Depremin Hatırlattığı İnsani Değerler

Biz insanoğlu olarak dünya gailesi ve maişet derdinde koştururken bir anda bakıyoruz ki, bir olay, bir hadise, daha doğrusu bir felaketle, bir depremle karşılaşıyoruz her şey bir anda allak bullak oluyor. Deprem insan olan herkesi etkiliyor. Ölülere, yaralılara ve yıkımlara tanıklığımız bizi acılara gark ediyor. Hemen bir şeyler yapmanın derdine düşüyoruz. İnsanız, elbette bir şeyler yapma çabasına girmeliyiz. Bu son depremde gördük ki, Türkiye'nin her köşesinden halkımız seferber oldu. Kimileri temel ihtiyaç malzemelerini felaketin yaşandığı şehirlere ulaştırmanın telaşında, kimileri nakdî yardımlarla, kimileri dualarla acılar paylaşılmaya çalışılıyor. Yaşlı bir köylü teyze pişirdiği lavaş ekmekleri sırtlamış, diz boyu karda yardım kamyonuna götürmenin telaşı ve çabası içerisinde. Bir insanımız yardım kamyonunun yanından geçerken duruyor ve ayağındaki botları çıkarıp, gözyaşları içerisinde, "arkadaşlar bunları biraz evvel satın aldım, ihtiyacı olan birine verin" deyip uzatıyor. O esnada yağmur yağıyor, adam ıslak çoraplarıyla aracına binip oradan uzaklaşıyor. Bizim temiz yürekli yardımsever insanımız bu işte. Böylesi nice örnekler var.
Özellikle sivil toplum kuruluşları, vakıf, dernek ne varsa özverili ve hummalı çalışmalarıyla çok güzel bir insanlık örneği sergilemektedirler. Başta AFAD ekipleri olmak üzere resmî kurtarma grupları ve yurtdışından gelen yardım kuruluşları harıl harıl çalışıyorlar. Enkaz altında kalan insanların kurtarılması için günlerdir canla başla, gece gündüz çabalıyorlar. Bu büyük bir özveri elbette. Kime sorsanız, "bu bizim insanlık vazifemiz" diyor. Felaketin üzerinden 10 gün geçmesine rağmen enkaz yığınlarından hâlâ canlılar çıkarılıyor. En son 222 saat aradan sonra 42 yaşında Melike isminde bir bayan kurtarıldı. Şimdi de an itibariyle 226'ncı saatte 74 yaşında Cemile isminde bir teyzemiz kurtarılmış oldu.
Televizyon kanalları bu çalışmaları başından beri kamuoyuna canlı olarak yansıtıyor. Elbette ateş düştüğü yeri yakıyor, ancak bu ateş insan olan herkesin kalbine düştü, yüreğini dağladı. Zamanla yaralar sarılmaya çalışılacak. Afetten sağ kurtulanların pek çoğu yakınlarını kaybetmiş olmanın hüznü ile, yaralı yürekleriyle tekrar hayata tutunmaya çalışacaklar. Rabbim cümlesine sabır, metanet ve dayanma gücü versin. Kolay değil kimileri evlâtlarını, kimileri eşlerini ve kimileri de anne-babasını kaybetti. Acılar elbette büyük. Malzemeyi eksik kullanan müteahhitlerin ve bunlara ruhsat veren kurumların vebali de büyük. Hem de çok büyük..
Biz bu satırlarımızda olayın bu boyutunu tartışmıyoruz, zira bir önceki makalemizde bu konuya temas ettik. Biz bu felaketi farklı bir zaviyeden yorumlamak istiyoruz...
Başımızı önümüze alıp biraz düşünelim, yaşanan bu felaket bize bazı hususlarda muhasebe yapmamız gerektiğini hatırlatmıyor mu? Dünya gailesi bizi kendimizden/manevî değerlerimizden uzaklaştırmış farkında değiliz. Nicedir yek diğerimize duyarsız olmuştuk. Evimizin mobilyasıyla/konforuyla uğraşırken, arabamızın markasıyla ilgilenirken ihtiyaç sahibi komşumuzu görmez olmuştuk. Giydiğimiz kıyafetlerin markasına gösterdiğimiz özeni bir yetime, bir yoksula gösteremez olmuştuk. Serpme kahvaltı modası ile yediğin önünde yemediğin arkanda israfın bini bir para olmuş. Lüks restoranların değişmeyen müdavimleri olmuşlar. Gerine gerine sosyal medyada paylaşılan görgüsüzlük almış başını gidiyordu. Hafta sonları kebap restoranlarında yer bulmak bile müşkül olmaya başlamıştı. Bir gariban ailenin aylık masrafı bir akşamda restoran kasalarına aktarılıyor olması göbeği, ensesi şiş olanları veya tuzu kuru olanları rahatsız etmiyordu.
Sosyal medyada dolaşan bir sözle sarsıldık, "Evimde sıcakta olmaktan utanıyorum." Evet, enkaz yığınlarında kurtarılmayı bekleyenler eksi derecede zemheri ayazı yerken biz kaloriferli evlerimizde veya şömünenin başında olayı televizyondan izliyoruz. Eğer bu sıcak ve güven dolu ortam bizim yüreğimizi incitiyorsa, demek oluyor ki henüz insanlığımızı kaybetmemişiz. Yaşanan bu acı felaket karşısında insancıl yönümüzü yeniden hatırladık. Bugün memleketimizin her köşesinden depremzede kardeşlerimize yardım ulaştırmak için koşuşturan insanlarımızı görmek erdeme yönelişimizin muştusu olmaktadır. Bir şekilde ilintili olduğumuz Zehra Ana Yardımlaşma Ve Dayanışma Derneği, Kudüs Gönüllüleri Derneği ve Vel-Asr İnsanî Yardım Platformu ekiplerimiz diğer sivil toplum kuruluşlarımız gibi depremzede insanlarımıza yardım ulaştırma çabasında. Kudüs TV adına Zehra Ana Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği'nin faaliyetlerini yerinde tetkik etmek ve çalışanları ile röportaj yapmak için (depremin ikinci günü) ofislerine gittiğimizde el birlik 11'nci TIR'ı yardım malzemeleri ile doldurmanın telaşı içerisindeydiler. Gelen yardımlar önce mescidin içine alınarak burada ayrıştırılıp tasnif ediliyor ve paketlenerek TIR'lara yükleniyordu. Yine aynı şekilde az ilerideki Yahya Kemal Beyatlı Kültür Merkezi'nin oto parkı ana-baba günüydü. Orada da gençlerimizin özverili bir şekilde çalışmalarına tanık olduk. Kudüs TV adına çekim ve röportajlar yaptık. Burada o an itibariyle 24'ncü TIR'a yükleme yapılıyordu.
Gençler o kadar güzel organize olmuşlar ki, koordinasyon içerisinde aşkla-şevkle harıl harıl çalışıyorlardı. Bu güzel manzarayı tarif etmemiz mümkün değil. Duygulanmamak mümkün değil, bu heyecan içerisinde sürdürülen koşuşturmayı gördüğümde gayri ihtiyari gözlerimden yaşalar süzüldü. (Bunu yazmak ayıp olmasa gerek.) Emeği geçen bütün kardeşlerimizden Allah razı olsun. Çekimlerimiz esnasında Küçükçekmece Belediye Başkanı Kemal Çebi'de oradaydı. Kendisiyle de röportaj yaptık. Harıl harıl çalışan gençlerle gurur duyduğunu ifade etti. Bu gibi durumlarda hiçbir siyasî saik gütmeden çalışılması gerektiğini ve gençlerin başında o amaçla bulunduğunu dile getirdi. "Yaraların sarılması için siyaseti bir tarafa bırakıp el birlik mücadele etmemiz gerekir" ifadesini kullandı. Biz de kameraman arkadaşımla birlikte hayırlı çalışmalar dileklerimizi sınarak oradan ayrıldık.
Sayın okuyucumuz, siz de bir şekilde televizyon ekranlarından tanık olduğunuz üzere, aktarmaya çalıştımız bu manzara bütün Türkiye için geçerli. Hatta aldığımız haberlere ve sizin de tanık olduğunuz üzere Azerbaycan'dan, İran'dan, Irak'tan, Lübnan'dan, Bosna ve Kuzey Makedonya'dan yardım TIR'ları yollara çıkmış vaziyette. Öte yandan, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı tarafından yapılan açıklamayla 4. seviye olarak ilan edilen deprem felaketinden dolayı birçok ülke kurtarma ekipleriyle gelip feleketin yaşandığı on ilde kurtarma çalışmalarına başladılar. Güneydoğu'da 10 ilimizi vuran bu felaket sadece Müslüman ülkeleri değil, dünyanın birçok ülkesini harekete geçirip uluslararası dayanışmayı da beraberinde getirdi. Özellikle kardeş İran'ın her türlü ihtiyaç malzemesi ile birlikte çadır kent ve sahra hastanesi kurması takdire şayan bir durum. (Bir kısım medyanın bunu görmezden gelmesi ayrı bir garabet örneğidir.)
Öte yandan, kısa süre öncesine kadar gerginlik yaşadığımız Yunanistan bile kurtarma ekibini gönderdi. Hatırlayalım, Yunanistan'da deprem olduğunda AFAD ekibimizi biz de göndermiştik. Yukarıda belirttiğimiz gibi bu felaket yurdum insanının kendisine çeki-düzen vermesine, insanî yönlerimizi hatırlamamıza vesile olduğu gibi, komşu ülkelerle de iyi ilişkilerin geliştirilmesine yönelik umut olmaktadır. Gerçi komşumuz Yunanistan bir taraftan yardım ekibini yolladı, fakat diğer taraftan asker bulundurulmaması gereken adalarda tatbikat yapmakla meşgul. Kısacası komşumuz yaptığı iyiliği ifsad etmemeli. İtiraz hakkımız bizde mahfuz kalması koşuluyla bunu bir kenara not düşelim... Zaman zaman komşumuz Yunanistan ile yaşadığımız gerginlikler ve "Bir gece ansızın gelebiliriz" sözünü bize mücbir olarak söyletmesi elbette hoş değil, asıl olan barış ve dayanışmadır.
Dolayısıyla böylesi felâketler karşısında birçok ülkenin yardıma koşması bize barışçıl tutumun ve her daim diyalog kapısını açık tutmamızın önemini hatırlatmış oldu. Zaten savaşlar arizidir. Asıl olan barıştır. İslâm kelimesi "Silm" sözcüğünün türevidir. "Silm" demek, barış demektir. Şu hâlde, İslâm demek, barış demektir. İslâm aynı zamanda fıtrat demektir, uluslararası yardım kuruluşlarının her bir bireyi fıtratlatında olan barışçıl/insanî duygunun gereği olarak büyük bir dayanışma örneği sergilediler. Hepsine müteşekkiriz...
Aslında sömürgeci ülkelerin aç gözlüğü olmasa dünya halkları barış ve dayanışma içerisinde yaşarlar. Biz bu depremde bunu gördük. Almanlar tarafından kurtarılan ve fakat sonra vefat eden bayan için o kurtarma ekibi personeli nasıl gözyaşı döktüğüne tanık olduk. Allah aşkına söyler misiniz, normal koşullarda, yani başka zamanlarda o insanları biz hangi yakıştırma ve jargonla anıyoruz? "Alman gâvuru!" Öyle söylemiyor muyuz? Şimdi gördüğümüz ve tanık olduğumuz bu manzara bizi mahçup etmiyor mu? Bir başka örnek İsviçre ekibinden. İsviçreli ekip arama-kurtarma çalışmaları esnasında depremzede bir insanımız onlara bisküvi ikram etmek istiyor. Ekip görevlisi karşısındakinin mazlum ve muhtaç durumunu gözönünde bulundurarak tercümanı vasıtasıyla, (mehcubiyet içerisinde ve mütebessim bir çehre ile) şu ifadeleri dile getiriyor: “Nazik ikramınız için teşekkür ederim. Bu yiyecek sizin ve binadakiler içindir. Çıkınca beraber yersiniz.”
Evet, dillerimiz ve dinlerimiz farklı olsa da, ortak insanî duygularda ve ortak erdemlerde buluşmak ne güzel...
Başta da belirttiğimiz gibi bu deprem bize insanî yönlerimizi de hatırlatmış oldu. Önemli olan insanî yönümüzü kalıcı hâle getirmektir. Bu depremle biz sadece iç dayanışmayı değil, dünya ülkelerinin de insanî ve dayanışmacı ruhunu görmüş olduk. Burada bir tek istisna olarak Siyonist çeteyi bu dayanışmanın dışında tutmak durumundayız. Sayın okuyucumuz bazılarınızın, "ya bu ne ayrımcılık?" dediğinizi duyar gibiyim. Şu hâlde Siyonist çetenin gelişinin imaj ve gösteriş uğruna olduğunu izah edelim. Eğer bunlar evrensel değere saygılı olsalar, eğer bunlar hümanist ve insancıl olsalar her Allah'ın günü işgal ettikleri topraklarda mazlum Filistin halkının evlerini-barkarını başlarına yıkmazlardı. İşgalci olmaları zaten kendi itibarlarını sıfırlıyor. Siz 14 Mayıs 1948 tarihinden bu yana kesintisiz bir şekilde işgalinizi sürdürmek için mazlum Filistin halkının evlerini-barkarını yıkıp enkaz yığınına dönüştüreceksiniz sonra da buraya gelip enkazlardan insan kurtarmaya çalışacaksınız. Böyle bir çelişki olur mu? Maksat barışçıl, hümanist ve yardımsever bir imaj oluşturmak. Yemezler. Nitekim bazı insanlarımız onların yanlarına gidip, "siz Filistin'in işgalcisisiniz, siz katilsiniz, siz Filistin'de evleri-barkları yıkanlarsınız" diyerek tepkilerini dile getirmişlerdi. Onlar da, "güvenlik endişesi" gerekçesiyle defolup gittiler. Zaten geldikleri yer, Antakya'da bir Yahudi mahallesiydi...
Sonuç olarak ifade edecek olursak, on ilimizi kapsayan asrın feleketi bir yönüyle bize insanî değerlerimizi de hatırlatmış oldu. Aynı zamanda insanî değerlerin ve dayanışmanın bütün yeryüzü insanlığının ortak/evrensel değerleri olduğunu da görmüş olduk. (Hazım Koral - Hürseda Haber)