Berlin Duvarı Müslümanların Başına Yıkıldı
Berlin Duvarı’nın yıkıldığı 1989'da dünyada benzeri 11 duvar vardı. Bugün 50 duvar var. 25 yılda 8 bin km duvar yapıldı. Berlin Duvarı yıkıldı, Filistin'de (2002) ve Gazze'de (2005) duvar yapıldı, Müslüman Bengladeş'e (1993), Fas'a (2001), Irak’a (2006), Yemen’e (2004) karşı duvar yapıldı.
Küresel güçler Berlin Duvarı yıkılana kadar stratejik çıkarları açısından Müslümanlara ‘güleryüzlü kapitalizm’ yüzlerini gösteriyorlardı. Afganistan’da Sovyetlere, Ortadoğu’da İran’a karşı konumları bunu gerektirmekteydi. Bu bölgelerde 1990’dan itibaren Müslümanlara karşı tavırlarını değiştirdiler.
Geçtiğimiz hafta olayın 25’inci yıldönümü Almanya’da kutlandı. Ülkemiz medyası da buna katıldı, uzmanlar konuyu yorumladılar. 9 Kasım 1989’un önemi irdelendi ama Duvar’ın yıkılışının Türkiye ve İslam dünyası üzerindeki etkilerine değinilmedi. Zaten yorumcuların çoğu konuyu anlamlarını iyi bildiğimiz ‘dünya’ ve ‘uluslararası toplum’ denilen kavramlarla ele aldılar ve bir türlü Batı dünyası ekseninden çıkmadılar. Halbuki İslam dünyasının 1989 sonrası kaybı saymakla bitmez. Sadece Irak’ta 2 ila 3 milyon ölüden söz ediliyor. Suriye’nin 250 bin kurban verdiği vurgulanıyor.
Afganistan, Somali, Sudan, Yemen ve Pakistan’ın bazı bölgeleri çok ağır hasar görüp en az 50 yıl geriye gitmişlerdir. Bu olaylar sadece Filistin sorununa ve İsrail’e bağlanamaz, söz konusu olan bölgesel değil global bir olgudur.
Bazıları diyebilir ki, en azından Türkiye 1989 sonrasından güçlenerek çıkmıştır. Doğrudur ama bu İslam’a karşı savaş açan güçlerin her şeye kadir olmadıklarının kanıtıdır. Türkiye, 2002’den sonra lider ülke olma konumuna doğru ilerlemişse bu, dik durması sayesinde olmuştur.
Ekonomik kriz nedeniyle Ortadoğu’da savaşı 2009’dan beri yavaşlatan güçler ölüm makinelerini işletmeye yeniden başladılar.
Birleşmiş Milletler, Irak ve Suriye'de son yıllarda toplam 13,6 milyon kişinin evini terk etmek zorunda kaldığını açıklamıştır. Daha önce yazdığım gibi son dönemde tüm savaşlarda kullanılan zayıflatılmış uranyum bölgemizin bir bölüm toprağını yaşanmaz kılacaktır. Bütün bu olguların tek bir anlamı vardır: Berlin Duvarı’nın görünüşteki işlevi Batı’ya kaçışları engellemek olsa da sembolik rolü çok daha değişiktir.
Sosyalist ülkelerin ve Sovyet kampının varlığından kaynaklanan o duvar, tüm soğuk savaş döneminde küresel saldırganlığının önünde bir engel oluşturmuştur. Duvar bir kez yıkılınca, küresel kapitalizm 19’uncu yüzyıl sömürgeciliğine geri dönüş yapmıştır. Tarihte 250 yıl önce ortaya çıkan sistem, kendi içinden doğan sosyalist akımdan duyduğu korku nedeniyle eski politikalarının bir kısmını derin dondurucuya koymuş, amaçlarına ulaşmak için özgürlükçü bir maske takmıştı. İkinci Dünya Savaşı’ından sonra ise gücünü yeni oluşan sosyalist kampa karşı mücadeleye yoğunlaştırmıştı. Duvar’ın yıkılışıyla eski politikalar yeniden canlanmış, küresel güçler önce Doğu Avrupa’yı yutarak ekonomisini ve toplumsal yapıyı çökertmiş ve ardından sömürgecilik ilk dış seferini İslam dünyasına karşı düzenlemiştir.
Kültür dokusu her zaman bir öteki aramaya ve kendini ötekine göre şekillendirmeye eğilimli olan Batı, İslamiyet’te kendisi için ideal bir düşman bulmaktadır ve İslam’ın dünyayı imtihan yeri olarak gören kapitalizme mani anlayışı nedeniyle bunda tutarsız da değildir. Ama kapitalizmin iç sorunları derinleştikçe yavaş yavaş ötekileştirme sırası başka ülkelere ve hatta merkez ülkelerin kendi halklarına da gelecektir. Nitekim ABD’nin Ukrayna’da amaçlarına ulaşamaması nedeniyle soğuk savaşın başka bir düzlemde yeniden başlaması ihtimali de vardır. Bugün dünyanın diğer yerlerindeki insanların medya etkisiyle terörist gözüyle baktıkları Müslümanların acılarına kayıtsız kaldığını görüyoruz. Ama önümüzdeki yıllardaki gelişmeler onlara da gerçekleri gösterebilir.
Gerek bizim, gerekse tüm insanların gereksinimi şu veya bu duvarı değil kafalarımızdaki duvarları yıkmak olmalı, eğer kendimiz duvarda herhangi bir tuğla olmak istemiyorsak.
(Star Gazetesi)