İnsanın Toprakla İlişkisi
Teknolojinin hayatımıza girmediği dönemlerde toprak bütün canlıları doyuran zengin bir kaynaktı. O zamanlar insanın toprakla ilişkisi ilk sevgi nesnesi olan annesiyle ilişkisine benzerdi. Hiçbir karşılık beklemeden doyuran ve besleyen bir değerdi toprak. İnsan toprakla kurduğu bağ sayesinde kendisiyle, çevresiyle ve doğa ile uyumlu bir yaşam sürer ve bu dengeyi korumaya özen gösterirdi. Toprak aynı zamanda toplumların tarihi birikimlerini, kültürel özelliklerini taşıyan bir mirastı ve her şeyin içindeydi. O zamanlar insanın geçim sorununu çözmek diğer canlıların geçim sorununu çözmek kadar kolaydı.
İnsanın toprakla ilişkisinin güçlü olduğu dönemlerde göz açlığı yaygın bir hastalık değildi. Allah’ın bahşettiği kaynaklar bütün canlılara yetecek kadar bereketliydi ve her canlı ihtiyacı olan şeye ulaşır ve hayatını sürdürürdü. İnsanlar doğayı bir yaşam kaynağı olarak görür, bitkileri tanır, toprağı işler, havanın, suyun, güneşin niçin var olduğunu bilirlerdi.
İnsan varlık âleminin en seçkin üyesiydi ve Allah’ın bahşettiği potansiyelini kullanarak yeryüzünde bir medeniyet inşa etti ve toprağa hâkim oldu. Fakat tabiatında iradesini etki altına alacak iki ordu taşıyordu ve iyiliğe de kötülüğe de yatkındı… İnsan yönünü kötülükten yana çevirdi toprağı bir tahakküm aracı olarak kullanmaya başladı.
Sanayi toplumuna geçiş sürecinde insanlar toprağı bir üretim aracına dönüştürdüler ve bunun büyük bir kayıp, yoksullaşma olduğunun farkına varamadılar. Kent hayatı, makineler ve hızlı yaşam oldukça cazip geldi ve insanlar toprağı terk edip akın akın şehre taşındılar.
Sanayi devrimi insanın toprakla ilişkisini dönüştürdü ve üretim ilişkileri değişince toplumların yaşam tarzları da değişti. Fabrikalar, atölyeler ve ticari kurumlar inşa edildi ve insanlar sistemli bir işbirliğine ihtiyaç duymaya başladılar. Materyalist yaşam biçimine uygun mekânlar oluşturuldu ve toprak ticari bir metaa olarak görülmeye başlandı. İnsan topraktan aldığını işliyordu ama artık toprakla bağ kuramıyordu. Ana kavramı ile ilişkilendirilen toprak endüstriyel bir hammaddeye dönüştürülmüş ve üretim ilişkilerinin içinde eriyip gitmişti. İnsan hayatına anlam katan değerlerle birlikte topraktan da uzaklaşmış ve makinelerin bir versiyonu haline gelmişti.
Zaman bahar yağmuru gibi akıp gitti… Artık sanayi ötesi sürecin içindeyiz ve şimdilerde ileri teknolojinin, yapay zekânın kazanımlarından söz ediliyor ve toprakla ilişkimiz giderek mesafelendiriliyor. Dijital devrimin gerçekleşebilmesi için toprak, tohum ve doğadan elde ettiğimiz bütün kazanımlar aslından uzaklaştırılıyor ve tabiatımızla uyumlu olmayan bir hayatın içine doğru itiliyoruz. Öyle sanıyorum ki yakın zamanda gıdanın yerini tutacak kapsüllere mecbur kalacak ve topraktan tamamen kopacağız. Zihinlerimizi yeni duruma hazırlamaya çalışıyorlar ve yapay zekâ, yapay et, insanın yerini alacak robotlar, suni yemler ve yapay insan söylemleri hemen her gün telaffuz ediliyor. Susuyoruz… Sessizce bekliyoruz… Robotlaşmışız ve belki de son organik insan modeli olarak anılacağız… Bilmiyorum!
Doğa bütün canlıların yaşamı için en ideal sistem ve bu sistemi korumak zorundayız. Biz doğanın içinde yer alan toprakla, bitki türleri ile hava ve su ile ve hayvan türleri ile birlikte yaşamaya müsaidiz ve bu uyumun bozulması hayatımızı zorlaştıracak ve içinden çıkamayacağımız sorunlara sebebiyet verecektir… (Milli Gazete)