Bir Adım Ötemizde
Aile büyüklerimize ait olan fotoğraflara göz atarken anneannemin elbisesindeki yama dikkatimi çekiyor ve her şeyden tat alabilen o insanları anlamaya çalışıyorum… Soluk bir çiçeği andıran bu görüntü yoksulluğu değil aksine bir yaşam tarzını, tüketim kültürünü ifade ediyor aslında. Elbisenin koluna sanatsal bir duyarlılıkla kondurulmuş olan o kumaş parçası bir önceki nesillerin israfa karşı duyarlılıklarını, tüketim alışkanlıklarını ve estetik algılarını ortaya koyuyor. Bilirsiniz büyüklerimiz azla yetinmeyi ibadetten sayar ve hallerinden pek şikâyet etmezlerdi. İşlevi olmayan hiçbir şey yoktu onların hayatlarında, eskiyen giysiler, kırılan eşyalar tamir edilir ve kullanıma hazır hale gelir, atık ürünler toprağa serpilir ve gübreye dönüştürülürdü. Vakitlerini çalacak aşırılıkları yoktu onların sade bir hayatı seçmişlerdi.
Her nesil bir öncekilerin hikâyelerinden kesitler paylaşır ve eskiye özenir. Oysa her çağın içinde özlemle andığımız şeyler olduğu gibi tedavi edilememiş saplantıları da vardır. Nitekim küçük şeylerle mutlu olabilen ve sade bir hayat yaşayan büyüklerimiz duygu ve düşüncelerini paylaşma noktasında baskılanmış ve güven duygularını geliştirme fırsatı bulamamışlardır. Onlar söze haklarının olduğuna inanıp harekete geçtiklerinde susturulmuş ve kıyıya itilmişlerdir.
Büyüklerimiz dijital araçların getirdiği yıkıma maruz kalmadılar, hayatı olduğu gibi yaşadılar belki ama duygularını ifade etme özgürlüğüne hiçbir zaman sahip olamadılar… Sustular, hak sahibi oldukları noktalarda dahi seslerini kıstılar ve başlarını eğdiler. Söz kursaklarında kaldı ve tek kelime etmediler. Susmayı sabır ve saygı ile ilişkilendirdiler ve duygularının üzerine betondan duvarlar örüp güller ektiler. Bugün bu insanların genç kuşağın dilini çözüp sağlıklı ilişkiler kuramamalarının nedenini sanıyorum burada aramak gerekir… Bilinçaltında gizliden gizliye uyanan bir imrenme, kıskançlık ve sevgi açlığı… Babamın bana sarıldığını hiç hatırlamam diyen bir insanın ebeveyni ile sağlıklı ilişki kurabilen ve istediği her şeyi elde eden bir nesli anlayabilmesi için yaşadığı yoksunluğu sabırla savıp kalbini bugünün çocuklarına sevgi ile açabilmesi gerekir.
Yıkmak bir nefes alıp vermek kadar kolay fakat onarmak için sabır, emek ve zamana ihtiyaç vardır. Kabul etmelisiniz ki bu çocuklar kapıları toprağa açılan evlerde doğmadılar... Onlar uçurtmalarını yağmurun yıkadığı ağaçların altında uçurmadılar… Onlar dijital araçların hayatın tüm alanlarına hâkim olduğu bir çağda doğdular ve her şeyi kolaylıkla elde edip kolaylıkla tükettiler. Onlar bu çağın çocukları... Ve daha çok şeye sahip olmanın, daha çok para harcamanın, daha çok zevk ve eğlence yaşamanın kendilerini mutlu kılacağına inanıyor ve taleplerine her gün bir yenisini daha ekliyorlar. Bu durum onların sadece sizinle değil birbirleri ile ve eşya ile ilişkilerini de etkiliyor… Çocuklar insanla kurdukları ilişki ile eşya ile kurdukları ilişki arasında bir fark oluşturamıyor ve yeni tanışıp hoşça vakit geçirdikleri arkadaşlarını ertesi gün terk edebiliyorlar. Bugünün çocukları daha özgür ve daha refah bir hayat için feda ettikleri şeylerin yoksunluğunu yaşıyorlar. (Milli Gazete)