Ayetin Anlamı ve Olaylara Tatbiki

Bir ayetin anlamını bilmede en önemli adım muhatabı belirlemektir. Sadece Kur’ân değil bütün metinleri doğru anlamak için öncelikle: Söz kime söylenmiş, ne zaman, nerede ve niçin söylenmiş? Sorularının cevabını vermek gerekir. Taberî’nin tefsirinde ilk muhatapları belirlemek için oldukça yoğun çaba harcadığını görmekteyiz. Ancak ilk muhatabı belirlemek demek Kur’ân’ın mesajını o döneme ait kılmak değil, sadece doğru anlamı belirlemek içindir. Böylece Taberî, ayetlerin ne demek istediğini belirledikten sonra günümüze taşıma ya da başka olaylara tatbikini okuyuculara bırakmıştır.
Bu yazımızda Kur’ân’daki hükümleri dünyamıza taşımanın en önemli iki yoluna değinmek istiyoruz. Birincisi kıyas yoluyla, yani arada illet bağı kurarak ayetin hükmünü taşımak. İkincisi ise lafızları genel anlamda değerlendirmek.[1] Bunun da farklı şekilleri vardır. Birisi umumi lafzın yine umumi anlamda kullanılmasıdır ki bunun üzerinde durmayacağız. Çünkü usulden az çok haberi olan kimseler bunu bilirler. Üzerinde durmak istediğimiz konu, İbn Rüşd’ün de dikkat çektiği gibi hususi bir lafzın umumi anlamda kullanıldığını kabul ederek hükmü doğrudan ayetin lafzından almaktır. Hususi bir anlama sahip lafzın umum ifade etmesi demek ayetin bizzat lafzını kendi dünyamıza taşımanın yoludur. Sanki ayetin ilk muhatapları içinde biz de varmışız gibi kabul etmektir. Dikkatle incelendiğinde kıyasa yakın olmasına rağmen aralarında ciddi farklar olduğu görülür.
Bazı ayetlerin lafzı genel ise de manası genel değildir. Örneğin “Kafirleri uyarsan da uyarmasan da birdir.”[2] ayeti ve Kafirûn suresinde geçen kafirler ifadesi geneldir. Sanki bütün kafirlerin hepsi aynıdır şeklinde anlaşılmaya müsaittir. Ancak vakıa böyle olmadığını göstermektedir. Ayeti genele şamil ettiğimizde Kur’ân ayetleri arasında çelişki meydana gelir. Bu ayetler, umumi olup kendisinden husus murad edilen ayetler kapsamında değerlendirilmiş, bütün kafirlerin değil, üzerine azap hak olan belirli kafirlerin kastedildiği kabul edilerek problem giderilmiştir.[3] Öyleyse böyle belirli bir muhatap kitlesine hitap eden ayetler bize ne söylüyor dediğimizde Taberî’nin açıklaması şöyledir. “وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِۙ” “Onlara yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiğinde…”[4] ifadesiyle her ne kadar bütün münafıklar kastedilmişse de Taberî’ye göre Resulullah (sav) dönemindeki münafıklar hakkında inmiştir. Bu ayetin tefsirinde Hz. Selman-ı Farisî’nin “bunlar henüz gelmediler.”[5] şeklindeki açıklamasını da zikretmiştir. Ona göre Hz. Selman’ın (ra) bu sözü söz konusu vasıfları taşıyan münafıklar gittikten sonra söylenmiştir. Yoksa bunlar hiç gelmediler anlamında değildir. Sanki bu vasıftaki ilk muhataplar gittiler ancak Hz. Selman (ra), etrafında ayeti tatbik edeceği aynı vasıflara sahip münafıkları bulamadığı için böyle söylemiştir. Sonra ayetin doğru tefsirini şöyle yapmaktadır. “Te’vil ehli bu ayetin Resulullah (sav) zamanındaki münafıklar hakkında indiği konusunda icma etmişlerdir.”[6] Taberî’nin açıklamalarına göre ayet belirli dönemdeki bazı insanlar hakkında inmiş olsa da kıyas yoluyla sonraki dönemlerde aynı vasıfları taşıyan kişilere de tatbik edilebilir. Hz. Selman (ra) Mutaffifin suresinde namazdan çalanları da tatfif kelimesinin içine koymakla aynı yaklaşımı sergilemiştir. Anlam ve tatbik iki ayrı faaliyet gibidir. Muhatapların belirlenmesi ayeti belli bir döneme hasretmek için değil, doğru anlamı ortaya koymak içindir.
Kur’ân’ı Kerim’deki özel bir muhataba hitap edilmesi hükmün onlara hasredilmesi için değildir. Bu Arapların “إِيَّاكِ أعْنِي وَأسْمَعِي يَا جَارَة” Türkçede “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” sözüyle aynı anlamdaki darb-ı mesel türündendir. Konuşmada muhatap değil de başkaları kast edilir. Mesela “يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ” “Ey peygamber! Kadınları boşayacağınız zaman iddetlerini gözeterek boşayın”[7] ayetinin ifadesine göre hüküm sadece peygambere has olmadığı halde sanki sadece ona söylenmiş gibi olması sözünü ettiğimiz mesel türündendir. Peygamberin şahsına söylenen sözle müminler kast edilmiştir. Ona yapılan hitapları ve Kur’ân’ın indiği dönemdeki muhataplara yapılan hitapları böylece günümüze taşıyabiliriz. Bu darb-ı mesel de kıyasın farklı bir uygulama şekli olarak değerlendirebilir.
Kur’ân’ı dünyamıza taşımanın diğer bir yolu ise İbn Rüşd’ün de dikkat çektiği gibi doğrudan ayetin lafzını günümüze taşımaktır. Mesela “Anne babaya öf bile demeyin” ayeti hususi bir ifade olmasına rağmen kendisiyle umum kastedilmiştir. Burada amaç en düşük fiili nazara verip en yükseğini göstermektir. Yani öf demek bile haram iken dövme, kovma vb. fiilleri varın siz düşünün türündendir. Yoksa öf demek ayetin lafzıyla, dövmek kıyas yoluyla haram kılınmış değildir. Hem dövme hem de öf demek ayetin lafzıyla haram kılınmıştır.
Dikkat edilirse bu durum kıyastan farklıdır. Şer‘î kıyas: Bir konudaki hükmü, hükmü bildirilmeyen bir diğer şeye -aralarında benzerlikten dolayı- taşımaktır. Kıyasta hükmü belirtilmeyen meseleye, aralarındaki benzerlikten dolayı hükmü belirtilenin hükmü verilir. Has lafzın umumi manada kullanılmasında ise hüküm doğrudan lafzın delaletinden çıkarılır. Her ikisi arasında çok ince bir çizgi vardır. İbn Rüşd’ün deyimiyle “Bu iki sınıfı, fakihler, gerçekten karıştırmaktadırlar.”[8]
Hususun umumi manada kullanılması Kur’ân’ı zamanımıza taşıma noktasında oldukça faydalı bir kural olmakla birlikte nassın ruhunu alıp günümüze taşıyalım, nassın kendisini tarihinde bırakalım şeklindeki bir yaklaşımın önünü kesen çok ciddi bir engeldir. Hamr kelimesinin Arapçada üzümden yapılmış içkiler için kullanılan özel bir anlamı vardır. Ancak “Sarhoşluk veren her şey hamrdir. Şarhoşluk veren her şey de haramdır”[9] hadisinin Arapçasında geçen “hamr” kelimesi umumi manada kullanıldığı için esrar ve eroin gibi maddeler doğrudan hadisin kapsamına girmektedir. Yoksa aradaki illet benzerliğinden dolayı değildir. Sanki bu hadis söylenildiği ilk anda içki gibi her türlü uyuşturucu da söylenmiş gibidir. Kıyasta ise sanki bunların hükmü bildirilmemiş, bizler içtihatla hamrin kapsamına koymuş gibi oluruz.
Kur’ân’ın mesajını günümüze taşıma noktasında umum ve husus konusunun önemi daha da artmıştır. Çünkü nassın bırakılıp ruhunun alınmasını savunanlar, o günün şartlarının olduğu gibi günümüze taşınması gerektiğini savunanlar vb. uç noktalarda fikir beyan eden ilim adamlarına rastlamak mümkündür. Lafzın umum ve husus açısından manaya delaletini tespit etmemiz Kur’ân’ı günümüze taşımada bizlere çok önemli açılımlar sağlayacaktır. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Umum ve husus konusu oldukça geniş bir konudur. Ancak bizim amacımız konunun farklı bölümlerine dikkat çekmektir.
[2] Bakara, 2/6.
[3] Taberi, el-Câmiu’l-Beyân, I, 253.
[4] Bakara, 2/11. Taberî, Camiu’l-Beyân, I, 298.
[5] Taberî, Camiu’l-Beyân, I, 298.
[6] Taberî, Camiu’l-Beyân, I, 298
[7] Talak, 65/1.
[8] İbn Rüşd, Bidâyetu’l-Müctehid ve Nihayetu’l-Muktesid, Daru’s-selam, 1995, I, 16-17.
[9] Müslim, Eşribe, 73.