Filistin Nasıl Kurtulur?
Müslüman halkların bir kısmı mazlum Filistin halkından yana, bir kısmı da dalalet içerisinde ve aymazca "vurdum duymaz" bir tavır sergilemektedir. Hiç kuşkusuz Filistin ile gönül bağı olanlar veya Filistin'e karşı aidiyet duygusu taşıyanlar yaşanan dramın farkında. Halkımızın bu kesimi Filistin'de yaşanan zulüm ve vahşeti kahır içerisinde izliyor. Ufak çaplı, yani zamana yayılmış düşük yoğunluktaki soykırıma yönelik pek tepki koyulmasa da şimdi olduğu gibi Gazze'ye yönelik büyük çaplı bu saldırı ve en son iki hastanenin vurulması karşısında başta büyük şehirlerimiz olmak üzere hemen hemen Türkiye'nin her yerinde bu canavarlığı protesto etmek için mitingler düzenlendi.
Gazze'ye yönelik günlerce süren bombardumanların akabinde şimdi an itibariyle birer saat arayla iki hastane bombalandı. İlk vurulan hastanede ve gün içerisindeki bombalamalarda 1500'ün üzerinde insan katledildi. Uluslararası hukuka göre hastaneler ve okullar hedef alınamaz. Ancak Siyonist çete Filistin topraklarına yerleştiği günden bu yana hiçbir zaman devlet refleksi ile hareket etmedi. Hiçbir zaman hukuk gözetmedi. Terör örgütlerine özgü bir tutum sergiliyorlar. (Zaten Müslüman halkımız nedinde bunlar devlet değiller.) Sergiledikleri vahşetten başka bir şey değil.
En son yaşanan bu vahşet, bu soykırım karşısında ne Müslüman ülkelerin başındaki siyasîlerden, ne Birleşmiş Milletler'den, ne diğer devletlerden gereği gibi bir tepki gelmedi. Sadece ümmet bazında, bütün Müslüman ülkelerin başkentleri başta olmak üzere birçok şehirlerde insanlar sokaklara dökülerek katil İsrail'i telin mitingleri tertipledi. Bu mitinglerde "Kahrolsun İsrail, kahrolsun Amerika" diye sloganlar atıldı ve yapılan insanlık dışı katliamlara karşı tepkiler dile getirildi. Müslüman halklar, Siyonist çetenin öteden bu yana zamana yayarak yapmış oldu katliamlar ve soykırım karşısında kahır ve öfke içerisindeler...
Mesleğimiz icabı sokak röportajlarında halkımıza mikrofon uzatıyoruz, insanlar feveran ediyor, "İmkânımız olsa, devletimiz seferberlik başlatsa canı gönülden gidip Siyonistlere karşı savaşırız" diyorlar. Tek tük de olsa bazıları iftira silahına sarılıp, "Bize ne Filistin'den, onlar topraklarını satmasaydı" diyor. Toplumumuzun hâli bu...
Bizim asıl olarak bu satırlarda dile getirmek istediğimiz, Filistin nasıl kurtulur? Bu iş ancak ve ancak Müslüman ülkelerin ortak irade göstererek oluşturacakları güçlü bir ordu ile olur. Söz konusu ordu öyle bir güçte olmalı ki, Siyonist çeteye hamilik yapan ABD ve Batılı devletlere karşı koyabilecek potansiyele sahip donanımda olmalı. Bu güce ihtiyacımız var. Aslında bu güç ve potansiyel ümmet olarak bizde var. Peki bu gücü neden bir araya getiremiyoruz? Bu gücün oluşmasındaki en büyük engel başta mevcut Arap ülkeleri olmak üzere çoğu Müslüman ülkelerin başındaki siyasîlerdir.
Bu aşağılık, namussuz haramiler mevcut saltanatlarını/koltuklarını koruma adına bölgede büyük şeytan ABD'ye tasmalı piyonluk yapmaktadırlar. Kısacası emperyalist ABD bunları vesayet ve tahakkümü altına almış istediği gibi güdüyor. Büyük şeytan ABD gütmüş olduğu Müslüman ülkeleri "Yüzyılın Anlaşması" ve "Abraham Sözleşmesi" adı altında Siyonist çete ile zillet ve teslimiyet anlaşamaları imzalatıyor. Baştan sona Filistin'in haritadan silinmesi plânına ortak edilen Müslüman ülkelere giydirilen bu zillet elbisesine "İsrail ile normalleşme anlaşması" denilmektedir. Böyle bir rezalet, böyle bir aşağılanma, böyle bir teslimiyet nasıl olabilir?
Eşkiya sürüsü senin kutsal toprağın olan Filistin'in zaten % 88'ini işgal etmiş, şimdi de "Abraham Sözleşmesi" metninde geçtiği üzere Gazze halkının Sina Yarımadası'na iskân edilmesi için yapılacak "geçici yerleşke"nin bütün maddî gider ve masrafı Müslüman ülkeler tarafından karşılanacak; elektrik, su ve doğalgaz akışı Siyonist çetenin inisiyatifinde olacak ve bunun maddî külfetini yine Müslüman ülkeler karşılayacak. Birçok maddelerden oluşan anlaşma metnindeki ana talep bu. Siyonist işgalcideki ticarî zekâya bakar mısınız? Az önce "geçici yerleşke" ifadesini kullandık. Bunun nedeni Gazze halkının Batı Şeria halkıyla birlikte Sina Yarımadası'na 50 yıllığına geçici olarak yerleştirilmeleri hedefleniyor. Sonrası yine katliam ve yine sürgün. Yani, Sina Yarımadası da dahil olmak üzere denizden nehire adım adım bütün Filistin topraklarının ele geçirilmesi ve yine adım adım Filistin halkının yok edilmesi plânı...
Maatteessüf ki, başta Suudi Arabistan olmak üzere bölgedeki Müslüman ülkelerin çoğu bu ihanet, bu zillet anlaşmasına imza attılar bile. Mantık, "ver kurtul" olunca bize sadece lânet okumak düşüyor!
Bu aşağılık piyon yöneticiler işgal ettikleri makamlarda durduğu süre mazlum Filistin halkı acı çekmeye ve zulme maruz kalmaya devam edecektir...
Bizim, yalnızca Allah Teâlâ'ya güvenen bağımsız iradeye sahip siyasîlere ihtiyacımız var. Katil sürüsü Siyonist çeteye arka çıkma hususunda başta büyük şeytan ABD olmak üzere küresel güçler kolektif irade gösterirken şimdi de (her zaman olduğu gibi) Müslüman ülkelerin başındaki siyasîlerin çoğu zillet içerisinde üç maymunu oynayarak suspus olmuş vaziyette. Ufak çaplı veya kısmî olarak atarlı kınamalar onlar için adeta züğürt tesellisi oluyor. Aynı zamanda, akılları sıra tahakküm ettikleri halkların öfkelerini almış oluyorlar...
Şu hakikati bilmekiyiz ki, Gazze için bir şey yapmayan, Filistin'in özgürlüğü için çabalamayan Müslümanların başındaki siyasileri gelecek nesiller lânetle anacaktır. Bu lânetle anılma 2 milyara varan İslâm ümmetini de kapsayacak. Düşünebiliyor musunuz? İki milyar İslâm âlemi 7-8 milyonluk bir avuç eşkiya sürüsüne bir şey yapamıyor. Ne imiş efendim, ABD, İngiltere, Fransa ve diğer Batılı ülkeler bu katil sürüsüne arka çıkıyormuş! Varsın dayanışma içerisinde olsunlar. Nitekim ayette şöyle bildirilmektedir: "Yahudi ve Hristiyanlar birbirlerinin velîleridirler." (Mâide: 51) Tamam bu bir vaka, bu ilâhî buyruk değişmez hakikatin tescilidir. (Ayetle sabit.)
Peki buna mukabil İslâm ümmeti ne yapmalı? Müslümanlar da kendi aralarında kurumsal anlamda devlet mekanizması vasıtasıyla birlik olmalı ve bu şekilde güçlerini birleştirmeli ki düşmanı alt etsinler. Bütün mesele burada düğümleniyor. Ki bizim bu bağlamda elimizde potansiyelimiz var. Rabbimiz buyuruyor ki: "Toptan Allah'ın ipine sarılın, tefrikaya düşmeyin, dağılıp ayrılmayın.." (Âl-i İmrân: 103) Bütün mesele bu hükmün gereğini yerine getirmek. Bir başka ayette şöyle buyruluyor:
"Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra içinize korku düşer de gücünüz/kuvvetiniz (devletiniz elinizden) gider." (Enfâl: 46) Ne yazık ki, bu ayet ümmetin başındaki yöneticiler tarafından kulakardı edilmiş durumda. Bu ihmâle karşılık Merhum Erbakan D-8 projesini hayat geçirmek istemişti. Bu projede neler vardı? Merhum Erbakan her şeyden önce yüreği Filistin için atan bir siyasetçiydi. Her fırsatta Filistin'de yaşanan dramı ve çözüm önerilerini dile getiriyordu. Çok açık ve net olarak, "Siyonizm dilden, diplomasiden anlamaz, güçten anlar" diyordu ve bunun için D-8 kapsamında "İslâm Savunma Gücü"nden söz ediyordu.
Bu ideali için çok çabaladı, mücadele etti. Başbakan olduğunda ilk iş olarak D-8 projesini hayata geçirdi. Ancak ne yazık ki, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisine sızmış ABD ve Siyonizm'in tasmalı piyonu kişiler 28 Şubat Darbesi'ni yaparak D-8 projesini akamete uğrattılar... Fakat en azından Merhum Erbakan Hocamız bu konuda bir çığır açtı. Bu proje, rafa kaldırılmış olsa da tekrar hayata geçirilmesi için Müslüman siyasîleri beklemektedir. Erbakan Hocamız bu işi salt siyasî mesele olarak görmüyordu, "Filistin meselesi, siyasî bir mesele değil, imânî meseledir" diyordu. Erbakan Hocamız, Filistin'in kuratarılmasını İslâm Birliği'ne ve İslâm Birliği bünyesinde oluşturulacak İslâm Savunma Gücü'ne bağlıyordu. Bu yüzden sıklıkla şu cümleyi dile getiriyordu: "Hangi cemaatten, hangi tarikattan, hangi mezhepten olursan ol eğer 'Adil Düzen' ve 'İslâm Birliği' için mücadele etmiyorsan beş para etmezsin."
Nice zamandır İslâm ümmeti 57 ulus devlete bölünmüş vaziyette ve uluslararası arası arenada hiçbir inisiyatif kullanma ve yaptırım gücüne sahip değil. Ümmet 57 parçaya bölünüp dağılıp ayrılmış vaziyette. Ümmet bu hâliyle sosyal şirk işlemiş durumda. Birçok felâketi beraberinde getirmiş olan bu tefrika, bu sosyal şirk olayı her şeyden önce Müslümanları güçsüz duruma düşürmüş ve zillete gark etmiş. Ümmetin bir kesimi ise bu bölünmüşlük halinden gayet memnun. Kendi içerisinde bulunduğu ulus devletini kutsayarak faşizan temayüller içerisinde etno santrik duygulara kapılmışlar. Maatteessüf ki, bu hallerini diğer kardeş uluslara karşı övünç ve gurur vesilesi yapmaktadırlar. "O şirk koşmakta olanlar dinlerini bölük pörçük yapmışlar ve her grup kendi taraftarlarıyla övünüp gurur duymaktadır."
(Rûm: 32) Bu ayet adeta ulus devletleri veya mezhep ve cemaatlerini kutsayan Müslümanları tasvir etmektedir.
Sonuç olarak, İslâm ümmeti ve Müslüman halkların başındaki siyasîler, başta Filistin'in özgürlüğüne kavuşması noktasında ve İslâm ümmetinin felaha kavuşmasına ilişkin sorumluluklarını yerine getirmek için somut adımlar atarlarsa Rabbimiz de vaadetmiş olduğu nurunu mutlaka tamamlayacaktır. (Hazım Koral - Hürseda Haber)