Ortadoğu'da Rambo Komedisi
Rambo 3 filmini görmüşsünüzdür. Afganistan’da geçen 1988 yapımı filmde Sylvester Stallon, çok iyi kalpli, hoşgörülü, insancıl olan Müslümanlarla beraber barbar, kaba ve kötü Ruslara karşı savaşır. Afganistan’ı 2001 yılında bu kez Amerikalılar istila edince Hollywood’un gözünde müslümanlar hemen barbar, kaba ve kötü insanlar haline dönüşür. Bu çelişki de tüm zamanların en büyük komedisidir.
ABD sinemasının beyin ve vicdan düzeyi böyledir de medya ve aydınlarınki değişik midir? Sovyetler Birliği, 1979 yılında darbe hükümetinin çağrısı üzerine Afganistan’ı işgal ettiğinde, müdahale gerekçesini demokrasi getirmek olarak açıklamıştı. Sovyet destekli hükümetin ilk programında devlete laik bir nitelik kazandırmak, kadın-erkek eşitliğini sağlamak, okuma-yazma seferberliği vardı. Ama Batı yanlısı medya ve liberal aydınlar bu gerekçeye büyük bir tepki gösterdiler. Hiç yukardan aşağı veya dışardan müdahale yoluyla demokrasi gelir miydi? Gelmezdi, o halde bu rejime karşı isyan desteklenmeliydi ve ayaklananlar ne düşünce ve davranışta olursa olsunlar her türlü destek mübahtı.
Filmi tekrar sarıyoruz. ABD, 2001 yılında Taliban Afganistanı’nı işgal ettiğinde, askeri müdahale gerekçesini o da ülkeye demokrasi getirmek olarak açıklamıştı. Devlete laik bir nitelik kazandırmak, kadın-erkek eşitliğini sağlamak, okuma-yazma seferberliği aynen Batı’nın da gerekçeleriydi. Ama bu gerekçeye Batı yanlısı medya ve liberal aydınlar hiç tepki göstermediler. Bu kez demokratikleşme yukardan aşağı veya dışardan müdahale yoluyla sağlanabilir hale gelmişti. Ramboculuk diğerlerine yasaktı ama ‘en kahraman Amerika’ istediğini istediği gibi kurtarabilirdi.
Aynı film üçüncü kez Irak müdahalesiyle vizyona girdi, hem de uluslararası hukuk kuralları çiğnenerek, ama daha büyük bir kadroyla ve devasa bir bütçeyle. Yapılan vaatler de bu ölçüde iddialıydı: Ortadoğu’nun tümüne, hatta geniş Ortadoğu’ya demokrasi getirmek. Liberal aydınlarda heyecan son haddindeydi, o kadar özlenen demokrasi nihayet ufukta görünmüştü, artık Araplar da mesela iki siyasal lider arasından istediğini seçebilecek, böylece demokrasi gelecekti. On yıl içinde varılan sonuç yapılan vaatler kadar sansasyoneldi. Irak’tan, Libya’ya, Filistin ve Suriye de dahil milyonlarca ölü, yakılıp yıkılmış kentler, çökertilmiş ekonomiler, kırıntısı bile bırakılmamış demokrasiler. Komünist, totaliter ne derseniz deyin batık Sovyetler’in Afganistan’da yaptığı, Batı’nın bu marifeti karşısında mütevazı kalmaktaydı.
Irak’ta, Suriye’de birileri kafa kesiyormuş da, bu da ABD’nin müdahalesini ahlaki bakımdan zorunlu kılıyormuş da. Geçin bunları, eğer o kafa kesenler ABD yanlıları olsalardı, onlara bin türlü mazeret icad edilir, zorunluluklardan, muhtemel açılımlardan, reform umudundan dem vurulurdu. Tıpkı Batı’nın iktidara getirdiği Mısır diktatörü Sisi’den sitayişle söz edildiği gibi.
Obama’nın Irak-Suriye planı en iyi ihtimalle hava bombardımanları ve silahlı insansız hava araçları kulanımıyla sınırlı kalacak. Bunun dahi binlerce sivil ve günahsız insanın ölümü demek olduğunu herkes bilmelidir. Zaten İngiltere’de yetişmiş yeni Irak lideri Abadi’nin kendisi de son bombardımanlarda sivillerin öldüğünü söylemiştir. Unutmamak gerekir ki, ABD’nin halihazırda Pakistan ve Yemen başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde kullandığı silahlı insansız hava araçlarının müdahaleleri sonucu son yıllarda 5 bin sivil ölmüştür. İşitmiş miydiniz?
Aynı filmi izlemekten bıkmayan insanlar vardır. Her seferinde güldüren ‘Şaban filmlerini’ defalarca izlemek anlaşılır ama aynı Amerikan komedisini defalarca seyretmenin bir bedeli var: Koca bir bölgenin bugün yaşanandan da daha derin ve şiddetli bir kargaşaya düşmesi. Mantıksız da olsa ABD bundan kendisi için bir çıkar umabilir, ama ülkemizin en ufak bir yarar sağlamayacağı açıktır. ABD’nin de bu saatten sonra tek bir konuda ahlaki sorumluluğu vardır, Ortadoğu’dan çekilmek, geçmişteki yanlışlardan dolayı özür dilemek ve yol açtığı yıkım için tazminat ödemek.
(Akşam Gazetesi)