Taliban'ın Birinci ve İkinci Dönemi
SSCB'nin komünizm ideolojisini ihraç etmek amacıyla ve yayılmacı politikalarının gereği olarak 24 Aralık 1979 yılında Afganistan'ı işgal etmesiyle birlikte bu ülkede uzun soluklu bir savaş dönemi başlamış oldu. (İşin ilginç tarafı bu saldırı ve işgal SSCB için sonun başlangıcı olmuştu.)
İşgalle birlikte Afganistan halkı değişik etnik kökenli kavimlerden müteşekkil savaşçı gruplarla Sovyet işgal güçlerine karşı mukavemet ve direniş süreci başlatmış oldu.
Afganistan'ın demografik yapısı Peştun, Tacik, Hazara, Özbek, Türkmen, Beluç, Peşei, Nuristani, Aymak, Arap, Kırgız, Kızılbaş, Göçer ve Brohi gibi etnik kökenli halklardan oluşmaktadır.
Bu gruplar kendi bulundukları bölgelerde zor koşullarda amansız bir gerilla savaşı vererek 15 Şubat 1989 yılında Sovyet işgalcilerini bi iznillah ülkelerinden kovmayı başarmış oldular. Ancak iş hükümeti kurmaya gelince nifak ve ihtilaflar devreye girdi ve bir türlü istikrarlı bir hükümet kuramadılar. Kısacası etnosantrik duyguların devreye girmesiyle, her etnik grup kendi kavminin Afganistan'a egemen olmasını istediğinden dolayı bu sefer ülke iç çatışmalara sahne olmaya başladı. 1996 yılına kadar bu iç savaş nice kardeş kanı dökülerek devam etti. İç çatışmalar esnasında Pakistan'da eğitim gören Afganlı göçmen gençler Taliban (Öğrenciler) hareketini oluşturdular. İlginç olan bu örgütü eğiten ve donatan ABD, finans eden ise Suudi Arabistan'dan başkası değildi. Zaten diğer gruplar Sovyetlere karşı savaşırken yine o örgütlere de ABD ve Suud rejimi yardım ediyordu...
ABD ve Suud rejiminin eğitip donattığı ve finans ettiği Taliban, 3 Kasım 1994 yılında Kandahar kentini ele geçirdi ve iki yıl içerisinde hemen hemen bütün Afganistan'ı kontrol altına almış oldu. "İslâm Emirliği" adı altında Taliban yönetimi Afganistan için yeni bir dönemdi. 1996 yılından 2001 ABD işgaline kadar Taliban din adına, şeriat adına bin küsur yıllık fıkıh kurallarıyla uyguladığı baskıcı ve şiddet içerikli politikalarından dolayı dünya kamuoyu ve İslâm âlemi nezdinde kötü bir imaja sahip oldu. Gelişmeler tam da ABD'nin istediği gibiydi. ABD bir zamanlar Kızılderili klanlara yaptığını şimdi İslâm coğrafyalarında etnik ve mezhebi farklılıkları kaşıyarak yapıyor. Birbirlerine hasım olan her iki tarafa silah veriyor, eğitip donatıyor ve birbirine kırdırıp sonra da işgale girişiyor. ABD bu şeytanî emelleriyle birlikte ayrıca insanlar birbirlerinin kanını döksün diye dünyanın 190 ülkesine silah satıyor...
Merhum Humeynî boşuna, "Büyük şeytan Amerika" dememiş...
Bu süreçte Taliban hükümetini Pakistan, Türkmenistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tanımıştı. Taliban'ın Vehabî zihniyetinde olması hasebiyle BAE ve Suudi Arabistan tarafından tanınıp desteklenmesi doğaldır. Pakistan ve Türkmenistan ise komşu oldukları için tanıdıkları kanaatindeyiz. Peki diğer bir komşusu olan İran Taliban hükümetini neden tanımadı? Üstelik o da bir İslâm devleti.
Hayır efendim, arada dağlar kadar fark var. Zira tarihe de baktığımızda İslâm şeriatı ile yönetildiği iddia edilen nice devletler vardı ki bunlar monarşi yönetim anlayışına dayalı baskıcı/saltanat rejimleriydi. Emevîler ve Abbasîler buna en somut örnek. Bugün Suudi Arabistan da İslâm şeriatı ile yönetildiği iddia edilmektedir. Oysa Suudi Arabistan İslâm'a en büyük ihaneti eden bir rejimdir. Suudi Arabistan aynı zamanda büyük şeytan ABD'nin piyonu ve Siyonist çetenin güdümünde olan bir rejimdir. Bakınız, Suud Arabistan rejimi ABD ve Siyonist İsrail'in buyruğu ile 7 seneden beri mazlum Yemen halkını bombalamaktadır. Suud aşireti İngiliz ajanı Lawrence ile işbirliği yapıp Osmanlı'yı arkadan hançerleyerek bu rejimi kurdular. Şunu bilmiş olalım ki, bu rejim asla İslâmî bir yönetim anlayışına sahip değildir. Suud rejiminin İslâm'la hiçbir alâkası yoktur. Bir gariban çaresizlikten hırsızlık yapınca şeriat adına elini kesiyorlar. Oysa en büyük hırsız kendileri. O petrol gelirlerinde tüyü bitmemiş yetimin hakkı var.
Konuyu dağıtmadan sadede gelecek olursak. Taliban ilk dönem iktidarında son derece totaliter bir yöntemle halkına despotik baskılar uyguladı. Ülke yönetimini ele geçirene kadar muhalif gördüğü grupları zapturapt altına almak ve tasfiye etmek adına katliamlar yaptı. Kısacası Taliban en acımasız yöntemlerle karşısındaki gruplarla savaştı. Yine aynı şekilde ele geçirdikleri şehirlerde sivil halka yönelik son derece baskı politikaları uygulayıp keyfi infazlarda bulundular. Özellikle Mezar-ı Şerif halkı Şiî olması hasebiyle burada mezhep taassubu ile insanlara zulmedildi, infazlar yapıldı. Ayrıca İran İslâm Cumhuriyeti konsolosluğuna baskın yaparak 12 diplomatı kurşuna dizdiler. Oysa, "Elçiye zevâl olmaz " diye bir darb-ı mesel var ve bu kural bütün dünyada geçerlidir. Yani dünyanın her yerinde elçilerin dokunulmazlıkları vardır. Ama bu vahşi katil sürüsü bu kurala da riayet etmedi. Böylesine hak-hukuk tanımayan/şiddete teşne kadrodan adil bir yönetim tesis etmesi elbette beklenemezdi.
Nitekim 1996 yılından 2001 yılına kadar, yani beş yıllık iktidarları dönemimde sadece kadınlara değil bütün Afganistan halkına (sosyal hayatın her alanında) zulmettiler.
İşin en kötü tarafı ise bu zulüm ve baskı politikalarını din adına, İslâm adına yapıyorlardı. Onların bu çağdışı, bu insanlık dışı uygulamalarından dolayı yüce dinimiz İslâm da zarar görmüştü. Batılılar ve içimizdeki seküler cenah, "eğer İslâm buysa bizden uzak olsun" diyorlardı.
Büyük şeytan ABD'nin tam istediği bir manzara ortaya çıkmıştı. ABD bu durum için fırsat kolluyordu. 11 Eylül saldırısını bahane ederek Afganistan'ı işgal etti. Oysa daha sonraları yapılan derin ve kapsamlı araştırmalarla 11 Eylül saldırısını bizzat ABD'nin organize ettiği ortaya çıktı. (Binaların iç yapısındaki çelik konstrüksiyonun "aspes" zehiri salgıladığı için belediye iskân ruhsatını iptal etmek isteyince ikiz kulelerin sahibi firma elini çabuk tutup (bu gelişmeyi gizli tutarak) gidip İsviçre'de 6 milyar dolara bu iki gökdeleni sigorta yaptırıyor. Ayrıca ikiz kulelerin mahsenindeki altın deposu saldırıdan kısa süre önce boşaltılıp daha güvenli bir yere naklediliyor. Uçakların yapacakları kamikazi ile kulelerin yıkılamayacağı bilindiği için olaydan bir hafta önce binaların elektriği kesiliyor ve plânlanan katlara zaman ayarlı dinamitler/patlayıcılar yerleştiriliyor. Dahası, 11 Eylül Yahudiler için kutsal bir gün olduğu için bir tek Yahudi o gün işbaşı yapmıyor. Aslında büyük resimdeki pazıla bakıp bütün bileşenleri göz önüne getirdiğimizde bu organizasyonu ABD siyasetinde etkin olan hangi derin mihrakların yapmış olduğu ayan beyan anlaşılmaktadır.)
ABD dünyanın gözünün içine baka baka uydurduğu bu yalan ve bir o kadar da absürt olan iddiasıyla Afganistan'ı, iki yıl sonrasında ise Irak'ı da işgal etti. Sömürgeci ABD kendi tarihi sürecinde değişik yöntemlerle göz diktiği ülkeye bir şekilde çöküyor. İslâm coğrafyasında çökemediği tek ülke İran.. Bunun övüncü tüm İran halkına ait...
İfade ettiğimiz gibi büyük şeytan ABD ikiz kuleleri bahane ederek Afganistan'ı işgal etti. İşgalle gelen zulüm ve baskı politikaları tam 20 yıl sürdü. Usame bin Ladin'i bahane ederek Afganistan halkının üzerinde tam bir terör havası estirdi. ABD, uzun yıllar sürdürdüğü sürek avı sonucu, 2 Mayıs 2011 günü Pakistan'ın Abbottabad şehrinde El-Kaide lideri Usame bin Ladin'in kaldığı eve operasyon düzenlediğini ve El-Kaide lideri Usame bin Ladin'i öldürdüğünü ilân etti. Sonra Umman Denizi'ne bir cesedin atılması sahnesini dünya medyasına servis etti. Bu olay bir muamma olarak tarihe geçmiş oldu. ABD, sözüm ona hedefine ulaşmıştı ancak işgalini ve zulümlerini on yıl daha sürdürdü. ABD'nin Afganistan'dan çıkmaya niyeti yoktu ancak tarihinde en uzun işgaline rağmen Taliban'dan ve dolayısıyla perde arkasındaki Kudüs Gücü'nün sağladığı destekten dolayı yediği darbelerle Afganistan'ı zillet içerisinde terk etmek zorunda kaldı.
Şimdi Taliban "İslâm Emirliği" adını verdiği rejimini kurmanın uğraş ve çabasında. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Taliban 1996 yılında iktidara geldikten sonra yaptığı uygulamalarına baktığımızda sicilinin bozuk olduğu görülecektir. Şimdi umut ediyoruz ki, Taliban geçmişten ders alarak taahhüt ettiği prensiplere riayet eder. Aksi takdirde geçmişinde yapmış olduğu hataları tekrar edecek olursa kaba tabirle kendi ayağına sıkmış olacak. Taliban eline geçirdiği bu fırsatı iyi değerlendirmeli. Aksi takdirde yeni sıkıntılar, yeni çatışmalar, hatta yeni işgaller devreye girer ve olan Afgan halkına olur. Açıkçası Taliban'ı çok yönlü zorlu bir sınav bekliyor. 42 yıldan beri savaş ve iç savaş yaşayan Afganistan büyük bir yıkıma maruz kaldı. Bu ara sadece Taliban'a değil Müslüman ülkelere de büyük ödevler düşmektedir. Anlıyoruz, Taliban'ın bozuk sicilinden dolayı Müslüman ülkeler tanıyıp tanımama hususunda mütereddit. Fakat mesele Taliban'ı tanıyıp tanımama olmamalı, teyakkuz hâlinde olunsun ancak bu perişan yurdun kalkınması için bir şekilde dayanışmaya girilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Belki bu vesile ile Taliban kendisine çeki düzen verir ve geçmişteki hatalarını bu ikinci döneminde tekrarlamaz. Umut ve temennimiz bu yönde...