Depremde ölenlerin katili kim?
Japonya örneğinde olduğu gibi, 9 şiddetinde bir deprem vuku bulduğunda binalar yıkılmıyorsa mazeretin bittiği yerdeyiz demektir. Zira karşımızda böyle bir örnek olmasa ve insanoğlu olarak biz deprem gibi felaketler karşısında önlem alabilecek güç ve kapasitemiz yoksa mazeretli sayılabilirdik. Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: "Allah size üstesinden gelemeyeceğiniz yükü yüklemez." (Bakara: 286) "Allah sizin için kolaylık diler, güçlük dilemez." (Bakara: 185) Yeter ki, "İşi ehil olana verin." (Nisâ: 58) Ayetlerde görüldüğü üzere, Allah Teâlâ hiç kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez ve aynı zamanda Allah Teâlâ bizim için kolaylık dilemektedir. Bir de yapılacak her ne iş olursa olsun "işi ehil olana vermek" ön koşuldur. Beşerî düşüncede olduğu gibi İslâm'da da liyakat esastır. İslâm "önce liyakat" diyor. Kısacası, işi ehline verdikten sonra bizim depreme dayanıklı binalar yapabilme potansiyelimiz var demektir. Allah Teâlâ bu şekilde ölçü koymuş ve kaldıramayacağımız yükü bize yüklememiş. Şu hâlde işin ehli olanlara bu iş tevdi edilirse hiç kuşkusuz güçlü ve depreme dayanıklı binalar yapılacaktır. İşin ehli olanın önceliği zemin etüdü yapmaktır. Jeoloji mühendislerinin öncülüğünde hazırlanan raporlara göre araziler imara açılır. Yapılan sismik tetkik sonucu hiç kuşkusuz tarım arazileri, deprem riski taşıyan fay hattı olan yerler imara açılmayacaktır. Zemin etüdünden sonra imara uygun araziler üzerinde işin ehli müteahhitler tarafından yapılacak inşaatlar her yönüyle depreme dayanıklı olacaktır. Kısacası yapılması gereken iş prosedüre/regülasyona uygun bir şekilde sağlam yapılırsa risk minimize edilmiş olur. Konumuzla ilintili şekliyle ayeti meâlen aktaracak olursak: "Allah rızası için (olması gerektiği şekilde) harcama yapın (kısmayın - malzemeden çalmayın); kendi ellerinizle, bile bile kendinizi tehlikeye atmayın. İyi (prosedüre uygun - sağlam) iş yapın, kuşkusuz Allah iyi iş yapanları sever." (Bakara: 195) Evet, ne yazık ki bir takım muhteris (ihtiras sahibi) ve tamahkâr müteahhitler bir koyup beş almanın hesabını yaparak, çimentoyu eksik koyarak, demir ve diğer malzeden çalarak depreme dayanaksız binalar yapmaktadırlar. Bu vicdansızlar asla liyakat ehli değildir.
Yüce Rabbimiz, bir otokontrol mekanizması içerisinde ve her ahvâl ve şeraitte, yani her koşulda ve azami imkân nispetinde kendimizi, ailemizi ve içerisinde bulunduğumuz toplumumuzu her türlü tehlikeye karşı savunma refleksi içerisinde sahiplenmek ve korumak ödevindeyiz. Her bir Müslüman sadece kendisinden ve ailesinden değil, içerisinde bulunduğu topluma karşı da sorumludur. Özellikle Müslümanlar iyi ve güçlü olanı tesis etmekle ilgili ve toplumunu güvence altına almak hususunda mükellefiyet sahibidirler. Bu konuda sosyal mekanizmanın işleyiş şekli İslâm'ın müesses nizam hâline getirilmesiyle mümkün olur. Bunun en somut örnekliği Sevgili Peygamberimiz'in Medine'de tesis etmiş olduğu 52 maddelik bir anayasal düzenin (hukukun üstünlüğü prensibi ile) site devletine dönüşmesidir. Her şeyden önce Allah Teâlâ'ya karşı kuşanılmış sorumluluk bilinci ile tesis edilmiş devlet mekanizması "güvenliği esas alan" insan merkezli olmalıdır. Öncelikle güvenlik kapsamında halka hizmet hakka hizmettir. İnsan hayatını güvence altına almayan hangi kurum olursa olsun hem Allah Teâlâ huzurunda, hem insan toplulukları nezdinde illegal bir yapıdır. Mesuliyet önemli. Az önce ifade ettiğimiz gibi, her insan ailesine ve içerisinde bulunduğu toplumuna karşı sorumludur. Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: "Asra andolsun ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, imân edip de sâlih ameller işleyenler (yapılması gereken her işi ibadet bilinciyle olması gerektiği gibi/adam gibi yapanlar), birbirlerine (hem bireysel olarak, hem devlet mekanizması içerisinde) hakkı/olması gerekeni koşullandıranlar, birbirlerine sabrı (ve çabayı) tavsiye edenler başka. (Onlar ziyanda değillerdir.)" (Asr Sûresi)
Al-i İmrân Sûresi'nin 110'ncu ayeti ise konumuza şu şekilde ışık tutmaktadır. "Siz insanlar için çıkarılmış (görevlendirilmiş) hayırlı bir ümmetsiniz, iyi (güçlü) olanı tesis eder, olumsuz (çürük) olanı bertaraf edersiniz." Bakınız özellikle bu son aktarmış olduğumuz ayet-i kerime bütün mazeretleri geçersiz kılmaktadır. Bu ayet aynı zamanda bütün Müslümanları muhatap almaktadır. Müslüman hangi meslek erbabı olursa olsun otoriteye, kontrol mekanizmalarına ihtiyaç duymadan işini öylesine iyi ve sağlam yapmak zorunda ki, yaptığı iş ile gayri müslim halklar nezdinde "numune-i timsâl" bugünkü deyimle "rol-model" yani "örnek" olmalıdır. Müslümanlar "rol-model" olmak zorundadır, aksi hâlde Müslümanlık vasfını yitirmiş olacaklardır. Maatteessüf ki bu tavır ve tutumu, daha doğrusu bu özelliği bugün biz Müslümanlarda değil, Japonlarda görüyoruz. Adamlar yaptıkları işi Müslümanların yapması gerektiği gibi yapıyor. Nasıl mı? Nasıl olduğunu tanık olduğumuz bir televizyon kanalındanki röportajı aktararak izah etmiş olalım: X bir TV kanalında yarım yamalak Türkçesiyle konuşan Japon uzmana spiker soruyor:
-- "Sizde yapı denetim sistemi yokmu?"
-- "Hayır yok."
-- "Peki bir yapının müteahhiti proje dışına çıkıp demirden, çimentodan çalarsa onu kim denetleyecek?"
-- "Denetlemeye gerek yok çalmazlar?"
-- "Ya çalarlarsa?"
-- "Hayır kesinlikle çalmazlar, insanın canının söz konusu olduğu yerde böyle şeyler olmaz."
Aman Allah'ım! Bu nasıl bir anlayış? Adamlar yaptıkları işi Müslümanların yapması gerektiği gibi yapıyor. Olay bu kadar basit. 9 şiddetinde deprem olduğunda binalar yıkılmıyor. Adamlar insana değer verdikleri için yaptıkları işi sağlam yapıyor. Hepsi bu kadar. Bu aslında şaşılacak bir durum da değil.
Adamlar yaptıkları binaların kolonlarını amortisör vazifesi gören çelik ve kauçuk katmanlarla sismik izolatör sistemiyle yapıyorlar. Bu konuda farklı alternatifler de kullanıyorlar. Bazı binalara deprem esnadına dengeli git-gel oluşturmak için raylı sistem yapmışlar. Ayrıca yüksek binaların en üstüne çelik küre asılıyor. Deprem olduğunda bina ne tarafa eğilim gösteriyorsa küre aksi istikamete yönelerek binayı bu şekilde dengede tutmuş oluyor. Adamlar yapacakları binanın enlemine, boylamına ve yüksekliğine göre farklı teknikler kullanarak inşa işini gerçekleştiriyorlar. Ayrıca her binaya erken uyarı sistemi yerleştiriyorlar. Kısacası adamlar olması gerekeni yapıyor. Bu hayret edilecek bir durum da değil.
Eğer depremde bina yıkılır da insanlar ölürse onlar bunu "Taammüden insan öldürmek" olarak görüyor. Asıl biz Müslümanlar bunu böyle görmek zorundayız. Çünkü bazı ihmaller vardır, aslında o ihmal değil, "kasıt" kapsamındadır. Zira, depremde yıkılma olasılığı olan binayı yapan müteahhit kurmuş olduğu inşaat şirketi ile sadece cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmuş olmuyor, aksine bunun da ötesinde taammüden insan öldürmek için teşekkül oluşturmuş oluyor. Aynı şekilde ona onay veren "yapı-denetim kurumu" da bu cinayetin mesulü oluyor. Bakınız, Hammurabi kanunlarında geçtiği üzere, "Çürük yapılan ev yıkılırsa ve sahibi ölürse evi yapan usta öldürülsün." İslâm şeriatında da geçtiği üzere böylesi bir durumda kısas uygulanmalıdır. Çünkü çürük ev yapan aynı zamanda potansiyel katildir.
Allah Teâlâ "Eşref-i mahluk" olarak yaratmış olduğu insanı öylesine dokunulmazlık zırhına büründürüyor ki, Maide Sûresi'nin 32'nci ayetinde "Taammüden bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir." diyor ve ekliyor: "Taammüden bir insanı öldürenin yeri ebedi cehennemdir." (Nisâ: 93) Sayın okuyucumuz bundan daha büyük, bundan daha ürkütücü bir uyarı var mıdır acaba? Ama gelin görün ki, Müslüman ismi taşıyan ve fakat zerre kadar ne Allah korkusuna, ne temiz bir vicdana sahip olan müteahhitler insan hayatını hiçe sayarak çaldıkları çimento ve demirle çürük/depreme dayanıksız ve fakat dışı süslü binalar yapmaktadırlar. Deprem olduğunda da onca insanın ölümüne sebebiyet vermiş olmaktadırlar. Az önce ifade ettiğimiz gibi, bu durumda, yani deprem olduğunda ölümlere sebebiyet veren müteahhitler cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmaktan öte, cinayet işlemek için teşekkül oluşturmuş olmaktadırlar...
Bakınız, Japonların kendilerini manevî muhasebe ve otokontrol mekanizması altında tutacak doğru dürüst bir dinleri de yok, bu işi insanî fıtratlarının gereği olarak yapıyorlar. Bizim sözüm ona dürüst olmayan muhteris/hırsız müteahhitler ne fıtratlarının sesine kulak veriyorlar, ne de Allah kelâmını dinliyorlar. Bu durum karşısında mutlaka Allah Teâlâ'nın hukuku devreye girmeli ki, art niyetli olan müteahhitlere yapacakları iş metazori olarak yaptırılmalı. Aksi takdirde ruhsat verilmemeli. Denetim ve deprem yönetmeliği kurallarına uyum şart. Devlet otoritesi bunun için vardır. Devlet vatandaşının can ve mal güvenliğinden sorumludur. Kanuni Sultan Süleyman'a isnat edilen ve sıhhatin önemine vurgu yapılan bir söz devlet otoritesine olan ihtiyacı da gözönüne sermektedir. Aktaracağımız bu sözü bir de mefhumu muhalifinden değerlendirelim: "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi." Demek oluyor ki, sağlığa olan ihtiyaç, devlete olan ihtiyacı zorunlu kılıyor. Japonlar bunu aşmış ancak biz kötü bir sicil bozukluğundan dolayı daha henüz yolun başındayız. Böyle olmamalıydı. Toplum olarak Müslümanlık vasfımızı yitirmişiz. Bir tarafta müteahhitlerin fazla kazanma hırsı, ihtiras ve tamahkârlığı, diğer taraftan onlara ruhsat veren yapı-denetim mühendisleri...
Sonuç olarak, muhterisliğin ve tamahkârlığın bedelini milletimiz canıyla ödedi. (islamianaliz)