Allah’tan Hakkıyla Korunup Sakınma

Bir insan için “neden yaratıldık?” sorusu, oldukça önemlidir. Ancak en az bunun kadar önem arz eden; hedefe göre hayatımızı düzenlememize yarayacak, ona göre hazırlığımızı yapmamıza neden olacak olan “neden bunu sormak o kadar önemlidir?” sorusudur. Çünkü hedefe ulaşmak ancak kararlı ve uygun adımlar atmakla mümkün olabilir. Böyle bir soru sorarak teori boyutunu geçerek pratiğe geçmiş oluruz. Mesela Hz. Meryem’in annesi Hanne, karnındaki çocuğu daha doğmadan önce Allah’a adamıştır. Böyle bir adaktan sonra Hz. Meryem’e bakış açısı değişmiş, çocuğun hayatındaki en ufak bir ayrıntıyı dahi göz ardı etmemiş, hayatının her anında en ince ayrıntılara dikkat ederek onu büyütmüştür. Bir annenin çocuğu için hedef belirlemesi onun hayatını bu kadar etkiliyorsa, rabbimizin bize belirlediği hedefi bilmemizin ne kadar hayatî olduğu aşikardır. Yaratılış gayemizi bilmemiz yaşam biçimimizi baştan sona değiştirecektir.
Yaratılış gayesinin kendisine gelince, Kur’ân’ı Kerimdeki “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”[1] Ayeti en açık biçimde ifade etmektedir. Ayrıca; Allah’ın insanlara rahmet etmek için yarattığı[2], insanların çoğunu cehennem için yarattığı[3], insanları başıboş bırakmayacağı[4] gibi ayetlerde sanki farklı bir amaç zikrediliyorsa da dikkatli incelendiğinde hepsinin aynı anlamda birleştiği anlaşılacaktır.
“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” ayetinde geçen ibadet kelimesi son derece zillet içinde olmayı, ileri derecede boyun eğmeyi, ileri düzeyde alçak gönüllülüğü ifade eder. İnsanların hepsinin Allah’a ibadet etmemesinden dolayı ayeti tefsir ederken farklı tevcihler zikredilmiştir. Bunlar:
1. İnsan Allah’a ibadeti yerine getirecek şekilde donatılmıştır. Ayette verilen mesaj tıpkı “ev oturmak içindir” “otobüs yolcu taşımak içindir” demek gibidir. Ev veya otobüsün bazen zikredilen amaçlar dışında kullanılmaları bu ifadelerle çelişmediği gibi insanların da ibadete uygun şekilde yaratıldıkları halde bir kısmının ibadet etmemesi ayetle çelişmez.
2. Tekvinî olarak her şey Allah’a itaat ettiği gibi kafirlerin bedenleri de kendilerine düşen vazifeleri yaparak Allah’a itaat etmektedir.
Allame Tabâtabâî ise ibadeti, herkesi kapsayacak (istiğrak) şekilde anladığımızda ayetteki anlamı vakıa ile uzlaştırmanın zorlaştığına dikkat çekmektedir. Dolayısıyla ibadetin cins için olduğunu bütün fertleri kapsamadığını kabul ettiğimizde herhangi bir müşkilin kalmayacağını, ayetle vakıa arasında bir çelişki olmayacağını savunmuştur.[5]
İbadet kelimesini son derece zillet içinde olma anlamında kabul ettiğimizde Ali İmrân suresindeki; “Ey iman edenler, Allah'tan hakkıyla korkup sakının ve ancak Müslümanlar olarak can verin.”[6] ayetinde de aynı amacın var olduğu görülecektir. Bu ayette sanki her biri diğerinin nasıl olması gerektiğini açıklar mahiyette iki hedef belirlenmiştir. Birincisi “Allah’tan hakkıyla sakınmak” ikincisi ise “ancak Müslüman olarak can vermek.” İnsan ne zaman, nasıl ve nerede öleceğini bilmediği için ölmeyin emrinde; “öyle bir yaşamınız olsun ki ölüm sizi mutlaka İslam üzere yakalasın, başka bir halde iken ölüm gelip size çatmasın” anlamı vardır. “Allah’tan gerektiği gibi sakınma” emrine dair ashabın meşhur müfessirlerinin açıklamaları şöyledir: “İsyan etmeden itaat, nankörlük etmeden şükür, unutmadan zikretmek.”[7] Yani; isyandan uzak bir itaat, devamlı şükür ve zikir hâlinde olacak bir takvayı kuşanmak. Bu da gerçek İslamı ifade eder. "Ve ancak Müslümanlar olarak ölün." sözü, bu anlamı vurgulamaya yöneliktir. Ancak peygamberler ve onlara çok yakın derecede olan nadir insanlar böyle yaşamayı başarabilmiştir.
Müfessirler bu ayeti Teğabun suresindeki "Öyleyse gücünüz yettiği kadar Allah'tan sakının."[8] Ayetiyle irtibatlandırarak tefsir etmişlerdir. Buna göre bir kısım alime göre; “gücünüz yettiği kadar Allah'tan sakının” ifadesi “Allah’tan hakkıyla korkup, sakının” ifadesinin açıklamasıdır. Yani gerçek takva, gücünün yettiği kadar Allah’tan sakınmaktır. Diğer bir grup alime göre ise “gücünüz yettiği kadar Allah'tan sakının” ifadesi “Allah’tan hakkıyla korkup, sakının” ifadesinin hükmünü neshetmiştir.[9]
Allame Tabâtabâî ise ne tahsis ne de nesh görüşüne gerek görmemiştir. Ona göre her iki ayetin hükmü bakidir ve her birinin ayrı bir mesajı vardır.[10]
"Güç yetirebilme" durumu kişilerin güçlerine, anlayışlarına ve ilgilerine göre farklılık arz eder. Dolayısıyla Teğabun suresindeki ayet: "Allah'tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup sakının." ayetindeki hedefe ulaşmanın bir aracı niteliğindedir. Gerçek takva mertebesini herkes yakalayamazsa da bütün insanlar buna davet edilirler. Herkes gücünü kullanarak takva yolunda olmalıdır. Herkesin derecesi, anlayış ve gayretine göre belirginlik kazanacaktır. Al-i İmrân suresindeki ayet hedef, Teğabun suresindeki ayet ise izlenmesi gereken yolu göstermektedir.[11]
Sonuç olarak gerçek manada takvaya ulaşmak, ancak insanın imkân ve kabiliyetlerini tükettikten sonra mümkün olabilir. Hiç çare aramadan, farklı seçenekleri denemeden, acaba başka bir çözüm de olabilir mi deyip düşünmeye gerek duymadan; yuvalarını dağıtanlar, harama bulaşanlar, cinayet işleyenler vb. insanlar başta olmak üzere Allah’ın belirlediği hedefe ulaşmak isteyen herkes için yukarıdaki ayetlerde oldukça hayatî dersler vardır. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Zâriyat, 51/56.
[2] Hûd, 11/118,119.
[3] A’raf, 7/179.
[4] Kıyâme, 76/36.
[5] Muhammed Hüseyin Tabâtabâî, el-Mîzân fî tefsîri’l-Kur’ân, Beyrût, 1997, XVIII, 390-391.
[6] Al-i İmrân, 3/102.
[7] Taberî, Camiu’l Beyân, V, 639-642; el-Mâverdî, en-Nüket ve’l-Uyûn, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiye, I, 413.
[8] Teğabun, 64/16.
[9] el-Mâverdî, en-Nüket ve’l-Uyûn, I, 414.
[10] Tabâtabâî, el-Mîzân, III, 420-421.
[11] Tabâtabâî, el-Mîzân, III, 420-421.