdanı tarafından sevilmez. İslâm dininde de bu böyledir. İslâm'da savaş son seçenektir ve mücbir bir sebep olmadıkça yapılmaz. İslâm'da savaş zulmü ve kötülüğü bertaraf etmek için yapılır ve savaşın hukuku vardır. Savaş esnasında kadınların, yaşlıların, kısacası sivillerin dokunulmazlığı vardır. Birleşmiş Milletler'in manifestosunda da savaş hukukuna ilişkin kurallar vardır. Hastaneler, mabedler, okullar ve sığınma alanları vurulmaz. Bu kuralı ihlâl eden ülkelere "Birleşmiş Milletler Adalet Divanı" kapsamında yaptırım hakkı vardır. Bu yüzden Güney Afrika hükümeti Siyonist çete liderlerinin yargılanmaları için Birleşmiş Milletler Adalet Divanı'na müracaatta bulundu. Müslüman ülkelerin çoğu Siyonist çetenin ekonomik tahakkümü altında olduğu için böyle bir girişimde, böyle bir cürette bulunamadılar. Bu onur Güney Afrika Cumhuriyeti'ne nasip oldu. Gazze için kılını kıpırdatmayan Müslüman ülkelere ise zillet nasip oldu. Bir de yeri gelmişken sormuş olalım: Yemen ve İran'ın attığı füzeleri İsrail'den önce engelleme çabasına giren 8 Müslüman Arap ülkesine nasıl bir sıfat yakıştırmasında bulunalım? Okuyucumuz ona karar versin! Ayrıca haksızlık yapmamak için şunu da belirtmiş olalım ki, katil Siyonist çeteyi koruma refleksinden ve lojistikten Türkiye'yi de muaf tutamayız. Kürecik Radar Üssü bu vazifeyi bil fiil yerine getirdi. Öyle ki bu işin mesulleri şöyle bir mazerette bulunuyorlar: "Kürecik Radar Üssü NATO'ya ait olması hasebiyle istihbarat NATO merkezine verilmektedir." Biz de sormuş olalım: "NATO merkezinde yetki makamı ve istihbarata birinci elden ulaşan hangi ülke veya ülkeler?" Hiç kuşkusuz cevap: "ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve diğer Batılı ülkeler" olacaktır. Peki yine sormuş olalım: "Siyonist katil sürüsüne silah, askerî ekipman ve her türlü mühimmat veren, hatta milyarlarca dolar nakdi yardımda bulunan hangi ülkeler?" Cevap: "Başta ABD olmak üzere diğer bütün Batılı ülkeler." Peki bütün bu imkânları Siyonist katil sürüsüne sunanlar "istihbarat" vermezler mi?" Sonuç olarak, soykırımcı katile "yardım ve yataklık yapmak" kapsamında Türkiye bu suçtan muaf değildir. Meğer NATO'ya girmekle ne kadar büyük bir hata yapmışız. O günün siyasîleri NATO'ya girmektense İslâm Birliği için çaba sarf etmeliydiler. Merhum Erbakan Hocamız D-8 ile bunu yapmaya teşebbüs etti fakat içimizdeki Siyonistseverler buna engel oldular. Eşyanın tabiatı boşluk kabul etmiyor. Bakınız, Filistin topraklarında 1948'den beri zamana yayılmış soykırım yaşanmaktadır. O topraklarda normal bir savaş söz konusu değil. Daha kısa süre öncesine kadar Filistinli gençlerin elinde sadece taş ve sapan vardı. Karşılarında ise başta ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya olmak üzere bütün Batılı ülkelerin her türlü mühimmatla desteklediği işgalci İsrail var. Bu Siyonist çete, kutsal Filistin topraklarımız üzerinde 76 yıldan beri dur durak bilmeden yıkım, işgal ve katliama devam etmektedir. Bütün dünya biliyor ki, Siyonist çetenin yaptığı soykırımdan başka bir şey değildir. Soykırım ise insanlık dışı bir suçtur. Tek kelime ile soykırım vahşettir, canavarlıktır. Çocuk, kadın, yaşlı ve savunmasız insanların topluca katledilme teşebbüsü elbetteki canavarlıkla tavsif edilir. Siyonist katil sürüsü 76 yıldan beri sürdürdüğü bu soykırım durdurulmazsa Arz-ı Mevud hedefine ulaşmak için Anadolu topraklarına tasallut edecektir. Bundan zerre kadar şüpheniz olmasın. Bu sınır tanımayan ve sınırını Birleşmiş Milletler'e deklare etmeyen canavar bütün Mezopotamya topraklarını hedef ve kapsamına almış bulunmaktadır. Her bir Siyonist çete askerinin kolunda, içerisinde Güneydoğu illerimizin de bulunduğu "Arz-ı Mevud" harita amblemi (peç/rozet) bulunmaktadır. Bunların ileri gelenleri bu emellerini sıklıkla ve cüretkârca dile getirmektedirler. Bu nedenle diyebiliriz ki, Hamas, Hizbullah ve tüm "Direniş Cephesi" bileşenleri Gazze'de ve Güney Lübnan sınırlarında verdikleri mukavemetle bir yönüyle "ileri hat savunması" yapıyorlar. Buna askerî terimle "lumbarağzı savunması" da diyebiliriz...
Olması gereken Birleşmiş Milletler'den bir beklentiye kapılmadan bütün Müslüman ülkeler kendi aralarında oluşturacakları yeni bir konsorsiyum çerçevesinde Gazze'ye askerî güç göndermeleridir. "Efendim, Siyonist çetenin, ABD'nin ve Avrupa Birliği'nin Müslüman ülkelerin üzerinde siyasî ve ekonomik yaptırım gücü varken bu nasıl yapılır?" diyenlerinizi duyar gibiyiz.
Oysa "Kadir-i Mutlak olan Allah Celle Celâlühü" biz İslâm ümmetine zalimi bertaraf edecek potansiyel güç vermiş. Bu potansiyeli vermemiş olsa şu âyeti inzâl etmezdi: "Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rüsvay etsin, onlara karşı size yardım edip zafer yolunu açsın, müminlerin gönüllerini ferahlatsın." (Tevbe: 14) Şu hâlde mahşer günü mazeret olarak geçerliliği olmayacak üzerimizdeki rehavet ve miskinlikten kurtulmalıyız. Yusuf aleyhiselâmı kuyuya atan ve kardeşlerini orada çaresiz bir şekilde bırakanlar gibi olmamalıyız. Rabbimiz bize yardım etmeyi vadediyor. Müslüman ülkelerin başındaki siyasîler bu vaadi idrak etmeli ve Filistin için, Gazze için harekete geçmeli. Aslında, işin başında, yani 1948'de harekete geçilmeliydi. Bu olmadı. Önceki siyasîler bu mesuliyeti ihmâl etti. Hiç olmazsa şimdikiler birlik olarak, güç birliğine giderek bir şeyler yapmalı. Yapmalılar ki lâneti hak etmekten kurtulsunlar. Müslüman halklar ise yöneticilerinin harekete geçmesi için sivil inisiyatif baskısı oluşturmalıdır. Buruç Sûresi'nde geçen seyirciler gibi olmamalıyız. Ateş çemberine alınan insanlara yapılan işkenceleri seyretmek hangi insanlık anlayışına sığar? 7 Ekim'den bu yana çocukların, kadınların, bi çare insanların feryadı arşa yükseliyor. Bugüne kadar 40 bine yakın insan katledildi. Bunların 15 binden fazlası bebek ve çocuk. Bu vahşeti ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi gâvur ülkeler seyretmekle kalmıyor ve saflarını belirleyip katil soykırımcıya başta silah olmak üzere her türlü yardımda bulunuyor. Müslüman ülkelerin çoğu da ne yazık ki bu yapılan vahşeti seyrediyor. Bir kısmı ise Yemen ve İran'ın attığı füzeleri önlemek için seferber olmuş vaziyette. Bu nasıl bir zillettir? Bu nasıl aşağılık bir durumdur? Hiç kuşkusuz, tarih bunları lânetle anacaktır. Bakınız Rabbimiz ne buyuruyor: "Size ne oldu da Allah yolunda ve 'Rabbimiz, .... bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!' diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?" (Nisâ: 75)
Savaş bodoslama Mehmetçiğin Gazze'ye gönderilmesi değil, savaş organize işidir. Siyonist çete ve hamileri ABD, İngiltere ve Fransa nasıl ki bölgede organize olmuşlarsa, Siyonist katiller daha rahat cinayet işlemeleri için ABD, İngiltere ve Fransa nasıl ki deniz kuvvetlerini bölge karasularına getirip teyakkuz hâlinde nöbet tutuyorlarsa biz de birkaç Müslüman ülke olarak bir araya gelip oluşturacağımız muharrib gücü Gazze'ye yollamalıyız. Bunu yapacak potansiyel bizde var. Bütün mesele Müslüman ülkelerin başındaki siyasîlerin beklenen somut adımı atmalarıdır. Müslüman ülkelerin başındaki siyasîler eğer bu somut adımı atmazlarsa hem Allah Teâlâ indinde, hem ümmet nezdinde haindirler ve lâneti hak etmiş olacaklardır. Hiç kuşkusuz tarih de onları lânetle anacaktır. (Hazım Koral - İslamianaliz)