BM değil ÜMMET olarak biz suçluyuz
İkinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkan büyük devletlerin liderliğinde oluşturulan uluslararası bir teşkilat olan Birleşmiş Milletler (BM), 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan savaşların ve barışa yönelik tehditlerin tekrarını önlemek ve uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla 24 Ekim 1945 tarihinde kurulmuştur.
Birleşmiş Milletler başta Güvenlik Konseyi, Uluslararası Adalet Divanı, (Birleşmiş Milletler Yargı Organı), UNICEF (Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu), WHO (Dünya Sağlık Teşkilatı), IMF (Uluslararası Para Fonu), UNESCO (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) gibi söz konusu ettiğimiz bu kurumlarla birlikte Birleşmiş Milletler'in bünyesinde 40 dolayında kurum bulunmaktadır. En önemli örgüt, Güvenlik Konseyi'dir.
Başta belirtmiş olduğumuz gibi Güvenlik Konseyi savaşları önlemek ve barışı teminat altına almak için oluşturulmuş bir kurumdur. Ancak şunu da belirtmiş olalım ki, bu örgüt herhangi bir saldırı ve beraberinde gelen savaş veya soykırım söz konusu olduğunda zulmü bertaraf etmek ve barışı temin için hiçbir zaman gereği gibi ve zamanında olaya müdahil olmamıştır. Müdahil olduğu zaman ise iş işten geçmiştir. Bosna örneğinde olduğu gibi büyük acılar yaşandıktan ve 300 binin üzerinde insan katledildikten sonra "dostlar alışverişte görsün" kabilinden göstermelik olarak müdahil olmuştu. Ayrıca şunu da ifade etmiş olalım ki, Birleşmiş Milletler UMPROFOR (Barış Gücü) kontrolündeki Srebrenica kasabasında güvenliği sağlayan Hollandalı Komutan Thom Karremans, kontrolü Sırpların komutanı Ratko Mladiç'e teslim etti. Bu şekilde şehrin kontrolünü ele geçiren Sırp ordusu ve paramiliter Çetnik gruplar 11 Temmuz 1995 tarihinde büyük bir soykırım işleyerek üç gün içerisinde 10 bin dolayında Müslümanı katletmiş oldular. Bugün ise yine aynı angajman kurallarına ve uluslararası anlaşmalara göre Birleşmiş Milletler'in güvenliğinde olması gereken Gazze Siyonist katil sürüsünün insafına terk edildi. Bunun üzerine Siyonist çete dur durak bilmeden Gazze'de insanlık dışı vahşet örneği sergileyerek soykırım yapıyor.
İfade etmek istediğimiz o ki, zulme uğrayan Müslüman halklar söz konusu olduğunda bu kayıtsızlık Birleşmiş Milletler nezdinde daha da belirgin bir hâl almaktadır. Biz bunu yakın geçmişimizde Arakan'da/Myammar'da, Doğu Türkistan'da, Keşmir'de, Somali'de, Filipinler'de, Moro'da, Patani'de, Trinidat/Tobago Adaları'nda ve daha nice yerlerde gördük. 75 yıldan beri ise Filistin topraklarında görüyoruz... Özellikle ifade edecek olursak 5 daimi üyenin "veto" yetkisi tam bir garabet ve adaletsizlik örneğidir. Bakınız, bugün yaşanmakta olan en vahşi soykırım sürecinde birçok ülke Birleşmiş Milletler'e müracaat edip Gazze'de akan kanın durdurulması için diplomatik girişimde bulundu, ancak bu talepler karşısında büyük şeytan ABD devreye girip bu müracaatı "veto" etti. Yani ABD, diyor ki: "Katliam/soykırım devam etmeli, buna kimse engel olamaz, bu işin garantörü benim, bebekler, kadınlar, çocuklar, hasılı sivilden ve canlıdan yana ne varsa Siyonist çete öldürmeye devam etsin. Ben burada onun için nöbet tutuyorum ki, o da rahat rahat soykırım yapsın. Gazze'de yaşayan tüm canlılar öldürülünceye kadar ben buradayım. Ben bu soykırımın finansörü olarak Siyonist kardeşlerime 14.5 milyar dolar verdim. Silah ve mühimmat vermeye de devam edeceğim. İsrail'in yayılmacı/işgal politikaları benim teminatımdadır. İsrail'in güvenliği benim önceliğimdir."
Evet, biz bu nedenle diyoruz ki, Gazze'de yaşanan katliamın baş müsebibi ABD'den başkası değildir. İblis ABD veto etmese ve bu desteği sağlamasa Siyonist çete soykırım yapamaz. Bu yüzdendir ki, Sayın Erdoğan her fırsatta, "Dünya beşten büyüktür" deyip veto çelişkisine ve bu adaletsizliğe dikkat çekmektedir...
Yıllardır sürüncemede olan bir başka örnekten söz edelim: Merkezi Lahey'de olan Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı 242 nolu kararla Siyonist İsrail'in 67 öncesi sınırlara geri çekilmesini talep etmektedir. Bakınız sadece talep etmektedir ve o gün bugündür asla bir yaptırıma gidilmemiştir. İşin bir başka garabet tarafı, Birleşmiş Milletler % 54 Siyonist çeteye, % 46 Filistinlilere verdiği paylaşımı işgalci İsrail asla kabul etmemiş ve (olmayan) sınırlarını deklare etmemiştir. Hâlâ da deklare etmiyor, çünkü onun hâyalindeki sınır Arz-ı Mevud.. Ama şu hakikati de bilmiş olalım ki, Siyonist çete bu emeline ulaşamadan tarihin lânetliler çöplüğüne atılacaktır. Bu bir Kûr'ânî hakikattir. (İsra: 4-7) Bugün yaptıkları bu soykırım vahşetiyle azgınlık ve zulümlerini doruğa ulaştırmış oldular; artık onlar için geri sayım başlamıştır. Ne Amerika, ne İngiltere, ne diğer Batılı ülkeler ve ne de sessizliğe bürünmüş olan Birleşmiş Milletler bu canavarı helâk olmaktan kurtaramayacak...
Şunu da bilmiş olalım ki, Siyonist katil sürüsü gasp ettiği topraklardan kendi inisiyatifi ile asla çekilmeyecek ve asla iki devletli çözüme razı değil. Buna rağmen İslâm dünyasına vaziyet eden bazı siyasîler aymazca ve gaflet içerisinde iki devletli çözüm önerisinde bulunabiliyorlar.
Bu önerseme ve beklentileri kabul edeceklerini mi sanıyorsunuz? Hayır efendim, bu koşullarda asla çekilmeyecekler. Ancak Allah Teâlâ zorlu ordusunu üzerlerine gönderdiğinde o zaman işgal etmiş oldukları Filistin topraklarını (denizden nehire) topyekûn terk edecekler. (Bir kısmı yatay olarak, bir kısmı boynunu eğerek gidecek.)
Şunu da ifade etmiş olalım ki, Birleşmiş Milletler'in bünyesinde bulunan Güvenlik Konseyi ve Savaş Suçluları Mahkemesi/Lahey Adalet Divanı'nın tüzük ve manifestosundan öte pratikteki fonksiyonel yapısı ve uygulamaları ivedilikle dünya kamuoyu tarafından sorgulanmalıdır. Birleşmiş Milletler bu konuda sınıfta kalmış bulunmaktadır. Baştan beri bu vahşeti kayıtsızca seyrediyor. Birleşmiş Milletler öylesine bir iki yüzlü kuruluştur ki, Avrupa Birliği ülkelerinin ve ABD'nin gazına gelerek Ukrayna'yı Rusya'nın işgaline zemin hazırlayıp çanak tuttular. Birleşmiş Milletler geçmişte de büyük şeytan ABD'nin Vietnam'da, Kamboçya'da, Afganistan'da, Irak'ta, Suriye'de, Libya'da, Yemen'de ve daha nice yerlerde işlediği insanlık dışı cinayetler karşısında sadece seyirci kaldı. Birleşmiş Milletler'in böylesine iki yüzlü ve böylesine çelişik bir yapısı var. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yüzden, "Dünya beşten büyüktür" sözünü söylüyor. Ancak Merhum Erbakan Hocamız bu sözü söylemekten öte D-160 projesi ile yeni bir Birleşmiş Milletler tesis edip yeni bir "Dünya Düzeni" oluşturmak istiyordu. Merhum Erbakan bu projeyi Kûr'ân âyetlerini referans alarak hayata geçirmek istemişti. "Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz iyi olanı tesis eder olumsuz olanı bertaraf edersiniz." (Âl-i İmrân: 110) Bu âyet İslâm ümmetinin başındaki siyasîlere yeryüzünde garantörlük hakkı vermektedir. Bu yüzden mesuliyet büyük. Bu mesuliyetin ön koşulu ise şu ayette belirtilmektedir: "Yeryüzünde fitneden/kötülüklerden eser kalmayıncaya ve din hükümleri Allah adına tatbik edilinceye kadar mücadele ediniz." (Bakara: 193) Aktarmış olduğumuz bu iki ayetin gereği olarak önce 57 parçaya bölünmüş olan Müslümanların birleşerek "İslâm Birliği"ni tesis etmesi gerekmektedir. İslâm bu şekilde müesses nizam hâline gelmeli ki evrensel ilâhî hukuk normları ile uluslararası arenada garantörlük hakkını icra edebilsin.
Bu ilâhî buyruk yeni bir "Cemiyet-i Akvam"ı, yani yeni bir Birleşmiş Milletler'i tesis etmeyi, yeni bir "Dünya Düzeni" kurmayı zorunlu kılmaktadır.
Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: "Dininiz hususunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmaya teşebbüs etmeyen gayrimüslimlerle barışçıl bir yaklaşım dergileyerek iyi ilişkiler geliştirmenizi Rabbiniz men etmemektedir." (Mümtehine: 8) İşte dünya barışı ve güvenliği ancak böyle bir yol haritası ile, böyle bir algoritma ile teminat altına alınabilir. Mevcut Birleşmiş Milletler ile asla yol yürünmez. Tecrübe ile sabit. Birleşmiş Milletler kurulduğu tarihten bu yana hep iki yüzlü politikalar uygulaya gelmiştir.
Güvenirliği olmayan bir kurumdur.
Bakınız, ABD''nin "veto" yetkisi teminatıyla İsrail istediği katliamı yapar, istediği vahşeti sergileyebilir. Bu güvence ile Siyonist katil sürüsü hastaneleri, okulları, mabet ve sığınma alanlarını bombalıyor, fosfor bombası kullanıyor. Üstelik bu vahşeti, "Savunma hakkımı kullanıyorum" diyerek yapıyor. ABD ve Batılı ülke siyasîleri de, Maide Suresi'nin 51'nci ayetinin gereği olarak, "Evet, İsrail'in kendini savunma hakkı vardır." diyerek bu canavarlığı teyid ediyorlar. Üstelik teyid etmekle kalmayıp bölgeye konuşlandırdıkları uçak gemileri ile lojistik destek sağlıyorlar...
Öte yandan Batı Şeria'da binlerce çocuğu tutuklayıp ailelerinden kopararak zindanlara tıktılar. Birleşmiş Milletler'in teminatında olan UNICEF (Çocuk Hakları Komisyonu) neden müdahale etmiyor? O nazlum çocukları tutsaklıktan kurtarmak için neden girişimde bulunmuyorlar? 75 yıldan beri adım adım zeytin bahçelerini gasp edip yeni yeni yerleşim birimleri açıyorlar...
En son bombaladıkları hastanelere girip çocukların böbreklerini çaldılar. Bunca yapılan kötülüklere rağmen Uluslararası Hukuk Mahkemesi Siyonist katil sürüsünün işlemiş olduğu insanlık dışı suçları asla araştırmamaktadır. Kovuşturmaya tabi tutulmayan suç dosyaları raflarda asılı kalmaktadır.
Bütün bu acı gerçeğe rağmen, biz İslâm ümmeti olarak hâlâ statükodan, yani küresel şeytanî güçlerden yana mı olacağız? Yoksa İslâm Birliği'ni tesis için mi çabalayacağız? 57 parçaya bölünmüş İslâm ümmetinin başındaki siyasîler eğer İslâm Birliği için çaba içerisinde değillerse hem Allah Teâlâ'nın nezdinde, hem ümmetin huzurunda suçludurlar, lânetle anılmayı hak etmektedirler.
Biz bugün İslâm Birliği'nden mahrum oluşumuzdan dolayıdır ki, ümmet olarak Filistinli/Gazzeli kardeşlerimize sahip çıkmamanın ezikliği ve zilleti içerisindeyiz...
Bu nedenle biz diyoruz ki, suçlu olan Birleşmiş Milletler değil, "İslâm Birliği" için çabalamayan ümmetin başındaki yöneticilerdir... (Hürseda)