İslam fıkhının kapsayıcılığı
Fıkhî hükümler İslam itikadından bağımsız olmayıp, tevhid, nübüvvet ve ahiret inancıüzerine bina edilmiştir. Kur’an’a göre yaratılışta tek söz sahibi, dünyayı düzene sokan, tek başına varlık âlemindeki her şeyden haberdar olan, yeryüzünde ve gökyüzünde ondan hiçbir sır saklanamayan zat Allah’tır (cc). Bütün âlem O’nun mülküdür. O’nun hiçbir ortağı da yoktur. Dolayısıyla mülkünde dilediğini yapıp kimseye de hesap vermez. “O, gökte de ilâh,yerde de ilâh olandır. O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.”
Sınırsız hakimiyeti karşısında kullarından istediği şey ise kendisinden hakkıyla sakınmaları, güçleri yettiği kadar Allah’a karşı gelmekten sakınmalarıdır.
Fıkıh hayatın her aşamasında Rabbimizin bizden istediği şekilde nasıl davranacağımızı belirler. Fıkhın hayatımızda ilgilenmediği bir alan yoktur. Bir an için yeryüzünde helal bir rızkın olmadığını farz etsek bile fıkıh yine de çözüm üretir.
İslam fıkhı insanın bütün ihtiyaçlarını ihtiva edecek kadar kapsayıcıdır. İnsanın Allah’la, insanın insanla, insanın kendisiyle ilişkilerini düzenler. Kısacası insan hayatını ilgilendiren hiçbir boyut fıkıhtan hariç tutulamaz. Fıkhı, beşerî hukukla aynı değerlendirmekten olsa gerek Mekke döneminin bazen ahkam açısından dikkate alınmadığını görüyoruz. Ancak bu doğru bir yaklaşım değildir. Vahyin inişinden itibaren fıkhî hükümler vardı. Ancak bunların uygulama alanları ve şartları Medine dönemindeki hükümlerden farklı olabilir.
İslam fıkhında; insanın Allah Teâlâ ile olan ilişkisi olan ibadetler, insanın ailesi ile olan ilişkisi (evlilik, boşanma, nafaka, miras, vasiyet… gibi meseleler), insanların mülkiyet alanında birbirleriyle olan ilişkileri, “Ahkâmu’s-Sultaniye” denilen hâkimin halk üzerindeki sultası, halkın birbirleriyle olan ihtilaf ve şikâyetleri, suçluların cezalandırılma şekli, İslam devletinin diğer devletlerle olan savaş ya da barış münasebetleri vb. konular incelenir. Kısacası İslam fıkhı, insan hayatının bütün yönleriyle ilgilenen çok kapsayıcı özelliğe sahiptir. Nitekim İmam Cafer es-Sadık (as) bu durumu şöyle dile getirmiştir: “Kendisi hakkında Kur’an ayeti ve Peygamber hadisi olmayan hiçbir şey yoktur.”
Fıkhî hükümlerdeki muhataplar dikkate alınmadığında emirlerin yerine getirilmesi karmaşıklığa sebep olabilir. Bazen muhataptan, kapasitesi, yani akıl baliğ olup olmadığı, gücünün yetip yetmediği dikkate alınarak bir şeyleri farz, müstehap, mübah, mekruh veyaharam olarak yapması ya da terk etmesi istenmektedir.
Bazen de muhatabın kapasitesi, akıl baliğ olup olmaması dikkate alınmadan tek taraflı olarak Allah (cc) tarafından hükümler konulmaktadır. Bunlara vaz’i hükümler denilir. Bir şeyin diğerine sebep, şart, mani vs. yapılması şeklindeki hükümlerdir. Bu yüzden mükellef olmasa da çocuğun başkasına verdiği mali zararlar tazmin edilmelidir. Günahların azabı kalksa da dünyevi zararları devam edebilir. Örneğin hasedci birisi tövbe etse de hasedin sebep olduğu şeker hastalığı devam edebilir.
Muhatap alınanların fert veya toplum olması açısından da hükümler iki kısma ayrılır. Bu ayrıma dikkat edilerek sorumlulukların kişisel mi ictimaî mi olduğu belirlenebilir.
1. Asıl mihveri şahıslar olan hükümler. Bu hükümler kendi içinde üçe ayrılır.
A) Peygambere has olan özel hükümlerdir. Dörtten fazla kadınla evlenebilmesi, ahirete irtihalinden sonra eşlerinin başkalarıyla evlenememeleri vb.
B) Bütün mükelleflerden talep edilmesine rağmen bir grubun bunu yerine getirmesiyle diğer mükelleflerden sorumluluğu kalkan farzı kifaye hükümler. Cenaze namazı gibi.
C) Bütün mükellefleri ilgilendiren, ancak bazılarının yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğu kalkmayan farzı ayn hükümler. Namaz, oruç gibi.
2. Fıkıhta bazı hükümler vardır ki muhatabı fertler değildir. Fertler hükmün muhatabıolmadığı gibi konusu da değildir. İlk andan itibaren şer’i hitabın muhatabı toplumsal şahsiyettir. Örnek olarak şer’i hükümlerin icrası, Cuma namazının ikame edilmesi, savaş kararlarının alınması, insanları yargılama, şer’i cezaların uygulanması, iç düzen ve sınırların korunması vb.
Bu hükümlerde muhatap şahıslar olmadığı için farzı kifayelerden ayrı olarak değerlendirilmelidir. Mesela şu ayetlerdeki muhataplar şahıs değil, toplumdur ya da toplumun temsilcisi olarak yöneticilerdir.
“Yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir ceza olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın.”
“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun…”
Dikkat edildiğinde bu ayetlerdeki hitap farzı kifayelerden farklıdır. Bir grubun yapmasıyla diğerlerinden sorumluluk kaldırılacak türden değildir. Ancak yöneticiler toplumun önderi vasfıyla yapıp halk da onlara tabi olduklarında bu kategorideki hükümlerde belirtilen sorumluluklar herkesin üzerinden kalkar. Bu hükümlerin icrası için: Kudret, nüfuz, meşruiyet gerekir. Müslümanların kendi başlarına bu tür hükümleri yerine getirmeye kalkışması toplumda kaosa neden olur. Bunun için gerekli şartları oluşturmaya çabalamalıdırlar. Çünkü bazı kötülüklere engel olmak güç sahibi olmayı gerektirir. Buna sahip olunmadığı takdirde kötülükler yayılacaktır.
İmam Sadık (a.s.) şu hadisi rivayet etmektedir: “Allah dilinizin açık, elinizin kapalı olmasını emretmemiştir. Belki defalarca her ikisinin birlikte açılmasını veya kapanmasını emretmiştir.” Bu rivayete göre sadece dil ile tebliğ yetmemektedir. Bazen bunu icra edecek yönetime de ihtiyaç vardır. Müslümanlar bu emirleri yerine getirebilmek için uygun ortamıoluşturmaya çalışmalıdırlar. Kur’an’ı Kerim’de şer’i ve merkezî hâkimiyet olmadan doğru icra edilmesi mümkün olmayan ayetler vardır.
Gazali, dünya düzeni için sultanın varlığı zaruridir. Din düzeni için de dünya düzeni zaruridir. Uhrevî saadet için de din düzeni zaruridir. Doğal olarak bu da peygamberlerin hedefidir. İmamın olması dinin gereksinimlerindendir ve bundan kaçış yoktur.
Görüldüğü gibi İslam fıkhı hayatın her yönüyle ilgilenmekle birlikte muhatapların durumuna göre farklı sorumluluklar gerektiren hükümler barındırmaktadır. Bu detaylara riayet edilmediği takdirde yanlış sonuçlara ulaşılır. Mesela peygambere has olan hükümler özel bir kategori olarak değerlendirilmediği takdirde diğer hükümlerin de tarihsel olduğu sonucu çıkarılabilir. Ya da ikinci kategorideki hükümlerle şahsi hükümler ayırt edilmediğinde haricilik fikrine dayanak oluşturur. Herkes Allah’ın emirlerini uygulama adına birilerini öldürmeye kendini hak sahibi görür. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)