Tevhid'i Kıble Edinmek
Namaz’da Kâbe’ye, hayatta Kur’an’a yönelmek, tevhid’i kıble edinmektir. Ehl-i kıble, Kur’an’la işlerini yürütenlerdir. Kur’an’sız idare olunmaya rıza gösterenler, işlerini Kur’an’a danışmadan, Kur’an’a uymadan yapanlar, ehl-i kıble’den sayılmayanlardır.
Kâbe’yi kalbe dönüştürenlerin azad kabul etmez vazifelerinden birisi de, hayatı Kâbe’ye dönüştürmektir. “Durdum divanına... Uydum Kur’an’ına... Yönüm Kıbleye... Kıblem Kâ’be’ye.” diyenler, hayat defterlerinin hesabını tevhid’in onayına sunmak mecburiyetindedirler. Tevhid’in onaylamadığı bütün hayatlar, merdud hayatlardır.
Mü’min insanlar tarafından ikame edilen her namaz, “Kıble ahdi”ni, yenilemedir. Namaz’da kıblesi Kâbe, devlet yönetirken kıblesi Avrupa olanlar, henüz tevhid’i kıble edinmemiş olanlardır. Tevhid, hayatın her alanında kıblenin Kâbe olmasıdır. Kıblenin Kâbe olması, hayat kanunlarının vahiyden alınmasıdır. Dolayısıyla kıblesi tevhid olanlar, hayat kanunlarını Kur’an’dan alanlardır. Ferd, aile, cemiyet ve devlet seviyesinde hayat kanunlarınızı Kur’an’dan almıyorsanız, Kur’an’dan alınma mecburiyetini duymuyorsanız, siz kıbleniz Kâbe değildir. Bu durumda siz kıblesiz kalmışlardansınız. Acı da olsa bu, böyledir.
İslâm’ı ulusal kimliğin tamamlayıcısı veya meşrulaştırıcısı bir alt unsura indirgemek için çaba sarf edip hesap yapanlar, kıblesiz kalanlardır. Hayatınızda önce imanınızın gereğini yerine getirmiyorsanız, imanınızın gereği yerine başka şeylerin gereğini yerine getiriyorsanız, henüz tevhid’i kıble edinmemişsiniz demektir. Tevhid’i kıble edinmek; ucuz olanı değil, helal olanı tercih etmektir. Kur’an’la ölecek kadar Kur’an insanı olmayanlar, tevhid’i kıble edinmişler sayılmayanlardır.
Mü’min olduğumuz için Kur’an okuyoruz. Kur’an okuduğumuz için Müslüman oluyoruz. İnsanları davet ettiğimiz bu Kur’an bize ait değil, Rabbimize aittir. Bu Kur’an bizim fevkimizdedir; biz ona muhtacız o bize muhtaç değildir.
Tevhid’i kıble edinmek; her şeye Allahû Teâla’dan ötürü alâka duymaktır. Rabbimiz buyuruyor: “De ki: “Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’am Sûresi/ 62)
Tevhid’i kıble edinmek; her yerde ve her zaman Allah için Allah ile olma ciddiyetini müdrik olmaktır. Muhtaç olduğunuz kuvveti kalbinizdeki imanda değil, bedeninizdeki kanda arıyorsanız, siz tevhid’i bırakmış başka kıblelere kapılmışsınız demektir.
Tevhid’i kıble edinmek, idarenin iradesini Allah’ın hükmüne ve hâkimiyetine bağlamaktır. İdarelerinin iradesini Allah’ın hükmüne ve hâkimiyetine bağlamayanlar, bağlamak için söz ve işbirliği yapmayanlar, Allah’tan başkasına bağlı olanlar ve bağlı kalanlardır. Onların kıblesi, Kâbe değildir. Çünkü onlar, kalplerin kıblesi tevhid’i kaybetmişlerdir.
Tevhid’i kıble edinmek, kıblesizlerden kurtulmaktır. İmam-ı Rabbânî (Rh.a.) Mektûbât’ında, “Tevhîd-i Kıble et!” tabirini kullanıyor. Rableştirilen “ruhani”lerden, ilahlaştırılan “siyasi”lerden, kutsanan “aydın”lardan kurtulmanın çelişkisiz çaresi, tevhid-i kıble edinmektir. Saadet-i Dareyn’nin menşei, mebdei, menbaı bila şekü şüphe tevhiddir. Tevhid, varoluşun mayası, dünya âhiret saadetinin yegâne sigortasıdır.
Yolumuz birbirimize Allah için sevmeyi, Allah için buğzetmeyi, Allah için konuşmayı, Allah için yapmayı öğretmekten geçmiyorsa, biz hiçbir yere varamayacağız demektir. Müslüman olup da yerlerinde sayanlar, Allah için yaşamayı birbirlerine öğretme zahmetine katlanmayanlardır. Kıbleli yaşamak, şeriksiz, şirksiz imanlı yaşamaktır. Kur’an’ın ayetlerinin kanatları altında geleceğe kanatlanmaktır.
Tevhid-i kıble edinmek; hayatı parsellemekten vazgeçip kıble’nin kazandırdığı, Rabbin huzuruna duruşun inşa ettiği istikamet hassasiyeti içinde bir hayat kurabilmektir. Ka’be’yi tavaf eden, Ka’be’yi bir kıble ibresi gibi yüreğine kazımıyorsa, henüz tevhid-i kıble edinmemiş demektir. Şunu bilelim ki; Müslüman toplumlar kıblesini şaşırmış toplumlar olmaktan kurtulmadıkça ve tevhid-i kıble etmedikçe, dünya değişmeyecektir. Dünyanın değişimi, Müslümanların tevhid-i kıble edinmelerine bağlıdır. Tevhid-i kıble edinmek; kalbi, dünyevi dağılmalardan, savrulmalardan, kayboluşlardan çekip toparlayan bir misyona sahiptir. Onu kaybedenler, kaybolmaya mahkûmdurlar. Mezhepleri ve meşrepleri farklı olan Müslümanların meşreplerinin, mezheplerinin, ırklarının farklılığını engel yapmadan onların meşru faaliyetlerine sahip çıkmak, Tevhid-i Kıble edinme cümlesindendir.
Tevhid’siz insanın kıblesi olmaz. Tevhid’siz kalan insan, kalbi dayanıklıktan yoksundur. Hayatın bütün acıları ve sancıları onunladır. Çünkü Tevhid’sizlik, tükenmez dramdır. Tevhid, kalbin sahte ilahları ve onlardan kaynaklanan her şeyi tekmeleyip yalnız Allah’a yönelmesidir. Şurası bir hakikattir ki; kıble, kalpleri Ka’be etrafında toparlıyor ve bir bütün halinde Allah’a sunuyor. Dolayısıyla tevhid-i kıble edinmek, kalb ve kalıbı birlikte tereddütsüz Allah’a sunmaktır. Kalbler mü’minleşmedikçe hayatlar mü’minleşmez. Kalbler ve hayatlar mü’minleşmedikçe tevhid-i kıble gerçekleşmez. (Mustafa ÇELİK)