Aliya İzzetbegoviç'i Rahmetle Anmak...
Merhum Aliya 19 Ekim 2003 yılında bu dünyadan göçüp ahirete irtihâl etmişti. Çocuk yaştan itibaren Bosna halkı için verdiği mücadelede çile, meşakkat, mahkemeler, hapis ve onurlu bir yaşamı ile onurlu bir liderliği vardı. Bugün sadece Bosna halkı değil bütün dünya Müslümanları onu rahmetle, minnetle ve şükranla anmaktadır. "İzzet ve şeref Allah'ın, Resulü'nün ve mü'minlerindir." (Münâfikûn: 8) İşte o yüce insan, şerefli bir mü'min olarak bu dünyadan ayrıldı. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.
Vefatının sene-i devriyesi vesilesiyle, iki gün arayla, hem Bayrampaşa Yıldırım mahallesindeki "Türkiye Bosna Sancak Kültür Ve Yardımlaşma Derneği"nde, hem Bağcılar Belediyesi "Sivas Bosna Sancak Eğitim Ve Sosyal Yardımlaşma Derneği"nin (belediye binasında) düzenlediği anma merasimlerine katılma fırsatım oldu. Yıldırım mahallesindeki program Boşnak TV tarafından canlı verildi. (Boşnak kamuoyumuz adına, böylesi bir hizmetinden dolayı "Boşnak TV Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Agoviç"e teşekkürlerimizi sunuyorum.)
Program başladığında Türkiye Bosna Sancak Kültür Ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Muhammed Sancaktar Bey kısa bir selamlama konuşması yaptı ve mikrofonu moderatöre verdi. Programda konuk konuşmacı ise Aliya'nın dava arkadaşı Prof.Dr. Fahreddin Rızvanbegoviç'ti. Konuşması esnasında Aliya'nın siyasî mücadelesinden maada onun kişilik ve şahsiyeti hakkında anekdotlar aktardı ve kendisi duygu yüklü anlar yaşadığı gibi izleyicileri de duygulandırdı.
Bey, Aliya'nın "Mladi Müslümani" (Genç Müslümanlar) örgütünü henüz 16 yaşındayken kurma sürecini anlattı ve Aliya, kurmuş olduğu bu örgütteki faaliyetlerinden dolayı tutuklanıp mahkemeye çıkarıldığında, yaptığı savunma esnasında İslâm'a olan bağlılığını ve aidiyet duygularını nasıl cesurca dile getirdiğini anlattı. Arkadaşı, Sosyalizmle yönetilen Yugoslavya mahkemelerinde Aliya'nın dile getirdiği sözlerden dolayı idamı isteneceği endişesine kapılmış. Aliya bu mahkemede 8.5 yıla mahkum edilmişti. Arkadaşı, Aliya'nın hapis ve mücadele dolu hayatından aktarımlarda bulunurken onun bireysel yaşamındaki sadeliklerden de örnekler verdi. Son derece israfa karşı olduğunu, evi, eşyaları ve kıyafetleriyle sade bir hayat yaşadığını, maddi imkanlarını yoksul insanlara, özellikle dul kadınlara hasrettiğini anlattı. Köyde yaşayan dul ve yetim çocukları olan bir kadına inek alıp götürdüğünü ve bununla yetinmeyip ot ve saman da aldığını duygulu bir tebessümle dile getirdi. Oğlu Muhammed Bakır'ın kendisine hediye olarak aldığı ayakkabıları bir askere verdiğini söyledi. Savaş esnasında kullandığı ofisinde kaloriferlere yakıt gelmediğinden dolayı kendisine elektrikli ısıtıcı verilmek istenmesi üzerine "benim halkımın ısınacağı bir şey yokken ben bunu kabul edemem" deyip iade ettiğine bizzat tanık olduğunu ve kendilerinin ısıtıcıyı gördüklerinde sevindiğini fakat iade edildiğinde hayal kırıklığı yaşadıklarını tebessümle anlattı. Sayın okuyucumuz Fahreddin Bey'in aktardığı anekdotlardan sadece aklımda kalan birkaç tanesini bu satırlarda kaydetmiş oldum. Aslında Fahreddin Bey'in konferans boyu anlattıkları kelimesi kelimesine deşifre edilip kayıt altına alınmalı. Fahreddin Bey Merhum Aliya ile ilgili anılarını mutlaka kaleme almalı ve kitaba dönüştürmeli. Elbette Türkçe'ye de tercüme edilmeli...
Program sonrası soru-cevap kısmında bir izleyici Fahreddin Bey'e beklenmedik absürt bir soru yöneltti. Soru şuydu: "Aliya defalarca Türkiye'yi ziyarete geldiğini biliyoruz, peki neden bir kere olsun Anıtkabir'i ziyaret etmedi?" Bu soru hem Fahreddin Bey'de hem izleyicilerde şok etkisi yapmıştı ve salonu büyük bir sessizlik kapladı. Birkaç saniye sonrasında münasebetsiz soruya seyirciler içerisinde homurdananlar olsa da, gergin havanın yatışması için moderatör devreye girdi ve "gitmişti" deyip cep telefonundan bir yazıyı soruyu soran kişiye gösterdi. Adam tatmin olmayarak, "resim niye yok" diye itiraz etti. Fahreddin Bey devreye girerek, "ben gittim" dedi. Soruyu soran şahıs bu sefer hiddetli bir şekilde, "sizin gidip gitmediğiniz beni ilgilendirmez, ben sizin gidip gitmediğinizi sormuyorum, Aliya neden gitmedi, onu soruyorum" dedi. Fahreddin Bey bu sefer biraz gergin bir şekilde Anıtkabir'de başına gelen bir olayı aktararak soruyu soran kişiyi, soruyu sorduğuna bin pişman etti. Fahreddin Bey'in söylediği şuydu: "Ben Anıtkabir'i ziyaretim esnasında kabrin başında durarak ellerimi havaya kaldırıp Fatiha Suresi'ni okumaya başladım. O esnada görevli polis kolumdan tutup bana müdahale ederek okumamı yarıda kestirdi. Orada bana bir Fatiha Suresi'ni okutmadılar. Bana soru soran kardeşim, sen şimdi bana cevap ver? Başıma gelen bu olayın iç yüzünü bana anlat." Salonu yine büyük bir sessizlik kapladı. Elbette Fahreddin Bey'in yaşadığı bu olay anlayana çok şeyi anlatıyor. Fakat Türkiye halkının büyük bir kesimi Anıtkabir'de neden Fatiha veya Kûr'ân okutulmadığını veya mozorenin üstünde "Gaipten ve gökten indiği sanılan dogmalar" ifadesinin nasıl bir reddi miras olduğunu ve o ifadenin ne anlama geldiğini bilmediği ve anlamadığı gibi soruyu soran vatandaş da anlamadı veya verilen örnek ile kendi hafızasındaki değerler çeliştiği için anlamamazlıktan geldi.
Moderatör bu sefer şöyle bir açıklama yapma ihtiyacı hissetti: "Arkadaşlar gördüğünüz gibi konuğumuz Fahreddin Bey bize Aliya'nın hayatından kesitler sunarken siyasi konulara girmedi. Aliya'nın kişiliğini ve manevî yönünü anlattı. Soru sormak isteyen kardeşlerimiz lütfen siyasî soru sormasınlar." Bu gergin atmosferden sonra soru da soran olmadı ve program bu şekile bitti. Program sonrasında Fahreddin Bey ile ayaküstü sohbet etme imkânımız oldu. Kendisi son derece mütevazı ve alçak gönüllü bir insan. Beni ısrarla Bosna'ya davet etti. "İnşAllah" deyip vedalaştık. Gönlümüz isterdi ki Kudüs TV'de kendisiyle program yapalım. Şimdilik nasip değilmiş. Hemen dönüş yapacaklarmış. Bir dahaki sefere inşAllah...
Bağcılar'daki etkinlikte programı organize eden Sivas Bosna Sancak Eğitim Ve Sosyal Yardımlaşma Derneği Başkanı Erol Sevim kısa, etkileyici ve güzel bir konuşma yaptı. Konuşması esnasında Türk Silahlı Kuvvetleri Barış Gücü mensubu olarak askerliğini Bosna'da yaptığını ve o dönemde Merhum Aliya ile görüştüğünü anlattı. Ayrıca kendisinin Aliya ile ilgili bir önerisi oldu. Bağcılar veya Büyükşehir bünyesinde Aliya ile ilgili bir enstitü açılmasını önerdi. Erol Bey'in bu önerisi belki o esnada spontan olarak aklına gelmiş olabilir. Elbette Aliya ile ilgili enstitüler kurulmalı ancak asıl olarak Aliya'nın hayat mücadelesi ve aidiyet değerlerimizle mütenasip olan evrensel düşünce yapısı/fikirleri MEB bünyasinde ders müfredatına yerleştirilmeli. Erol Bey kardeşimizin kürsüdeki konuşmasından sonra
22. dönem Milletvekili Sayın Hüseyin Kansu etkili ve güzel bir konuşma yaptı.
Hüseyin Kansu konuşmasında Aliya'nın Türkiye ile olan münasebetlerine değindi. Hüseyin Kansu abimiz Sancak Akovalı olması hasebiyle Bosna konusunda çok donanımlı bir kişi. Bosna'nın tarihini, kültürünü ve demografik yapısını çok iyi bilen biri. Bu nedenle anlattıkları gayet doyurucu bilgi muhtevalıydı.
Diğer konuşmacı Travnik Üniversitesi'nde rektör olan Prof. Dr. Tarık Obralič'ti. Tarık Bey de Fahreddin Bey gibi Aliya'nın kişiliği ve manevî yönünden söz etti. Tercümanlığını ise Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde okuyan kızı yaptı. Tarık Obralič Bey'in anlattıklarından oldukça etkilenmiş oldum. Tarık Bey, Fahreddin Bey gibi gayet mütevazı ve alçak gönüllü bir insan. Program öncesinde kendisi ile tanışıp konuştum. Program sonrasında da ayak üstü sohbet etme imkânım oldu. Son derece kalender bir insan. Fahreddin Bey gibi o da beni ısrarla Bosna'ya davet etti. Ben ise bu iki güzel insanı Kudüs TV'mizde canlı yayın konuğum olarak ağırlamak isterim. Bir dahaki sefere inşAllah diyelim. Birkaç kez hem Hüseyin Kansu Beyefendi ile hem Sivas Bosna Sancak Eğitim Ve Sosyal Yardımlaşma Derneği Başkanı Erol Sevim kardeşimizle Bosna üzerine program yapmıştık...
Merhum Aliya ile ilgili bugüne kadar çok yazılar ve makaleler okudum ancak her iki konuşmacının anlattıklarından Aliya ile ilgili çok şey öğrenmiş oldum. Ne kadar, naif, ne kadar müşfik, ne kadar yufka yürekli, ne kadar merhametli, ne kadar ufku geniş ve ne kadar akademik donanımlı bir insanmış meğer. Tevekkeli ona boşuna "Bilge Kral" dememişler. Ama o bununda ötesinde "filozof ve arif" bir insandı. Aynı zamanda dirayet sahibi bir siyaset adamı..
Halkına düşkünlüğü bir tarafa, kendi ifadesiyle annesinden edindiği din ve ahlâk anlayışı ömrü boyunca kendisine rehberlik etmiş. Bu ahlâkî terbiyenin kendisinde oluşturduğu kişilik sadece bireysel anlamdaki sivil ilişkilerine yön vermekle kalmamış, siyasî mücadelesine de rehberlik etmiş, yol göstermiş. Biz bunu Aliya'nın siyasî düşünce ve mülahazalarla dile getirdiği anlamlı sözlerinde de görmekteyiz. Kişilik oluşumu bir bütündür. Bazı siyasîlerde temel ahlâki donanım olmayınca her platformda ikircikli/makyavelist tutum sergilemeleri yadırganmaması gereken bir durumdur. Zira bu gibiler iki yüzlü politik manevralarıyla kişiliklerinin negatif seleksiyon hallerini yansıtmaktadırlar. Onların genomlarında bu vardır. Böyle gelişmişlerdir. Böyleleri için siyaset menfaat devşirilen basamaktır. Oysa biz Merhum Aliya'da bunun tam tersi olan, "her daim dürüstlük timsali adam gibi adamlığı" görüyoruz. Rabbimiz buyuruyor ki: "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol." (Hud:112) İşte Merhum Aliya'nın bütün yaşantısında biz bu ilkeyi görüyoruz. Söylemlerine bakalım: "Biz de zalimlerden olursak, zulme karşı savaşımızın bir anlamı kalmaz. Kitaba uyacağız." İslâm'a göre savaşta orantısız güç kullanılmaz, savaşın da prensipleri ve hukuk kuralları vardır. Aliya sözlerinde buna işaret etmektedir. "Bizim düşmanlarımıza bir tek borcumuz var o da adaletli olmak." Bu sözünde de İslâm'ın savaş hukukundaki adalet ilkesine işaret etmektedir.
"İntikam peşinde koşmayınız fakat soykırımı da unutmayınız. Zira unutulan soykırımlar tekrarlanır." Savaş İslâm'a göre arızî bir durumdur. Rabbimiz buyuruyor ki: "Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a tevekkül et. (Enfâl: 61) Bu yüzden sulh söz konusu olduğunda artık intikam peşinde koşmak olmaz. Ancak düşmana karşı yine de teyakkuz hâlinde olmak gerekir. Onun için geçmişte düşmanın yaptıklarını unutmamak lazım.
Bir darb-ı meselde geçtiği üzere: “Bu mesel ile cümle düvel bulur fevz-i felah; hazır ol cenge, istiyorsan sulh-u salah.”
Evet, "Savaş, İslâm'a göre arızî bir durumdur." demiştik. Fakat bu teyakkuz hâlinde olmayalım, savaş techizatı hazırlamayalım anlamına gelmez. Biraz evvel aktardığımız ayetin öncesinde ümmet olarak şöyle bir ilâhî uyarı ile karşı karşıyayız: "Ey mü’minler! Düşmanlarınıza karşı bütün imkânlarınızı seferber ederek savaş gereçleri hazırlayın.." (Enfâl: 60)
Bu sorumluluğun tahakkuku için plân ve projeden önce bunu uygulayacak insanlarda cesaret ve atılganlık ruhu olmalıdır. Aliya bu hususa şu şekilde işaret ediyor: "İslâm korkakların değil, cesur ve atılgan Müslümanların omuzlarında yükselecektir."
Aliya aynı zamanda bilime çok önem veren bir şahsiyetti. Bu yüzden Müslüman ülke ve topluluklarına yönelik eleştirileri vardı ve Müslümanların mutlaka bilime ve teknolojik gelişmelere el atmaları gerektiğini vurguluyordu. Ümmetin geri kalmışlığını ve emperyalist güçler karşısında yaşanan zillet ve ezikliği buna bağlıyordu.
Aliya her fırsatta İslâm'ın bilime, sanata, kültürel aktivitelere ve hayatın kolaylaştırılmasına ilişkin teknolojik gelişmelere önem verdiğini, bilimin İslâm'la asla çelişmediğini dile getiriyordu. Aliya İslâm'a bakış açısını şu sözleriyle ifade etmişti: "Benim için yeryüzünde insanlığa faydalı olan bilimden, sanattan ve kültürden yana iyi, doğru ve güzel olan ne varsa hepsinin adı İslâm'dır."
Aliya aynı zamanda yüce erdem ve insanî hasletlere çok önem veren ve bu minvâl üzere yaşama azmi içerisinde olan bir şahsiyetti. Ve böyle bir yaşamı Allah Teâlâ'ya kul olmanın gereği olarak telakki ediyordu. Bu inanç ve düşüncesini şu veciz cümle ile dile getiriyor: "İnsan olmak ve insan kalmak, Allah'a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur."
Sayın okuyucumuz Merhum Aliya'yı bir makale ile yad edip anlatmak elbette yeterli değil.
Aliya ile ilgili anlatılacak ve yazılacak çok şey var. Özellikle gençlerimiz onunla ilgili eserleri ve hassaten kendi yazdığı, Doğu Batı Arasında İslâm, İslâm Deklarasyonu, Köle Olmayacağız, İslâmî Yeniden Doğuşun Meseleleri, Soğuk Ve Acı Barış Günleri - Savaş Sonrası Konuşmalar ve kendi demeçlerinden derlenmiş kitaplarını gençlerimiz mutlaka okumalılar. Vesselâm... (Hazım Koral - Ekrangazetesi)