İslâm Dünyasında mezhep adına terör belası
İç çatışmaların yaşandığı Suriye, Irak gibi ülkelerin haricinde Afganistan ve Pakistan'da da belirli aralıklarla terör hadiselerine tanık olmaktayız.
En son 08 Ekim 2021 tarihinde Afganistan'ın kuzeyindeki Kunduz vilayetinin Sayed Abad bölgesinde Şiîlere ait bir camiye, cuma namazı sırasında düzenlenen bombalı saldırıda 46 kişi yaşamını yitirdi, 143 kişi yaralandı. Şimdi de 04.03.22 tarihinde
Pakistan'ın Peşaver kentinde Şiîlere ait İmâmiye camiine Cuma namazında düzenlenen saldırıda ilk belirlemelere göre 63 kişi hayatını kaybetti ve 200 dolayında yaralı var. Bu insanlık dışı eylemlerin ikisini de DEAŞ terör örgütünün üstlendiği bildirildi.
Müslümanlar olarak terörü lânetle kınıyoruz elbette ancak bu tür üzücü olayların vuku bulmaması için sadece polisiye tedbirler almak yeterli olmamaktadır. Bu vahşi eylemi yapanların nasıl bir zihniyete, nasıl bir ruh hâline sahip oldukları ve böylesine canavarca düşüncelerin oluşmasına sebep olan etkenlerin neler olduğunu iyi tespit etmek lazım. Yani insan denen bu mahlûkların ne tür beyin yıkamalara tabi tutulduğu, nasıl ruhsal mutasyona uğradıkları, edindikleri bu canavarca düşünceleri hangi kaynaklardan beslenip aldıkları tespit edilip o kaynakların kurtulmasına ilişkin ciddi adımlar atılması gerektiği kanaatindeyiz.
Tedbirler nasıl alınmalı? Burada elbette başta hükümetler olmak üzere alimlerimize, yazarlarımıza, eğitmenlerimize ve kanaat önderlerimize büyük ödevler düşmektedir. Buna ilişkin iki husus öne çıkmaktadır:
Birincisi, farklı mezheplerden olanları, "sapık fırka" ve "batıl mezhep" diye tekfir edip müntesiplerini mezhep adına kin ve düşmanlığa tahrik ederek şiddete yönelten cemaat liderleri tespit edilip bunlara en ağır müeyyideler uygulamak için haklarında adli işlemler başlatılmalı.
İkincisi "muzır neşriyat" (sakıncalı yayınlar) tespit edilip bunlar "düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti" kapsamından çıkarılıp mutlaka yasaklanmalı. Bu tür eserleri bulunduranlar "mezhep farklılığı gözeterek halkı kin ve düşmanlığa (matbuat yolu ile) tahrik etmek" maddesi ile yargılanmalı. Zira bu toplu cinayetlerin tek bir nedeni var, mezhep fanatizmi. Bu yüzden köklü zihinsel değişime ihtiyaç var.
Önlem için üçüncü bir şık olarak diyebiliriz ki, ilkokullardan başlamak üzere ders müfredatlarına terör ve şiddet eylemlerinin insanlık dışı canavarlık olduğu işlenmeli. Ayrıca ders formasyonu öyle hazırlanmalı ki, öğretmenler ellerindeki eğitim programı ile öğrencilerin beyinlerine merhamet ve insan sevgisini en ince teferruatına kadar nakşetmeli. Bu öğrenciler toplum hayatına katılırken her türlü şiddet duygusundan arınmış, nezaket ve kibarlığı özümsemiş ve bu hasletleri kişiliklerinin bir parçası hâline gelmiştir olmalılar. Elbette müfredat hazırlanırken inanç ve aidiyet değerlerimiz referans alınmalı. İslâm her şeyden önce merhamet dinidir. İslâm'da insan hayatı kutsaldır. Gençlerimize bu öğretilmeli. Allah Teâlâ insanı "eşref-i mahluk" olarak yaratmış. Her insanın yaşam hakkı vardır.
Fakat beyni dumura uğramış bir terörist bunu asla düşünmez. O şiddete ve öldürmeye kurgulanmıştır.
Hatırlayalım, 15 Mart 2019 tarihinde Yeni Zelanda'nın Christchurch şehrindeki El Nur Camii ve Linwood İslâm Merkezi'ne terör saldırısı yapılmıştı. Bu saldırılarda 51 insanımız hayatını kaybetmiş, 49 kişi yaralanmıştı. Batı'da nasıl ki medya ve belirli mihraklar tarafından sürekli İslâmofobi (İslâm korkusu), İslâm'a ve Müslümanlara karşı nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin aşısı yapılıyorsa İslâm dünyasında da hoca efendi diye bilinen bir takım zevat ve bazı eli kalem tutan kesim mezhep taassubu ile insanları kin ve düşmanlığa tahrik etmektedirler.
Özelde bu ayrımcılık/ötekileştirme ve nefret aşısı "Ehl-i Sünnet" retoriği üzerinden yapılmaktadır. İmâm Ali'nin buyurduğu gibi, "Doğru söz üzerinden batıl murad edilmektedir." Tarihî verilere göre bu işi ilk başlatan kişi hicrî 295 yılında Harun Reşid olmaktadır. Bakınız, başta İmâm Malik ve İmâm Hanife olmak üzere geçmişte birçok mezhep imâmı ve mezhep müntesipleri sultanlara itaat etmediklerinden ve kadılık görevi almadıklarından dolayı zindanlara tıkılıp işkencelerden geçirilmiş. İmam Malik ve İmam Hanife'nin zindanlarda öldüğü rivayet edilmektedir. Ayrıca bazı Ehl-i Beyt imâmları da zehirletilerek şehid edilmişlerdi. Harun Reşid döneminde ise bir takım âlimler saraylara yerleşip fetva makamına oturmuşlar. Bunlar vasıtası ile halk arasında "Zalim de olsa, fasık da olsa yöneticilerinize itaat ediniz" anlayışı neşvü nema bulmuş. Kısacası sultanlara itaati meşru gören mezhepler Harun Reşid tarafından legal hâle getirilmiş. Dağıtılan ulûfeler işin cabası.. Kendilerini meşru görmeyen mezhepler ise batıl olarak nitelenip halk nezdinde asla itibar edilmemesi gerektiği, bunlardan kız alıp verilmemesi, kestiğinin yenmemesi, bunlardan uzak durulması gerektiği, hatta bunların kanının helâl olduğu pompalanmış. Sonuçta Ehl-i Beyt muhibbi olan Şiîler, kendilerini Harun Reşid'in tanımlaması ile "Ehl-i Sünnet" olarak gören taassup ehli kişiler tarafından "batıl ehli" ve "sapık fırka" olarak görülür olmuş. İşin içine "tekfir" olgusu da katılınca bu anlayış, şiddete teşne kişilerde kin ve nefrete dönüşerek zaman zaman terör eylemlerine sebebiyet vermektedir. En son Pakistan'da yaşanan terör eylemi bu sapkın zihniyete istinaden yapılmıştır. Bu terör eyleminin Vehhabî DEAŞ terfından üstlenilmesi manidar değil mi?
Oysa bunların gerçek Ehl-i Sünnet ile hiçbir alâkaları yok. Bakınız Ehl-i Sünnet'in kavramsal anlamı Sevgili Peygamberimiz'in sünnet-i seniyesine uymak demektir. İster Şiî olsun, ister Sünni olsun her Müslüman Allah Resulü'nün olan sünnetine uymak zorundadır. (Ahzab:21)
Ehl-i Sünnet olmak, yani Sevgili Peygamberimiz'in sünnet-i seniyesine uymak Müslüman olmanın gereğidir. İmâna taallûk eden bu olgu hiçbir hizbin, hiçbir ekol ve cemaatin tekelinde olamaz. Bu kavram üzerinden İslâm ümmeti içerisinde ayrımcılık ve bölücülük yapmaya kimsenin hakkı yoktur. Bu kavram hiçbir hizbin tekelinde değildir. Ayrımcılık kişiyi şirke kadar sokar. Zira Yüce Rabbimiz Enbiyâ Sûresi'nin 92'nci ayetinde, "Sizin ümmetiniz bir tek ümmettir ben de sizin Rabbinizim o hâlde bana kulluk edin." diye buyuruyor. Bir tek ümmet olan Müslümanları hangi saikle olursa olsun bölmeye kalkmak tek kelime ile şirktir. Sevgili Peygamberimiz ne güzel bir ikazda bulunuyor: "İmân etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe imân etmiş olamazsınız." Daha bundan ötesi var mı?
Dinimizde kızgın bakmak, surat ekşitmek ve ses tonunu yükseltmek haramken (Abese:1. Lokman:19) bu şiddet ve terör eylemleri neyin nesi? Bakınız, Allah Teâlâ Mâide Sûresi'nin 32'nci ayetinde "taammüden bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir" diyor ve Nisa Sûresi'nin 93'ncü ayetinde ise bu cürmü işleyenin yeri "ebedi cehennemdir" diyor. Daha bundan ötesi var mı?
Başta da belirttiğimiz gibi İslâm dininde insan hayatı kutsaldır ve insanın dokunulmazlığı vardır. Amerikan işgalcilerine karşı yirmi yıldan beri verilen mücadeleden sonra bağımsızlığına kavuşan Afganistan halkı terör belasından da çok çekti. Beklenti ve duamız o ki, Afganistan ve Pakistan Hükümetleri ne yapıp edip bu terör belasına karşı çok ciddi önlemler almalıdır. Türkiye halkı mezhep taassubundan dolayı olmasa da etnik ayrımcılık ve etnik bölücülük tarafından terörden çok çekmektedir. Terörün her çeşidine karşı olmalıyız. İslâm sevgi ve merhamet dinidir keşke bunu şiddete teşne olanlar da anlasa..
Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki: "Ben yüce ahlâkı tamamlamak üzere görevlendirildim."
İslâm, ümmet genelinde ve tek bir çatı altında (bütün kurumlarıyla) müesses bir nizama dönüşürse yüce ahlâk anlayışı da toplumlara hakim olacaktır bi iznillah..
"Bir toplum kendi özlerinde olan ahlâk anlayışını değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez." (Rad: 11) (rast)