Raşid halifeliğe dönmekten başka çaremiz yoktur(1)
İslâm coğrafyasının sakinleri olarak kederin, hüznün, kaygının, acının tavan yaptığı günler yaşıyoruz. “İllet, kıllet ve zillet” üçü birlikte yakamıza yapışmış. Halifesiz geçen günlerin bedelini ödüyoruz. Coğrafyamız cinnet karargâhına dönüşmüş. Sessiz ve kelimesiz ölümler nefeslerimizi kesiyor. Sözcükler yetim, sevgiler öksüz. Hilafetin ilgasıyla birlikte İslâm coğrafyasında içtimai bünye çözüldü, iktisadi kaynaklar yağmalandı, ahlâkî çürüme derinleşti, dinsiz ve donsuzlar, İslâmî hayatı sınırlamak ve sıfırlamak üzere birleşti. Müslüman olarak meselelerimizin ve müesseselerimizin koruyucusu ve kollayıcısı merkezi noktası, altyapısı olan Hilafet lağv edilip ortadan kaldırıldı. Yani İslâmî hayatın altyapısı çöktürüldü. Hayatın altyapısının çöktüğü, çöktürüldü bir coğrafyada hayat insiyaki hale gelir. Bu hali izah edecek hiçbir fikir, hiçbir ideoloji, hiçbir sosyoloji yoktur. Tek çare İslâmî hayatı ayakta tutan fıtrî merkeze yani el- Hilafetü’r Raşide’ye yeniden dönmektir.
Türkiyeli Müslümanlar olarak ilmi çoğalan, âlimi azalan ve zalimleri her gün biraz daha kuduran bir toplumun sakinleriyiz. Bugünlerimiz Yunanlı Filozofların sihirli hurafesi demokrasi adına ipotek altına alınmış, yarınlarımız üzerinde bize düşman nesiller yetiştirme planları yapılıyor. Müslüman olarak dinimizle idare olunma hakkımızı kullanmak da ahirete erteleniyor. Oysa ki, biz Müslümanlar ahiret merkezli bir dünya dininin mensuplarıyız. Dinimizle ahirette değil, bu dünyada idare olunacağız. İslâm, bu dünyada uygulansın diye gönderilmiş olan bir dindir.
Allah’ın dini, bir idare sistemidir. “Rabbimiz Allah’tır” diyenler, bir tek Allah’ın diniyle idare olunacaklardır. Allah’a kul olanların Allah’ın diniyle idare olunmalarına engel olmak, onlara her gün işkencede bulunmaktır. İslâm’la idare olunmayan Müslümanlar her gün işkence görüyorlar. Müslümanları işkence görmekten kurtaracak olan bir tek sistem vardır. Hiç şüphesiz o da “el- Hilafetü’r Raşide” dir. Üsve-i Hasenemiz /örnek ve önderimiz Hz. Muhammed (sav) buyuruyor: “Sizden kim yaşarsa çok ihtilaf görecektir. Size vacip olan benim sünnetim ve hidayette olan Raşid Halifelerimin sünnetine uymanızdır. Bu sünnetlere tutunun ve azı dişlerinizle ısırırcasına bunlara sıkı sıkı sarılın. Dinde sonradan uydurulan işlerden sakının, sonradan çıkarılan şey bidattir. Ve her bidat sapıklıktır.” (Sünen-i Tirmizi,ilim: 16, H. no. Hasen hadis diyor, 2676,5/44; Sünen-i Ebû Davud, süne: 5, Avnu’I-Ma’büd 12/359; Sünen-i ibnu Mâce, Mukaddime 6, h.No. 42 1/15, Ahmed 4/126, Darimi Mukaddime 6, Ebû Nuaym diyor ki: Hadis Ceyyid. Camiu’1-Ulüm ve’I-Hikem Sh: 243 e bak.) Hz. Muhammed (sav)’i anmak ve anlamak isteyenler, bu hadis-i şerif’te yer alan “Sünnet-i Hulefa-i Raşidin”i inceleyip gönüllerine, günlerine ve gündemlerine taşısınlar. Sünnet-i Hulefa-i Raşidin’e yapışmakla ilgili Peygamber (sav)’in bu emri, aynı zamanda el- Hilafetü’r Raşide’nin kurulması için de verilmiş bir emir demektir. İhtilaflara boğulmuş, tefrika tehlikesinin içine düşmüş; dağılmış, parçalanmış, bölünmüş Müslümanları bir araya getirmenin, tek ümmet birliğini sağlamanın yegâne meşru yolu, el- Hilafetü’r Raşide’dir. Bu hadis-i şerif’ten anladığımız kadarıyla el- Hilafetü’r Raşide’ye dönmek, Peygamber Sevdalılarının müştereki aslisidir!
Bütün Müslümanların “Raşid Halifelik” vasfını verdikleri dönemin, otuz yılla sınırlı olduğu malumdur. Bu dönemde; Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (Allah hepsinden razı olsun) hilafet vazifesini eda etmişlerdir. Ehl-i Sünnet ve’l Cemaate mensup olan müctehid imamlar; ilk otuz yıllık hilafet dönemini, İslâm’ın siyasi rejiminde, dikkate alınması gereken mükemmel model olduğunda icma etmiştir. (Siyasetü’l İslâmiyye/ M. Ziyaûddin Er- Reyyis, Sh: 112, Kahire/1979; Devlet ve Siyaset/Yusuf Kerimoğlu, Sh:212, Ankara/2008) “İslâm’ın beli bir yönetim biçimi yoktur. Hilafet dini değil, tarihi bir kurumdur” diyenler; ya Hz. Muhammed (sav)’in Peygamberliğine inanmıyorlar veya yukarıdaki hadis-i şerife itibar etmiyorlar. Şeyhülİslâm Mustafa Sabrî (Rh.a.); “Hilafetin ilgası,dinin ilgasıdır. Hilafeti ilga edenler, memlekette hâkimiyet-i diniyyenin mümessili olan Şeriat mahkemelerini ilga ettiler. Memleketi dinden ayırıp mürted yapmak için hilafeti hükümetten ayırdılar.” (en-Nekir alâ Münkirî’n –Ni’meti mine’d-Dinî ve’l Hılâfeti ve’l Ümmeti (Şeyhülislâm Mustafa Sabrî) Sh: 86, Beyrut/ 1342) diye feryad ediyor. Dolayısıyla hilafete dönmek, dine dönmek demektir. Yani Hilafete dönmek, Allah’ın gönderdiği din ile idare olunmaya karar vermek demektir. Müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen dinleriyle idare olunma konusunda kararsız kalanlar, karanlık dehlizlerde kendi kutsallarıyla savaşmaktan kurtulamazlar. Kendi diniyle savaşan dini darlar, İslâm coğrafyasının en büyük belâlarıdır!
(Yeni Akit)