Beşinci Taburla Mücadele İhmale Gelmez
İsmail Haniye’nin şehadetiyle birlikte nifak ehlinin uygun fırsat için pusuda beklediklerini gördük. Aksa tufanından sonra Münafıklar, İran üzerinden direnişi karalama ve tahkir faaliyetlerini zaten kesintisiz sürdürüyorlardı. Öyle anlaşılıyor ki bugüne kadar yapılanlar, içlerindeki öfke ateşini soğutmaya yetmediği için İsmail Haniye’yi şehid ederek fiili olarak da harekete geçmişlerdir. Tabii olarak bu olay için İran seçilerek bir taşla birkaç kuş birden vurulmak istenmiştir. İran’ın Müslüman dostu olmadığı, Müslümanları hep arkadan vurduğu, sanıldığı kadar güçlü olmadığı, basit bir ülke olduğu halde kasıtlı olarak şişirildiği vs.
Beşinci tabur, bir devleti, örgütü veya cemaati içeriden çökertmek için fitne ve casusluk faaliyetlerini yürüten güçler için kullanılır. İslam toplumları içerisinde fitne faaliyetleri tarih boyunca devam etmiştir. Hatta Peygamber (saa) dönemi de bundan nasibini almıştır. Resulullah (saa) nifak ehli ve kafirlerle mücadeleyi beraber yürütmüştür. Çünkü Münafıklar O’nun ordusunun içerisine de sızabilmişlerdi. Uhud savaşını ele aldığımızda işin vahametini görüyoruz. Savaşta düşmanla yüz yüze gelindiği sırada ordunun üçte biri geri dönmüştür. Demek oluyor ki ordunun üçte biri ya münafıktı ya da münafıklarla birlikte hareket ediyordu. Geriye kalanların da tamamen temizlendiğini söyleyemeyiz. Çünkü okçuların yerlerini terk etmeleri üzerine düşman tekrar saldırdığında, ortalıkta dedikodular yayıp Müminlerin şevkini kırmaya çalışanlar halen vardı.
Savaştan önce gelişen olaylara baktığımızda Resulullah’ın (saa) münafıkları deşifre etmek için önemli hamleler yaptığını söyleyebiliriz. Resulullah (saa) düşmanı nerede karşılayacağı hususunda ashabıyla istişare etmişti. Münafıkların başı İbn Selül ısrarla Medine’de kalıp savunma savaşı yapmak istemişti. Ancak Allah Resulü (saa) şehir dışına çıkma kararı alarak Münafıkların bütün planlarını boşa çıkarmıştı. Abdullah İbn Selül’ün planı işlemeyince Müslümanların moralini bozmak için 300 kişilik bir grupla Medine’ye geri dönmüştür. Medineli kardeşlerini düşman karşısında bırakıp geri dönünce hem herkes tarafından deşifre olmuşlar hem de toplum nazarında itibarsızlaşıp saygınlıklarını kaybetmişlerdir.
Ancak Münafıklar fitnelerinden vazgeçmemişlerdir. Tebük seferi aşamasında birçok koldan çok farklı planlar devreye sokmuşlardır. Mescidi Nebevi’ye alternatif olarak Mescid-i Dırâr’ı inşa etmişlerdi. Gerçek niyetleri anlaşılınca bu mescid yıkılmıştır. Bir kısmı Tebük seferine katılarak Peygambere suikast yapmayı planladıkları halde başarılı olamamışlardı. Planları şöyleydi: Geceleyin Resûlullah (saa) dağ yoluna girince bunların bir kısmı ileriye geçecek, kalan kısmı da arkadan gelip bineğinin üzerinden onu vadiye doğru iterek öldüreceklerdi. Ancak Peygamber’in (saa) devesini süren Huzeyfe (ra) onların bu konuşmalarını işitmişti. Huzeyfe (ra) arkadan gelen develerin ayak seslerini duyduğunda, geriye dönüp bakmış ve yüzleri kapalı bir topluluk görmüştü. "Uzaklaşın! Uzaklaşın ey Allah'ın düşmanları!” diye bağırınca da saldırmaktan vazgeçmişlerdi. Hz. Peygamber (saa) sabah olunca o münafıkları çağırmış ve: "Şöyle şöyle yapmak istediniz" buyurmuştu. Ancak onlar yeminler ederek inkâr etmişlerdi. İnen vahiy onların yalan söylediğini bildirmiştir.[1] Resulullah (saa) kendisine tuzak kuran münafıkların isimlerini Hüzeyfe’ye bildirmişti. Bunlar on iki kişiydiler.[2] Ordu Tebük seferine çıkarken Medine’de fitne çıkarmak için de adamlarını bırakmışlardı. Medine’de o gün Münafıkların fitne çıkarması bekleniyordu ki Resulullah (saa) en ihtiyaç duyduğu bir anda Ali’yi (as) Medine’de kendi yerine bırakmayı tercih etmiştir.
Resulullah (saa) zamanında münafıklar iş başındaydılar ve suikast düzenleyecek kadar ileri gitmişlerdi. Peki ne oldu bu insanlara? Bunların hepsi ölmediklerine göre ve hepsi tövbe edip durumlarını düzeltmediklerine göre daha sonra neler yaptılar? Kesin olan bir şey var ki: Bunlar daha sonra İslam toplumu içinde hayatlarına devam etmişlerdir. Peygamberden çekinmeyen fitneciler kimden çekineceklerdi. Müslümanların üç halifesinin de suikastla öldürülmesinin arkasında bu nifak gruplarının olmadığını kim garanti edebilir. Dolayısıyla beşinci taburun tehlikesi bugünkü bir mesele değildir. Ne sadece İran’ın sorunu ne başka bir ülkenin ne de herhangi bir partinin/örgütün/cemaatin sorunu olarak değerlendirilemez. Sorun daha daha köklü ve geneldir. Diğer İslam devletleri de aynı sorunla karşılaşabilirler. Direniş eksenindeki örgütlerden birisi içinde de palazlanabilirler. Böyle olayları, karalama kampanyasına dönüştürmek çok büyük bir haksızlıktır. Önemli olan bu yapıların etkisiz hale getirmek için bir şeyler ortaya koyabilmektir.
Peygamberimizin (saa) münafıklarla mücadelesi uzunca incelenmesi gereken bir konudur. Ancak bugün son derece önemli gördüğüm bir iki hususa değinmek istiyorum.
Peygamberimiz (saa) kafirlerle mücadele ederken münafıkları asla ihmal etmemiştir. Münafıklarla mücadele, kafirlerle mücadele ile paralel gitmiştir. Kur’ân’ı Kerimde: "Ey peygamber, kâfirler ve münafıklarla cihad et. Onlara karşı sert davran. Onların barınakları yer cehennemdir. O, ne kötü bir dönüş yeridir!"[3] buyrulmuştur. Bu ayete göre kafir ve münafıklarla cihad edilmesi noktasında ayrım yapılmamıştır. Ancak Resulullah’ın (saa) siyerine bakınca münafıklara karşı farklı bir yöntem izlediğini görüyoruz. Kafirlere karşı ortalama olarak her bir buçuk ayda ya bir seriye gönderdiği ya da bizzat gazveye gittiği bilinmektedir. Münafıklara karşı ise savaş açtığına rastlamıyoruz. Bu yüzden tefsir eserlerinde bu ayetin yorumu olarak Abdullah b. Mesud’un (ra) açıklaması esas alınarak buradaki cihad kelimesi, sözlük anlamında yani düşmana karşı eldeki tüm imkanların şartlara göre kullanılması şeklinde kabul edilmiştir. Abdullah b. Mesud’un (ra) açıklaması şöyledir: “Onlarla elinle, gücün yetmezse dilinle cihad et. Buna da gücün yetmezse kalbinle, onlara surat asarak karşı çık” demiştir.
Kafirlerle meydanlarda savaş yapılırken, münafıklara karşı ise farklı bir yol izlenmiştir. En güçlü oldukları açılardan vurarak etkisiz hale getirme yöntemi takip edilmiştir. Münafıkları güçlü yapan ve onları tehlikeli hale getiren husus inkarlarını gizlemeleriydi. Müslüman olarak göründükleri için İslam toplumunda en üst kademelere kadar ilerleyebiliyorlar ve her türlü imkanlara sahip olabiliyorlardı. Çünkü Münafıklar itikadda kafir, muamelede ise Müslüman muamelesi görmektedirler. Peygamberimiz (saa) bunları tanıyordu. Önemli olan diğer Müminlerin de tanımasıydı. Mesela bir kafirle Mümini ayırt etmenin ölçüsü kelime-i şehadettir. Münafığı Allah’a ve Resulullah’a inanmalarını iddia ederek ayırt etmemiz mümkün değildir. Münafikûn suresinde de bildirildiği gibi Münafıklar açıkça: “Biz kesinlikle şehadet ederiz ki sen Allah’ın Resulüsün…”[4] demişlerdir. Öyleyse şehadet dışında başka ölçüler olması gerekirdi.
Genelde devletlerin veya örgütlerin beşinci tabur faaliyetlerine karşı tavırları çok serttir. Asla müsamaha göstermezler. Çoğunlukla faili meçhul saldırılarla ortadan kaldırma yoluna başvururlar. Tabii ki işin iç yüzünü sınırlı sayıda şahıslar bildiği için öldürülen hainler kahramana dönüşüp, ortadan kaldıranların başına bela da olabilirler. Resulullah (saa) ise bambaşka bir yol izlemiştir. Bütün ısrarlara rağmen öldürme yoluna gitmemiştir. Daha çok deşifre edip gerçek yüzlerini ortaya koyma yolunu tercih etmiştir. Her hamlelerini boşa çıkarmıştır. Böylece Abdullah b. Selül son dönemlerinde öyle nefret edilecek bir noktaya gelmiş ki oğlu, söylediği yanlış sözden dönmesi için kendisine kılıç çekmiştir.
Resulü Ekrem (saa) Münafıkların rahatlıkla tanınmasını sağlıyordu. Onların yalan, hıyanet, sözünde durmama gibi bazı ameli özelliklerini söylemekle yetinmemiştir. Çok net ölçüler vermiştir. Mesela İbn Mesud’dan gelen bir rivayete göre sahabeler Münafıkları, Ali’ye (as) karşı olan tavırlarından tanırlardı. Şöyle demiştir: “Resûlullah (saa) döneminde Münafıkları Ali b. Ebî Tâlib’e olan kinlerinden tanırdık."[5] Çünkü Münafık Ali’yi sevmez, Mümin de Ali’ye buğz edemezdi. Münafıklarla Ali (as) arasında doku uyuşmazlığı vardı.
Resulullah (saa) döneminde yaşanan bazı olaylar turnusol kâğıdı görevi yapmıştır. Kıblenin değişimi, Tebük seferi, Mureysi Kuyusunun başında Ensarla Muhacir arasında yaşanan olay vb. turnusol kâğıdı görevini görmüştür.
Bugün de medya grupları, siyasi partiler, cemaatler, tarikatler, dernekler vb. için Aksa Tufanı turnusol kağıdı değil mi? İsmail Haniye, Fuad Şükür, Hasan Nasrallah dahası Kasım Süleymanî … birer turnusol kâğıdı değil mi? İran, Hizbullah, Husiler birer turnusol kâğıdı değil mi? Şiilerle sunnîler üzerinden mezhep farklılıklarını düşmanlığa dönüştürmek bir ölçü değil mi? Batı güzellemesi yapıp Müslüman kardeşini hor görmek bir ölçü değil mi?
Kısacası Münafıkların ahkamı için fıkıh kitaplarında ayrı bir bâb açılmamıştır. Sebebi ise hükümlerde Müslüman muamelesine tabi olmalarıdır. Fakat itikada gelince kafir sınıfındandırlar. Hatta kafirlerin de en alt derecesindedirler. Kur’ân’da Kafirler içerisinde özellikleri en çok zikredilenler Münafıklardır. Bakara suresinin başında iki ayetle kafirlerden bahsedilirken Münafıklardan on üç ayetle bahsedilmiştir. Çünkü Münafık deşifre olduktan sonra gücünü kaybeder. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Tevbe, 9/74.
[2] Geniş bilgi için Suyûtî, Dürrü’l-Mensûr, Trc. Hüseyin Yıldız, İstanbul, 2012, VII, 413-422.
[3] Tevbe, 9/73.
[4] Münafikûn, 67/1.
[5] Süyûtî, Dürrü’l-Mensûr, XIII, 423.