'Ahlaksız dindarlık' mümkün müdür?
Din ile ahlak ilişkisi yüzlerce yıllık bir tartışmadır. Ateistler, ahlaklı olmak için dine ihtiyaçlarının olmadıklarını iddia etmişlerdir. Dindarlar ise din olmadan kalıcı-sürdürülebilir bir ahlakın imkansızlığından bahsederler. Bu derin mevzuya dalacak değilim. Benim üzerinde durmak istediğim konu dindarlar, özellikle de Müslümanlar ahlaksız olabilir mi?
Hem dindar olup hem de ahlaksız olmak mümkün müdür?
İslam dinine baktığımızda, din ile güzel ahlak arasında güçlü bir bağ kurduğunu görürüz. Hatta ayet ve hadislere bakıldığında, ibadetlerin en önemli maksatlarından birinin de insanları güzel ahlaka ulaştırmak olduğu anlaşılıyor. Yani kişi, ibadetlerini yerine getiriyor ama ahlakını güzelleştiremiyorsa dinin amacına ulaşamıyor, dolayısıyla gerçek anlamda dindar olamıyor demektir.
Nitekim İslam’ın kutsal kitabı olan Kuran’da, Hz. Peygamber övülürken, “Ya Muhammed! Şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin” denmiştir.
Aynı şekilde, Hz. Peygamber’in duası “Allah'ım! Beni ahlakın en güzeline yönelt, kötü ahlaktan uzak tut” şeklindedir.
Dolayısıyla ahlaksız bir Müslümanlık düşünülemez… Kuran’ın birçok ayetinde kibir, israf, fakirlere ve yetimlere bakmamak, ihtiyaç sahiplerine yardım etmemek, para ve altın istiflemek, çalışanın emeğinin karşılığını hemen vermemek, hırsızlık, yolsuzluk, ticarette hile yapmak, sözünde durmamak, yalan, iftira, öfke ve nefretle davranmak, kin tutmak, sesini yükseltmek, eşine ve çocuklarına kötü davranmak, çevresindekilere bağırıp çağırmak, kalp katılığı, adaletle davranmamak, yalancı şahitlikte bulunmak, iki yüzlü olmak gibi pek çok özelliğin hoş görülmediği ve bu şekilde davrananlar için büyük cezalar verildiği görülecektir.
İslam’ın kutsal kitabı birçok yerde bu şekilde davrananların cehennem ateşi ile cezalandıracağını söyler. Kuran’da ibadetleri yapmamanın dünyevi cezaları neredeyse hiç sayılmazken yukarıda sıraladığımız ahlaki sorunların hem bu dünyaya hem de diğer dünyaya ilişkin pek çok cezasından bahsedilmektedir.
Dolayısıyla insanların ne kadar dindar olduklarını şekli görüntüleri veya ibadetlerindeki rakamsal büyüklüklerle değil, ahlakları ile ölçmek mümkündür.
Elbette herkesin inancı ve yaşam şekli kendisini ilgilendirir. İnanç, her şeyden önce özgür iradeyle yapılmış bir seçimdir. Bu çerçevede kimsenin inançlarını yargılamak veya dindarlığını ölçmek hedefinde değiliz. Ancak kendilerini bizlere dindar veya İslamcı olarak takdim edenlerin sözlerindeki samimiyeti test etmek hepimizin hem dini hem de dünyevi hakkıdır.
Eğer bir hareket dinin sembollerini ve kutsallarını kullanarak oy topluyorsa, bu oylarla siyasi bir güce kavuşuyorsa sözlerindeki samimiyetin sorgulanması dini değil dünyevi ve siyasi bir iştir.
YAŞADIĞI GİBİ İNANMAYA BAŞLAYANLAR
Bu anlatılanları günümüz Türkiyesi’ne uyguladığımızda ise Kuran’dan ve Hz. Peygamber’in sözlerinden öğrendiğimiz İslam ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir din ile karşılaşıyoruz. Bu yeni din’e insanlar ‘dava’ diyorlar. Din için siyaset yaptıklarını söyleyenler bir süre sonra siyaset için dinin en temel ilkelerinden fedakarlıklar yapmaya başlıyorlar. Dinlerini sonsuza dek dünyaya hakim kılmayı hedeflediklerini söyleyenler bu uğurda ilk önce yine kendi dinlerini feda ediyorlar ve bunu da dava sanıyorlar.
Bu noktada aklıma Hz. Ömer’e atfedilen bir söz geliyor: “İnandığın gibi yaşayamazsan yaşadığın gibi inanmaya başlarsın”.
Daha önce de dindar görünüp, dinin tüm ilkelerini ayaklar altına alanları görmüştüm, ancak son 5 yılda gördüklerim dudak uçuklatacak türden. Dışarıdan baktığınızda muhafazakar ve dindar görünen, hatta sofuluk taslayan kişilerin hayatları özel sohbetlere meze oluyor. Hatta bu kişilerin bazıları hovardalıklarını, lüks harcamalarını, yasalara göre yolsuzluklarını kendileri ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Birkaç yüz bin liralık saatler, lüks otomobiller, açılmış birkaç ev, ‘dava’ için bir şekilde elde edilmiş çok yüklü paralar. Anlatan da utanmıyor, dinleyen de. Geçmişte ‘beyaz Türk’ deyip ayıpladıkları şeyleri kendileri sözde Allah rızası ve güya Allah’ın izniyle yapıyorlar. Günaha batmakta itham ettikleri insanların yaşamlarını neredeyse bire bir, hatta kimi zaman daha ağırıyla yaşayan bu kişilerin her günaha bir gerekçeleri ve meşrulaştırıcı fetvaları var…
GÜNAH EVLERİ VE DAVA İÇİN SİYASET
Ben bunları duyuyor, ancak dile getiremiyordum. Ancak İslamcı camianın duayen ismi sayılan Abdurrahman Dilipak birkaç gündür bu konuyu dile getiriyor. Dile getirme sebebi hayırlı şer mi bilemem, ancak söyledikleri yenilir yutulur cinsten değil.
Şöyle diyor Dilipak:
“Gelin fuhuştan, işretten, alkolden, uyuşturucudan ve kumardan vazgeçin. Ankara’da, İstanbul’daki ve diğer illerdeki günah evlerinizi, otellerde, yatlarda yediğiniz haltları ve inlerinizi biliyorlar. Girenler-çıkanlar kayıt altında… Bu iş artık istihbarat ajanlarının, örgütlerin, mafyanın iş tuttuğu alanlar.. Bu bataklık her gün yeni birilerini yutmaya devam ediyor. Herkes bu gerçeğin üzerini örtüyor. Birileri de bu ayıplarını başkalarının bilmediğini sanıyor. Yarın, gün gelir o dışarıda bekleyen sivil, resmi korumalar konuşur, tehditler, şantajlar sizi de, ailenizi de perişan eder. O insanların da hayatlarını karartırsınız. Hem bunca VIP insan bu işlere bulaşmışsa sıradan insancıklar neler yapmaz ki… Bu tipler, iktidar çevrelerinde de var, muhalefet çevrelerinde de.. Yurt dışına giden bazı politikacıların işret alemlerinin kasetleri de gün gelir, söz dinlemedikleri bir gün birileri üzerinden deşifre edilir.”
“DAHA YENİ ÖĞRENİYORLAR”
Dilipak’ın Yeni Akit’te yayımlanan bu sözlerini okuduğunuzda aslında İslamcı camianın yaşanan günahlardan değil de bunları gizlemekte yetersiz kalmasından mustarip olduğu hissine kapılıyorsunuz. Yani sanki fuhuş, gece alemleri, alkol, uyuşturucu ve kumar gibi alışkanlıklar bir şekilde meşrulaştırılabilir, kişi bunları yapsa da Müslümanlığını koruyabilir, ancak bu tür davranışlarını saklamayı başaramazsa ‘dava’ zarar görür, asıl istenmeyen de budur gibi bir hissi açıkça seziyorsunuz.
Yeni Akit yazarı Dilipak, bu sözlerle yetinmedi ve hükümete ve İslamcı camiaya yönelik ağır iddialarda bulunmaya devam etti. Yeni Yüzyıl gazetesinden
Esra Elönü’ye konuşan Dilipak, İslamcı camia ile ilgili iddiaları tekrar ederek şunları söyledi:
“Bizde yılların açlığı vardı. Para, kadın, makam bir anda başını döndürdü birilerinin. Bir de bizimkiler acemi bu işlerde, yerken üstlerine başlarına döküyorlar. Daha yeni öğreniyorlar… Dindarmış gibi görünen adamların zaafları yüzünden Müslümanlara zarar veriliyor. Din ve çevre, baskısı, korkusu, vicdani rahatsızlık utanma duygusu da var hâlâ birilerinde, o zaman panikliyorlar. Yerken de ezik bir yanları var… Eski bir milletvekili o yazımdan sonra bir mail atmış, ‘Günah evleri konusu Ankara’da o kadar ortalıkta yaşanıyordu ve konuşuluyordu ki kaleme aldığınız için teşekkürler’ diye. Bu işler birçok kişinin bildiği bir sır. Polis de bilir bunları, bürokrat da, herkes birbirinin açığını bildiği için giderek bir dehşet dengesi oluşuyor… Bu iş bulaşıcı bir hastalık gibi yayılıyor. ‘Deme derim’e dönüyor. Kimi alkol kumar gidiyor, kimi garsoniyerlerle yetiniyor. Gizli nikâhlarla garsoniyer, rezidance hayatı yaşıyor. Aslında bu işlere yanaşmayacaksın. Bu şeytan üçgenine girince, bir ucundan başladın mı, ötekileri peşinden gelir…”
Dilipak’ın sözlerini uzun uzun veriyorum, çünkü bu netlikte manzarayı anlatan fazlaca kimse çıkmadı. Ancak dediğim gibi, Dilipak’ın kaygısı da sanki İslamcılar iktidarda kalsın da nasıl kalırsa kalsın gibi. Ve bu yaklaşımı sadece onda değil, pek çok İslamcıda görebiliyoruz. Bunu meşrulaştırırken ise “nasıl olsa herkes yapıyor. Bizim siyasilerin yapmasında bir gariplik yok. Yeter ki bunu yaparken bu kadar çok belli etmesinler” gibi bir hava var.
Oysa ki yukarıda anlatmaya çalıştık. Yapılanları dindarlık ile, din ile, hatta İslamcılık ile birlikte değerlendirmek imkansız. Bu nedenle Dilipak’ın bunları bilip de yine de bunu yapanlara kendi ideolojisinden, kendi siyasi görüşlerinden insanlar olarak bakması dinin özü ile uyumlu gibi gelmiyor bana.
Dine tezat herşeyi yapan bir siyasiyi yine din adına desteklemek dinen uygun mudur?
Sırf bizi yönetiyor diye ahlaki zaafları görmezden gelip, sözde ‘dava’nın geleceği için her türlü yanlışı görmezden gelmemiz mi gerekir? (Haberdar)