Ne dedik ne yaptık?
Rivayet olunur ki, medresede eğitim gören üç arkadaş mezun olduktan sonra birbirleri ile bağlarını koparmayacaklarına, hak ve adaletten ayrılmayacaklarına, hak davaya hizmet edeceklerine dair ahitleşirler. Fakat o zamanlar iletişim imkânları bu günkü kadar gelişmiş değildir. O nedenle olur da araya mesafeler girer ve birbirimizi tanımakta güçlük çekeriz diye düşünüp aralarında bir şifre belirlerler: “BEN O’YUM”. Bu ifade üç arkadaşın birbirlerini tanımaları için oluşturulmuş bir simgedir artık.
Aradan yıllar geçer… Üç arkadaştan biri hoca, biri tüccar diğeri ise vali olmuştur. Tacir olan kişi bir gün şehri dolaşırken arkadaşının o şehrin valisi olduğunu öğrenir ve onu ziyaret etmeye karar verir. Oldukça heyecanlıdır, arkadaşının kendisini görünce nasıl bir tavır takınacağını merak eder. Hızlı adımlarla ilerler ve valiliğin kapısına kadar gelir, sonra talebini iletir. Fakat güvenlik ve bürokrasinin duvarlarını aşmak kolay olmaz. Görevli kendisini içeri almamak için binbir mazeret ileri sürer. Tacir kararlıdır her ne olursa olsun arkadaşıyla görüşecek ve onunla eski günleri yâd edecektir. Görevliye valinin çok yakın arkadaşı olduğunu söyler ve görüşmek istediğini vurgular. Görevli gün içinde valiyi tanıyorum deyip görmek isteyen vatandaşların hilelerini düşünür ve aldırmaz, “Sıranı bekle” der. Adam çaresiz sıraya girer ve içeri gireceği anı beklemeye başlar. Fakat sıra bir türlü bitmek bilmemektedir.
Adam bir süre daha bekledikten sonra görevliye doğru ilerler ve mezun olurken birlikte belirledikleri şifreyi bir kâğıda yazıp eline uzatır, “Bu notu vali beye iletir misin?” der. Görevli az sonra elindeki kâğıtla geri gelir ve “Vali bey size şu notu yazdı” deyip kâğıdı adamın eline tutuşturur. Büyük bir heyecanla elindeki kâğıdı açan adam şöyle bir ifade ile karşılaşır: “SEN O OLABİLİRSİN AMA BEN ARTIK O DEĞİLİM”.
Hikâyeyi okuduğumda aynı davayı, aynı ülküyü, aynı hedefi, aynı kaderi paylaşan dava arkadaşlarımızın makam ve mevkii sarhoşu olup birbirlerinden kopuşlarını düşündüm. Allah bana imkân verdiğinde kul hakkı yemem, israf etmem, gösterişe yönelmem, dürüstlüğümden ödün vermem diyen mücahit ve mücahide kardeşlerimizin paranın cazibesine kapılıp kardeşlik, hısım akrabalık bağlarını nasıl kopardıklarını, yoksulların haklarını nasıl çarçur ettiklerini düşünüp hayıflandım.
Kamu kurum ve kuruluşlarında, eğitim ortamında hayatın tüm safhalarında inanç özgürlüğü sağlandığı takdirde İslami çalışmalarımızı daha da hızlandıracağız, inancımızı yaşama noktasında en ufak tavizlerden dahi kaçınacağız diyen mücahit ve mücahidelerin inandıkları değerlere nasıl sırt döndüklerini düşündüm ve derinden, “Ah” çektim. Bir zamanlar tesettürümden asla taviz vermem deyip dik bir duruş sergileyen dindar hanımların tesettürü nasıl yozlaştırdıklarını, kişiliklerine değil dişiliklerine özen gösterip nasıl kibre kapıldıklarını düşündüm ve bize ne oldu diye söylendim. Ve istikamet üzere olmanın yeterli gelmediğini asıl maharetin istikamet üzere kalmak ve bu noktada direnç gösterebilmek olduğunu anladım. Bilmiyorum sizler ne düşünürsünüz… (Milli Gazete)