Türkiye ve İran'da Başörtüsü Sorunsalı
Reddi miras yapanlar olmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı'nın bakiyesi olarak kuruldu desek yeridir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, kurucu irade tarafından yönetim şekli laik temeller üzerine sil baştan dizanyn edildi. Öyle ki, bu değiştirme ve dizayn girişimi ile "muasır medeniyetler topluluğuna (çağdaş uygarlık düzeyine) ulaşmak" ve laiklik (dinsizlik) değerlerini tahkim etmek adına sadece yasama, yürütme ve yargı organlarında değişikliğe gidilmedi. Laiklik (dinsizlik) adına insanların kılık kıyafetine ve yaşam biçimine de müdahale edildi. Kısacası aile hukukundaki değişikliklerle birlikte kılık kıyafete de el atıldı. İlk etapta "Şapka kanunu" ile erkeklerin Batılılar gibi giyinmesi zorunlu hâle getirildi. Rize halkı gâvur şapkası takmaya itiraz edince Hamidiye kruvazörünün top atışına maruz kaldı. Sırf bu yüzden Anadolu'nun bazı şehirlerinde seyyar İstiklal Mahkemeleri kurularak nice insanlarımız darağaçlarında asıldı. Burada yeri gelmişken İskilipli Atıf Efendi'yi anmadan geçmeyelim. Atıf Efendi, (henüz cumhuriyet kurulmadan) "Frenk Mukallitliği Ve Şapka" isimli bir risale yazdı diye acımasızca ve gayri hukukî bir şekilde idam edilmişti. (Gayri hukuki, çünkü kanun yürürlüğe konulmadan bu kitap yazılmıştı.) Risale, Batılılara özgü kıyafetlerin taklit edilmemesine ilişkin tavsiyeler içeriyordu. "Vay sen misin, Batılı kadınların kıyafetlerini taklit etmeyin diyen? Vay sen misin" gâvur şapkası giymeyin" diyen? Al sana idam...
Kadın kıyafetlerinin değişimi ise tedrici olarak yaşandı. Köylü kadınların kıyafetlerine karışılmazken şehirli kadınlar modernizm adına kısmî dekolte ve açılmalara teşvik edildi. İlkokul kitaplarına bile tesettürlü ve Batılı kadının fotoğrafları yan yana koyularak, İslâmî kıyafet yerilip aşağılanırken, Batılı kadının kıyafeti Müslüman kadına "taklit edilmesi gereken rol-model" olarak sunuldu ve teşvik edildi. Öte yandan bütün kamu kurumlarında ve okullarda başörtüsü yasağı getirildi. Bu süreç Ak Parti hükümetinin ikinci yarısına kadar devam etti. Bu zaman zarfında başörtüsü serbestliği adına nümayiş yapıp talepte bulunan öğrencilerimiz ve veliler nice ağır bedeller ödedi. Bir taraftan başörtüsü ile eğitim hakkı isteyen kızlarımız ve kamusal alanda başörtüsü ile çalışmak isteyen bayanlar, diğer taraftan "muasır medeniyet seviyesine ulaşmak" adına rejim tarafından dayatılan Batı yaşam biçimi.. Süreç içerisinde bu zihniyete payandalık yapan yayın organları ile moda sektörü, hazırladıkları kreasyonlarla (tekstil ürünlerini müstehcen kalıplar içerisinde genç bayanlara sunması sonucu) bugünkü sokak manzaralarındaki açıklık ve saçıklığa ulaşıldı. Şunu da ifade etmiş olalım ki, bugünkü müstehcenliğe birden bire gelinmedi. Ne olduysa tedricen, yani yavaş yavaş oldu. Cumhuriyet'in kurulduğu yıllara bakın! İlk etapta başörtüsü çıkarılmaya başlandı. Bu dönemde kadınlar asla dekolte giyinmiyordu. Yani başı açık kadın bile bedeninin diğer yerlerini kapalı tutuyor/teşhir etmiyordu. Fakat zamana yayılarak (çağdaşlaşma adına) kadına sunulan Batı yaşam biçimi zaman içerisinde kendisine oldukça geniş bir alan bulmuş oldu. Fakat Batı yaşam biçiminin yaygınlaşmasına ve laik rejimin ilâhî hükümleri men edici dayatmalarına rağmen dinî hassasiyetlerini yitirmeyen insanlarımız da vardı. Bu kesim dinî kurallara göre bir hayat yaşama azmi içerisinde olan insanlardı. Doğal olarak çocuklarını da kendileri gibi mütedeyyin olarak yetiştirmek istiyorlardı. Ancak laiklik (dinsel yaşam biçimini kamusal alana sokmayan anlayış) gereği bu kesim insanımızın çocukları eğitim hakkından men ediliyorlardı. Yani eğitim hayatında dinî kıyafet giymeleri ve başörtüsü takmaları yasaklanmıştı. Bu durum okumak isteyen kız öğrencileri ve ebeveynlerini kahrediyordu. Bu nedenle zaman zaman başörtüsü yasağı kaldırılsın diye protestolar, nümayişler ve mitingler yapılıyordu. Başörtüsü yasağından dolayı eğitim hakları ellerinden alınan kız öğrencilere yapılan ayrımcı muamele zulüm ve despotizmden başka bir şey değildi. Bu tür bir ayrımcılık aynı zamanda insanlık ayıbıdır. Fakat bu durum cumhuriyet tarihi boyunca statükocu yöneticilerin umurunda olmadı ve laiklik adına yasakçı tutumlarına ısrarla devam ettiler. Tek parti ve askerî ihtilal dönemlerinde çok katı bir tutum sergileniyordu. Daha önce ifade ettiğimiz gibi Cumhuriyet'in kurulduğu yıllarda "Kılık Kıyafet Ve Şapka Kanunu"na muhalefet eden nice şahsiyet İstiklâl Mahkemeleri" vasıtasıyla idam edilmişti. Bir de 12 Eylül ve sonrasındaki dönemi hatırlayalım:
Öyle ki, Kenan Evren'in diktatörlüğü döneminde Türkiye'nin birçok üniversitelerinde olduğu gibi Malatya İnönü Üniversitesi'nde de zulümler ayyuka çıkmıştı. İnsanlar üniversitenin önüne birikmiş başörtüsü yasağını protesto ediyordu. Bunların içerisinde Kız İmâm Hatip Okulu öğrencileri de vardı. Bu kız öğrencilerin arasında HDP Milletvekili Hüda Kaya ve kızları da oradaydı. Diğer birçok kız öğrenci gibi Hüda Kaya'nın kızları da başörtüsü yasağını protesto etmek için ıslık çalmışlardı. Piyango (!) Hüda Kaya'nın kızlarına çıkmış ve tutuklanıp cezaevine konmuşlardı. Sayın okuyucumuz, düşünebiliyor musunuz, bu kızlar ıslık çaldılar diye idamla yargılandılar. O dönem bizim cenah gazeteleri, "Başörtüsü Yasağını Protesto Etmek İçin Islık Çalmanın Cezası İdam" diye manşet atmışlardı. Yine aynı dönemde Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde başörtüsü yasaklanınca aynı üniversite öğrencilerinden 12 kişilik bir grup Ulucami önünde (Cuma namazı çıkışında) bildiri okuduklarından dolayı tutuklanmış ve günlerce süren işkencelerden sonra idamla yargılanmak üzere Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ne sevk edilmişlerdi. (Bu gençlerden biri de bu satırların sahibinin kardeşi Aydın Koral'dı.) Yine hatırlayacağınız üzere o dönemde evlatlarının veya torunlarının yemin törenine katılmak isteyen başörtülü kadınlar askerî kışlalara sokulmuyordu. Hatta askerî lojmanlara bile başörtülü bayan alınmıyordu. Namaz kıldığı tespit edilen ve annesi başörtülü olan gençler askerî okullara kaydedilmiyordu.. Bir başka örnek: Gölcük Deniz Askeriyesi'nin içerisinde sivillere de açık bir hastane var. Kuzenimin beş yaşındaki kızı salıncaktan düşüp başını yarıyor. Kuzenim ve eşi kanrevan içerisinde olan kızlarını hastaneye yetiştirmek için nizamiye kapısına geliyor. Kapıdaki nöbetçi asker, "talimat var, eşinizin başörtüsünden dolayı sizleri içeri alamayacağım" diyor. Yalvarıp yakarmalar sonuç vermiyor... (Ya bu nasıl bir alçaklık, bu nasıl bir namussuzluk böyle? Kızcağız ölüp gitse umurlarında değil.)
Yine o meşum, o uğursuz günlerden bir gün pazar yerinde tesettürlü bir kadının yanına omuzu demirli bir subay gelip sebepsiz yere başörtüsüne yönelik başlıyor sövüp saymaya. Kadıncağız, "başörtülü olmam sizi rahatsız mı etti beyim" deyince subay kadıncağıza hışımla öyle bir tokat atıyor ki, kadıncağız yüzükoyun yere kapaklanıyor... Yine bildiğiniz üzere üniversiteye başörtüsü ile girmek isteyen nice kız öğrenci coplandı, tartaklandı ve dövüldü. Bunlardan biri de Nuray Bezirgan isimli bir öğrenciydi. İkiz çocuklara hamileydi ve gördüğü şiddetten ve yediği darbelerden dolayı çocuklarını düşürdü. O yıllarda birçok öğrencinin eğitim hakkı sonlandırıldı. İmkânı olanlar yurtdışına gidip eğitimine devam etti.
Kısacası bir zamanlar okullarda ve kamu kurumlarında başörtüsü takmak yasaktı. Bu yasağın kaldırılması için gençlerimiz ve aileleri nice ağır bedeller ödedi. Hatta Merhum Erbakan Hocamız'ın kurduğu partiler kapatılırken iddianameyi hazırlayan savcıların gerekçelerinden biri de partinin başörtüsünü savunuyor olmasıydı. Kısacası başörtüsünü savunmak, "laik rejimi yıkıp yerine İslâmî yasalara uygun şeriat düzeni kurmaya yönelik bir teşebbüs olarak görülüyordu. Nitekim yukarıda söz konusu ettiğimiz Uludağ Üniversitesi öğrencileri Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ne sevk edilip, "Başörtüsü yasağı bahanesiyle halkı kin ve düşmanlığa tahrik ederek laik rejimi yıkıp yerine şeriat düzeni getirmek amacıyla teşekkül oluşturmak" maddesi gereğince idam istemiyle yargılanmalarına karar verilmişti...
O günlerde laik rejim yanlıları tarafından başörtüsü siyasî bir simge olarak görülüyordu. Oysa başörtüsü Allah Teâlâ'nın Müslüman bayanlara sokakta kem bakışlara maruz kalmamalarına ve taciz edilmemelerine ilişkin bir emriydi.
"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle evlerinden dışarı çıktıkları zaman dış örtülerini üzerlerine alsınlar. Bu, onların iffetli kadınlar olarak tanınmaları ve kötü insanlar tarafından sözlü veya fiilî tâcize uğrayıp incitilmemeleri açısından en uygun yoldur."
(Ahzab: 59)
"Mü’min kadınlara da söyle, Gözlerini haramdan sakınsınlar; iffet ve namuslarını korusunlar. İstisna olarak görülen kısımlar hariç güzelliklerini ve süslerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine kadar örtsünler." (Nûr:31)
Bir Müslüman bayan bu emre uymasın da ne yapsın? Efendim, "siyasî simge" imiş. Evet, bir yönüyle hem siyasî, hem sosyal bir simgedir. Laikler bundan neden rahatsız oluyor? Oysa başörtüsü her şeyden önce Allah Teâlâ'nın emri olan bir simgedir...
Bu satırlarımızda başörtüsünün Türkiye'de yaşanan serencamına temas ettik. Şimdi de işin İran İslâm Cumhuriyeti boyutuna bakalım: Bildiğiniz üzere 11 Şubat 1979 tarihinde İran'da İslâm adına bir devrim gerçekleştirildi. Yeni kurulan bu rejimin ismi "İran İslâm Cumhuriyeti" olarak değiştirildi. Doğal olarak İslâm hukukuna göre kurulan anayasal düzenin temel kriterleri de İslâm fıkhına göre belirlenmiş oldu. Bu yüzden yine doğal olarak Allah Teâlâ'nın farz kıldığı hükümler sosyal hayatta da uygulanmaya başlandı. Kısacası İslâm'da kebahir günah olan içki ve fuhuş nasıl yasaklandıysa cinsel teşhir de yasaklanmış oldu. Yukarıda ayetle örnek verdiğimiz tesettür ve başörtüsü emri sosyal hayatta uygulanmaya konuldu. Bu durumdan elbette rahatsız olan seküler mantıkta insanlar vardı. İran halkının % 98'i Müslüman olduğuna göre, bu kurala uymak "anayasal zorunluluk olarak" İran toplumunu muhatap almaktadır.
Bakınız, Hıristiyan olan Vatikan Ekümenik Devleti'nde de bu kural geçerli ve dünyanın hiçbir ülkesi bu duruma tepki göstermemektedir. Yine aynı şekilde bu uygulama Suudi Arabistan'da da mevcut, ancak Batılılar bunu sorun yapmıyor. Bütün düşmanlıkları İran İslâm Cumhuriyeti'ne yönelik. Bugün dünyadaki bütün fasit şebekeler hicap üzerinden İran İslam Cumhuriyetnine cephe alıyorlarlar. Oysa başörtüsü zorunluluğu Suudi Arabastan'da daha katı bir şekilde uygulanıyor. Peki ABD veya diğer Batılı ülkeler neden Suud rejimini eleştirmiyor? Neden Suud rejimi ile uğraşmıyorlar? Çünkü Suudi Arabistan'ı bir sömürge ülkesi olarak kullanıyorlar. Demek ki, mesele başka. İşin gerçeği "hicap ve başörtüsü" değil. İran İslâm Cumhuriyeti'nin küresel emperyalizme ve Siyonizm'e karşı gösterdiği fevkalade dik duruş bu düşmanlığın asıl sebebidir. Eğer İran küresel emperyalizm ve Siyonist çete ile uzlaşıp Filistin davasına sahip çıkmasa, Hamas ve İslâmî Cihad'a silah vermese bu ülkedeki başörtüsü mecburiyeti asla sorun olmayacaktır. İran'daki iç karışıklığın nedeni asla başörtüsü değil. Başörtüsünü bahane ederek akılları sıra İslâmî rejimi yıkmak istiyorlar. Muvaffak olamayacakları bir işe girişmişler fakat farkında değiller. Şunu bilmiş olalım ki, ABD ve Batılı şer odakları boşuna avuç ovuşturuyorlar... (İslamianaliz)