Ak Parti Neden Geriledi? Gerileme Sürer mi?
Bu seçimden herkes bir sonuç çıkarabilir. Ancak seçmenin adeta haykırırcasına verdiği ortak tepkiyi görmemek yanlış olur.
Seçmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a; onun kişiliğinde partide yükselen otoriterleşmeye; özgürlükleri baskılama eğilimine; devleti tek parti devleti gibi yönetme girişimlerine; toplumu kutuplaştırmaya; mahkemelerin bir siyasi partinin emrinde gibi hareket etmesine; israfa ve yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık iddialarına; kendisini devlet sanan ve milletle bağını koparan bir ekibe ve Kırmızı Kitap’a, MGK’ya sığınacak kadar devletçi ve Ulusalcı reflekslere sürüklenmiş bir lidere sert bir şekilde ‘dur’ dedi, adeta isyan etti…
Bunu AK Parti’nin neredeyse 10 puan düşen oyundan da anlayabilirsiniz, diğer partilere oy veren seçmenin ruh halinden de…
Örneğin CHP’ye oy veren seçmen Kılıçdaroğlu’nun seçilmesinden evvel Erdoğan’ın ve AK Parti’nin seçilmemesi için oy verdi. CHP seçmenini sandığa götüren en önemli saik iktidar olmak değil, iktidarın yanlışlarını durdurmaktı…
Benzeri tespitler MHP için de yapılabilir. MHP lideri Bahçeli’yi ilk kez bu kadar sinirli ve sert gördük. Öylesine patlama noktasına geldi ki, karşı tarafa ‘şeref yoksunu’ bile dedi. Meral Akşener’e atılan iftira ve sonrasında takınılan ‘pişkin tavır’ sadece MHP’lileri değil, herkesi isyan ettirdi. Bu ve bunun gibi birçok olay nedeniyle MHP seçmeninin de sandıktaki ilk amacı Erdoğan’a ve AK Parti’de büyüyen hoyratlığa, vurdumduymazlığa, ‘ben devletim kime ne’ciliğe isyan etmek, onu durdurmaktı.
CHP ve MHP seçmeni için yaptığımız tespitleri HDP seçmeni için hayli hayli yapabiliriz… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi kurduğu Çözüm Süreci masasını seçimlere çok az bir süre kala adeta tekmelemesi, “bu ülkede Kürt sorunu yoktur” çıkışı ve seçimlere giren bir partiyi ‘terör örgütü partisi’ ilan etmesi seçmeni çok rahatsız etti. HDP’ye oy veren ve Kürt sorunu ile çok az ilgisi olan ve ‘emanet’ denilen kesimin HDP gibi kendilerine uzak bir partiye oy vermelerinin tek nedeni ise elbette Erdoğan’dan ve AK Partİ’den duydukları rahatsızlıktı. Bu insanlar belki de çaresizlik içinde HDP’ye oy verdiler.
CHP, MHP ve HDP gibi Meclis’e yansımayan oyların da ortak noktası Hükümetin ve Cumhurbaşkanının hatalarına duydukları öfke idi… Kısacası halkın neredeyse % 60’ı aslında aynı şeye, yani Hükümetin ve Erdoğan’ın değişmesine, hatalarını düzeltmesine oy vermiş oluyor.
AK PARTİLİLER DE KIZGIN
AK Parti cenahına gelecek olur isek, yaşananlar onları da rahatsız etti, hala da ediyor. Diyanet İşleri Başkanı’na makam uçağı teklifi ve makam araçlarına ‘çerez parası’ denmesi sanmayın ki AK Parti seçmenini de mutlu etti… Muhaliflerin hemen hepsinin ‘paralel’ ilan edilmesi, kavga edilen kesimlere dünya basının dahi eklenmesi partinin kendi milletvekillerinde dahi huzursuzluğa yol açıyor...
Yolsuzluk ve rüşvet dosyalarının haksız yere kapatıldığını parti içinde hemen herkes kabul ediyor. Örneğin Egemen Bağış ve Zafer Çağlayan hakkında partide olumlu konuşan neredeyse kimseyi görmedim…
Özetle AK Parti’nin içi huzursuz, rahatsız… Rahatsızların başında ise Başbakan Ahmet Davutoğlu ve onun gibi diğer kıdemli isimler geliyor.
Bu durum seçim sonuçlarından da belli aslında. Bu seçimlerde oy kaybeden tek parti AK Parti ise ve oy düşmesi 10 puana yaklaşmış ise AK Parti yanlış yolda demektir. Duygusal kopuş zirve yapmış demektir… Dahası AK Parti’nin aldığı oyun belki de bir 10 puan kadarı ortada oylar. Yani AK Parti hatalarına devam eder ise önümüzdeki genel seçimlerde belki de AK Parti’nin alacağı oy % 30’lara düşecek…
AK Parti bu mesajları doğru okuyamaz ise, yani kendisini eleştirmek yerine gerçekleri eleştirir ise sonucun ne olacağını tahmin etmek zor değil.
DAVUTOĞLU MASUM MU?
Ortada bir Erdoğan sorunu olduğu belli. Erdoğan ilk dönemki lider değil. Etrafı kuşatılmış, Suudi kralları gibi kendisine devasa bir saray yaptırıp, etrafını 3 metrelik duvarlarla örmüş bir lider… Burada, kendisine Yiğit Bulut ve Egemen Bağış gibi danışmanlar tutmuş birinden bahsediyoruz, düşünün artık…
Kendi oluşturduğu medyasıyla, iş dünyası ile kurduğu alışılmışın dışında ilişki ağıyla ve herkesi azarlayan tarzıyla Erdoğan’ın AK Parti için büyük bir soruna dönüştüğü açık. AK Parti’yi yükselten, bugünlere getiren Erdoğan son yıllardaki tavrıyla kendi inşa ettiği partiyi adeta yıkıyor, yerine Erdoğan Partisi inşa etmeye çalışıyordu, seçmen buna ‘dur’ dedi.
Ancak düşüşte tek sorumlu Erdoğan değil. AK Parti gibi ortanın sağında yer alan, milli, milletçi ve İslami olma iddiasındaki bir partinin lideri Kırmızı Kitap’a ve MGK’ya sarılırken dahi partiden ciddi bir itiraz gelmedi. Perinçek’in ideolojisi Erdoğan eliyle AK Parti’ye taşınmaya çalışılırken dahi parti sessiz kaldı. Sanki herkes davayı savunmaya vakit ayıramayacak kadar bir şeylerle meşguldü…
17 Aralık ve 25 Aralık iddiaları aslında çok somuttu. İddia edilen bir takım kişilerin hırsızlık yaptığı, usulsüzlük yaptığı ve rüşvet aldığıydı. Bu iddiaları ortaya atan sizin dostunuz da olabilir düşmanınız da, ancak bu kadar vahim ve somut iddialar ortada dururken sessiz kalabiliyorsanız orada derin ahlaki sorunlar veya korkular var demektir...
İddialarda adı geçen herkes yargılansaydı ne olurdu?
O 4 bakan, Reza Zarrab, bakan oğulları, hatta dönemin Başbakanı Erdoğan’ın oğlu dahi yargılansaydı ne olurdu?
Neden, kimden korkuldu?
Eğer bu insanlar tertemiz ise adil bir mahkemeden korkmaya ne gerek vardı ki?
Eğer Bakan çocukları yargılansaydı ve masum çıksalardı o zaman daha iyi olmaz mıydı?
Parti’de bunu dillendiren kimsenin olmaması düşündürücü değil mi?
Ama olmadı! Kimse Reis’e itiraz edemedi. Fikri ve imani dava, dönemsel çıkarlar karşısında mağlup oldu.
DÜŞMANLAŞTIRICI BİR DİL – SAVAŞ DİLİ
Benzeri bir tabloyu maalesef seçim kampanyasında da gördük. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanlışlarını sonuna kadar gören Başbakan Ahmet Davutoğlu, belki de fitne çıkmasın diye Erdoğan’ın hatalarına itiraz edemedi. Bunu bir noktaya kadar kabul edebilirdik belki, ancak bu hatalara kendisinin de yeni hatalar eklemesi bardağı taşıran damla oldu.
Seçim kampanyası boyunca Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, tıpkı Erdoğan gibi, dışlayıcı hatta düşmanlaştırıcı bir dili tercih etti. CHP, MHP ve HDP için “legal görünümlü partiler” dedi, her birinin bir terör örgütü ile birlikte çalıştığını öne sürecek kadar ileri gitti.
Davutoğlu, 24 Mayıs 2015 Manisa mitinginde seçim heyecanı ile izah edilemeyecek cümleler kurdu, tüm muhalefeti meşhur Kırmız Kitap’ta tanımlanan ‘iç tehditler’ arasına soktu. Böylece Davutoğlu da seçimleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘savaş’ merceğinden gördüğünü kanıtladı. Eğer siyasete bir tür savaş olarak bakarsanız muhalifleriniz rakipleriniz değil, düşmanlarınız haline dönüşür. Düşman ise yok edilmesi gereken bir şeydir. Bir ülke bu şekilde düşman kamplara bölünür ise o zaman kendi kendisini yer bitirir, gerçek potansiyeline ise asla ulaşamaz...
Maalesef Sayın Davutoğlu seçim sonrasında da bu hataları sürdürüyor; bir yandan “asla kibire kapılmayacağız” diyor, diğer taraftan “biz olmazsak Türkiye, Irak’a, Suriye’ye döner” diyor… Bu söylem artık sona ermeli. Türkiye, AK Parti ile kurulmadı, bir parti ile yaşamaya da mecbur değil. “Biz olmasak siz olmazsınız” söylemi hem tehlikeli hem de gerçekle ilgisi olmayan bir söylem. AK Parti daha mütevazı ve daha fazla kapsayıcı bir dile kavuşmak zorunda. Aksi takdirde hem siyaset gerilecek, hem de AK Parti’deki gerileme devam edecektir.
HAÇLI İTTİFAKI MI?
Bu hatalardan bir diğerini de seçimlerden bir gün önce Star gazetesi gibi Hükümet yanlısı gazetelerin manşetinde gördük. Ağız birliği etmişçesine birkaç gazete birden muhalefete ‘Haçlı İttifakı’ adını taktı. Bu gazetelerin ‘haçlı ittifakı’ dedikleri partiler ise seçimlerden % 60’a yakın oy aldılar. İsterse çok daha az bir oyu alsınlar, insan kendi ülkesine yaşayan insanlara, konusuna komşusuna Haçlı der mi, düşman, hain, paralel, casus der mi?
Özetleyecek olursak her şeyden önce zehirli dil değişmeli… Siyaset bir savaş hali olmaktan çıkmalı. Devlet, milletten kopuk, ona tepeden bakan bir makam olmaktan kurtulmalı… Saraylar, Güvelik kurulları değil Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bağımsız/adil mahkemeler söz sahibi olmalı… Kimse kimseye efendilik taslamamalı, daha mütevazı, daha hoşgörülü bir dil siyasete hakim olmalı.
Unutmayınız, bizi bölen, kavga ettiren değil, birleştiren, kardeş olduğumuzu hatırlatan kazanır ve kazandırır...
(Haberdar. Com)