İbn Haldun’u Rol Model Edinenlere Göre Mehdi Gelmeyecek miş!
Dinî, tarihî veya güncel meseleleri incelerken fotoğrafın tamamına bakabilmek zor olsa da gerçek sonuçlara ulaşmamız için gereklidir. Bağlamlarına göre kelimelere anlam verilmediğinde, şahsiyetler yaşadıkları dönemin şartları araştırılmadan değerlendirildiğinde,olayların sebepleri yeterince araştırılmadığında ve hükümlerdeki maksat göz ardı edildiğinde doğru sonuçlar elde etmek neredeyse imkânsız hale gelir.
Nitekim güncel sorunların bütüncül fotoğrafını çekerek yorumlayanlar ancak bizleri gerçekçi bilgilerle aydınlatabilmektedirler. Parçacı yaklaşımlar ise olayları ya yanlış ya da eksik değerlendirmemize yol açmaktadır. Örneğin; Gazze’de yaşananları Suriye’den bağımsız ele almak, İsrail ile ilişkileri Azerbaycan’daki gelişmelerden ayrı değerlendirmek, Amerika ve Rusya ile ilişkilere bakmadan ülkelerin dış siyaseti hakkında yorum yapmak, Libya’daki, Ukrayna’daki, Somali’deki gelişmelere bakmadan ülkelerin birbirleriyle ilişkilerini ele almakne kadar doğru sonuçlar verebilir?
Aynı şekilde dinî alandaki tartışmaları, çağdaş sorunları ve kimin hangi tarafta yer aldığı vb. konuları da sosyal ve siyasi şartlardan bağımsız değerlendirmek ne kadar objektif olabilir? Çünkü dinî konulardaki tartışmaların geçmişine, onu doğuran sebeplere dikkat edilmediği takdirde söylemle eylem uyuşmazlığı ortaya çıkmaktadır. Mesela bir taraftan Haricilikle mücadele ediliyor görüntüsü verenlerin diğer taraftan Hariciliğe giden yolun taşlarını döşedikleri görülmektedir.
Yazının başlığına bakılarak İbn Haldun’u ciddiye almadığım veya onun bir Müslüman olarak ilim dünyasına katkılarını küçümsediğim anlaşılmasın. Benim itirazım ya hep ya hiç yaklaşımınadır. İbn Haldun tarih, sosyoloji, felsefe, siyaset vb. ilimlerde bir çığır açtıysa bu yönüyle örnek alınması gerekir. Ancak bu alanlarda başarılı oldu diye dini konularda da otorite kabul etmek, görüşlerini her alanda reçete gibi kabul etmek zorunda değiliz. Dini değerlerle uyuşmayan bazı davranışlarını ise asla örnek alamayız.
İbn Haldun, ayrım yapılmadan rol model olarak sunulursa onun her türlü görüşü de değerli kabul edilecektir. Sonra da iş öyle bir boyuta varır ki her dediği doğru kabul edilir.Yanlışlıkları görülmez olur. Mukaddime adlı eserinde İbn Haldun, Mehdilik inancı hakkındaki değerlendirmelerinde maalesef kendisiyle çeliştiği için onun değerlendirmeleri dikkate alınamaz. Bu eserin Arapçası ve Türkçe çevirilerine rahatlıkla ulaşmak mümkün olduğu için burada tek tek rivayetleri zikretmeden, detaylı bilgiyi oraya havale ederek bir değerlendirmede bulunacağım. Mehdilik inancı, Mukaddime’nin 3. Bölümünün “Mehdî hakkındaki inançlar ve mesele üzerindeki perdenin kaldırılmasına dair” 53. Başlık altında incelenmiştir.
İbn Haldun, İmam Mehdi ile alakalı yaklaşık yirmi dört hadisin kritiğini yapmaktadır. Maalesef konu hakkındaki değerlendirmelerinde ilmî ve objektif kriterler yerine zaman zaman hisleriyle hareket etmiştir. Açıkça kendi kendisiyle çelişmiştir. Çünkü o, konu hakkındaki hadisleri değerlendirmeye başlarken kendine şöyle bir ölçü belirlemiştir. İslam âlimleri, Buharî ve Müslim’in rivayet ettiği hadislerle amel etme konusunda ittifak ettikleri için bu iki eser hakkındaki şüpheyi ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla bunlar dışında kalan diğer Kütüb-i sitte eserlerini kritik etmede bir beis görmemiştir. Bu ölçüye göre İmam Buhari ve İmam Müslim’in kriterlerine uyan hadisleri itirazsız kabul etmesi gerekirdi. Ancak İbn Haldun, kendisinin belirlediği bu ölçüye riayet etmemiştir. İmam Buhari ile İmam Müslim’in eserlerinin sağlamlığında icma olduğu için bir yerde hadisi itirazsız kabul ederken diğer yerde ise iki İmamın şartlarına uygun olduğunu belirttiği halde zayıf göstermiştir.
Bu kadar çelişik tavır sergilemesi, konuya ilmî olmaktan ziyade, Şia’ya karşı olumsuz tavrı ve kendi teorisine aşırı güvenerek hareket etmesimdendir. Ayrıca kendi zamanında gözlemlediği olumsuz örneklerle de görüşünü desteklemeye çalışmasıdır.
Mesela ‘‘Bu dünyada bir gün kalsa bile Allah-u Teâla Ehlibeytimden bir adam gönderecek, bu adam zulümle dolan yeryüzünü adaletle dolduracaktır.’’ Hadisi hakkındaki değerlendirmesinde, Şia’ya karşı olan alerjisini açıkça görmek mümkündür. Ona göre buhadisin rivayet zincirinde yer alan râvîlerden Fıtr b. Halîfe, Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Kattân, İbn Muin ve Nesaî’ye göre güvenilir olsa da Şiilikle ithamından dolayı zayıftır.
Başka bir hadisin kritiğinde Harun b. Muğire adlı raviyi “bir Şii evladı” olduğu gerekçesiyle zayıf göstermiştir. Dikkat edildiğinde meselenin vahameti görülecektir. Ahmed b. Hanbel gibi hadis alimlerinin güvenilir kabul ettiği ravileri İbn Haldun, Şii oldukları gerekçesiyle tenkit edip hadisin zayıflığına gerekçe yapmıştır. Şimdi sormak gerekmez mi? Şii olmak neden cerh ve ta’dil açısından zayıflık sebebi olsun? Şii olmak insanın adaletini neden zedelesin? Böyle düşünmenin bir ileri aşamasında Şii Sunni ile evlenir mi? Şii ile alışveriş yapılır mı? Şiinin arkasında namaz kılınır mı? Şii birine Müslüman denilir mi? Cenaze namazı kılınır mı? vs. sorularla muhatap olmayı da göze almamız gerekir. O zaman da“Alevî Sünnî kardeştir” sözleri sadece sloganda kalır. Çünkü Şiilik adalet vasfını zedeleyen bir özellik olarak görülürse elbette muamelelerdeki şahitliklerinin kabul edilip edilmeyeceği de tartışılmaya açılmış olacaktır.
Bugün birilerini karalamak için neden sadece Şii damgası vurmanın yeterli olduğunuböylece daha iyi anlayabiliyoruz. Dolayısıyla İbn Haldun’un ilmini, orijinal tespitlerini alalım ancak onun çalkantılı, istikrarsız yaşamını, ideolojik görüşlerini, dinî konulardaki her yorumunu referans olarak almak zorunda değiliz. Onu her yönüyle yüceltip gençliğimizin üsve-i hasenesi olarak göstermemiz gerekmez.
İbn Haldun’un Mehdilik inancına diğer bir eleştirisi, ilgili hadisleri, kendisininasabiyet teorisiyle çelişkili bulması açısındandır. Çünkü o, sosyolojisinde asabiyet teorisini savunmaktadır. Ona göre Mehdi’nin ortaya çıkışı güçlü bir asabiyet bağıyla mümkündür. Halihazırda ise mehdiliği ifa edebilecek bir ortamın olmadığını söylemiştir.
Yine ona göre siyasî, sosyal ve hukuki açıdan güçlü bir devlet olduğunda Mehdilik inancına gerek kalmayacaktır. Mehdilik inancı otoritenin olmadığı veya zayıf olduğu toplumlarda ortaya çıkar. Bu yaklaşım kabul edilemez. Çünkü Müslümanların beklediği İmam Mehdi, zulümle dolmuş yeryüzünü adaletle doldurmaya gelecektir. En büyük zulümler ise güçlü devletlerin eliyle yapılmaktadır.
Kendi dönemine kadar Mehdi tahminlerinin doğru çıkmadığını da gerekçe göstermiştir. Ancak insanlar yanlış tahmin ettiler diye bir konu inkâr edilemez.
Bedevî ve hadarî toplum ayrımına göre de mehdiliğin bedevî toplumlarda ortaya çıkıp yaygınlaştığını, Mehdi’ye tabi olanların eğitimsiz, cahil kişiler olduğunu savunmuştur. Bu tespit o günkü bazı gözlemleri için doğru olabilir. Ancak mehdilik inancını reddetmek için sebep olamaz. Çünkü İbn Haldun’un da kabul ettiği gibi Müslüman ulemanın geneli, sahabenin ileri gelenleri de İmam Mehdi’nin geleceğine inanıyorlardı. Öyleyse onları bedevî mi değerlendirmemiz gerekir?
Bir diğer gerekçesi Mehdilik inancına sığınarak yanlışlık yapan bazı insanların uygulamalarıdır. Bu gerekçeyi bugün de birçok kişiler kasıtlı olarak diline dolamaktadır. Ancak dini konuları istismar etmek her zaman ve her dönemde mümkün olan bir şeydir. İnsanlar dini çarpıttılar diye dinin emirlerini yok sayamayız. İnfak konusu, kurban konusu, hac konusu, yetimler konusu vs. suistimal ediliyor diye sorumluluklarımızı bırakmamız, dinde olmadığını söylememiz mi gerekir? Günümüzde de Mehdilik inancını kötü emellerine alet edenler olabilir. Çok gariptir ki bazı medya grupları neredeyse Gazze’de yaşananların sebebi olarak mehdilik inancını gösteriyorlar. Mehdilik inancı acaba durup dururken gidin oraya buraya saldırın da Mehdi’nin gelişi erkene alınsın mı diyor? Yoksa size bir savaş açılırsa sabredin, direnin, ümitvar olunuz mu diyor?
Diğer bir yaklaşıma göre ise mehdilik inancı insanları uyutuyor. Atalete sevk ediyor. Oysa ki şu anda İmam Mehdi’nin geleceğini inkâr edenler dinin kaymağını yemekle meşgul iken, Mehdi’nin geleceğine inananlar ise bu uğurda seve seve her şeylerini feda ediyorlar. Hani Mehdi beklentisi uyutuyordu. Bugün uyuyan kim?
İmam Kurtubî’ye göre dünyanın tamamına hükmeden iki iyi insan, iki de kötü insan olmuştur. İyi kişiler Zülkarneyn ve Süleyman b. Davud, kötü kişiler ise Nemrut ve Buhtunnasr’dır. İslam ümmetinden beşinci kişi olarak İmam Mehdi baştanbaşa dünyaya hükmedecektir. Bunun delili ise “Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini, doğruluk rehberi Kur’an ve hak din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter.’’ Ayetidir.
Sonuç olarak gerek mehdilik konusu olsun gerekse başka konular olsun herhangi bir meseleyi değerlendirirken geniş perspektiften bakmak gerekir. Özellikle arka planı iyi deşifre etmek lazım. Bir alimin eserini incelediğimizde satırlarla yetinmek her zaman yeterli gelmeyebilir. Satırların arkasındaki sudura bakmak, ona bu satırları yazdıran saikleri iyi tespit etmek gerekir. İtikadî görüşü, mezhepsel yaklaşımı, yaşadığı dönemin siyasi şartları, kimin adına konuştuğu vs. iyice araştırılmalıdır. İbn Haldun’un da İmam Mehdi konusuna yaklaşımında kendi teorisiyle uzlaştırmamanın yanında, Şiaya olumsuz bakışının da etkisi vardır.
Günümüzde de durum farklı değildir. Şia’ya düşmanlık saikiyle hareket edenler adeta ayaklarına sıkarak, kendi varlık zeminlerini yok ediyorlar. Hükümetlerin politikalarına uygun dini söylemler geliştirelim diye kendileriyle çelişmeyi göze alıyorlar. Oysa dini konularda insanların hislerini okşamaktan ziyade, acıtarak da olsa gerçekleri dile getirmekten çekinmemeliyiz. Söylediklerimizin ucunun nereye varacağının hesabını yapmalıyız. (Veysel Çelik)