Öcalan'ın Yeni Keşfi; Demokratik Modernite
Ne derseniz deyin, Öcalan yazmak için ilham kaynağı oluyor. Sıklıkla yazmayı gerektirecek olaylar oluyor, vazgeçiyorum. Ancak Öcalan konuştu mu yazdıkça yazası geliyor insanın.
Kabul etmek lazım, öyle veya böyle, kendini gündemde tutabiliyor. Bir seneyi aşkın bir süredir sesini soluğunu kesmiştiler, şimdi ise yine gündemde. Sesinin soluğunun kesildiği süreçte “Önümü açın sorunu çözeceğim” diye devlete bizzat çağrıda bulundu. Ve önü açıldı… Çünkü Öcalan konuşmadan yapamaz ve ona yapılacak en büyük işkence konuşmasını engellemektir.
Peki, nasıl çözülecek sorun?
PKK’liler sınır dışına çekilecek, kısa süre içinde silah bırakacak buna paralel olarak anadilde yani Kürdçe’de eğitim verilebilecek, yerel yönetimlere daha fazla haklar verilecek ve buna benzer temel haklar...
Başka? Bu kadar…
Özgür Kürdistan, hem de dört parçanın özgürlüğü; ilkel bir yaklaşım.
Konfederalizm ve Federalizm; feodal bir mantık.
Özerklik 2 sene önce revaçtaydı ama şimdi demode.
Ya ne peki? Demokratik modernite…
Haydaaa!!! Yahu daha Ekolojik Toplum, Demokratik Özerklik kavramları çözemedik. Şimdi Demokratik modernite de nereden çıktı? Bir de birkaç ay “Demokratik Modernite”yi öğrenmek ile mi geçireceğiz..? Nedir Kürdün her yıl yenilenen bu kavramlardan çektiği!
Sahi Kürdler (PKK, BDP, DTK) neden bir türlü Öcalan’ı anlamıyor? Nasıl bir iştir ki, Obama ve ABD anlıyor hatta özellikle Ortadoğuda Öcalan’ın projelerini uyguluyor, AB Öcalan’ı anlıyor, bütün dünya hatta Türkler bile anlıyor ancak Kürdler bir türlü anlamıyor. Bu “Kürdün zekâsında bir sorun var” demek oluyor. Ben söylemiyorum, bana kızmayın, Öcalan’ın önermesinin sonucu bu!!!
Ne demiştik? Demokratik Modernite…
Bu kadar mı yani? Evet, daha ne olsun.
On binlerce ölü ve yaralı, milyonları aşan göçler, yüz binlerce milyon dolarları aşan ekonomik kayıp, ayrışma, çekişme, düşmanlık… Değer miydi? İşin sonucunda araba atlar ile beraber tekrardan ağanın olacaksa...
Bağımsız Kürdistan idealinden, düşe düşe en son “Demokratik Modernite”ye… En dip nokta burası, daha da ötesi yok sanırım. Bundan ötesi, ya devlet ile bir olup Kürdlere karşı savaşacak ya da MHP gibi Kürdleri “Kart kurt” hikâyeleri ile tarif edecek.
Peki, bu topraklara barış gelsin, anaların gözyaşı dinsin istemiyor musun?
İstemeyen “Demokratik Modernite”nin yaşandığı bir ülkeden mahrum kalsın. Bu meselenin çözülmesi yani bu topraklarda silahların susması, gözyaşının dinmesi herkesin hayrınadır. Biraz vicdanı olan birinin buna itiraz etmesi mümkün değildir.
Kaldı ki, İslam’ın en iyi yayılma dönemleri barış dönemlerinde gerçekleştirilmiştir. Çünkü İslam insan fıtratına uygundur. Silahlar susup fikirler devreye girince insanlar tercihini İslam’dan yana kullanır. Bir Hudeybiye Antlaşmasının akabinde Müslüman sayısının bir anda misliyle katlanması göz önüne alındığında durum daha da açıklığa kavuşur. Hele söz konusu Kürd halkı ise İslam tercihi, en öncelikli tercih olur. Zaten PKK’nin elinden silahı alındı mı PKK bitti demektir. Çünkü silah ve özellikle daha önceki dönemlerde sistem tarafından yaşatılan zulümler olmazsa PKK’nin ideolojik olarak bu halka verebileceği hiçbir şeyi yoktur.
Mesele, silah bırakılmasına itiraz değil… Peki, nedir mesele?
Mesele daha önce silaha sarılmayan herkesi eleştirenlerin, hain görenlerin 30 yıl sonra eleştirdiği noktaya gelmeleri. Özellikle Hizbullah için; “madem gerçekten zulme karşısınız ve bu sisteme muhalifsiniz neden dağlara çıkmıyorsunuz, neden bu devlete silah çekmiyorsunuz?” diyordular. Vurgulamak istediğimiz bu; çelişkiyi ortaya çıkarmak, yoksa silahların susmasına itiraz yok. 30 yıl sürmüş olsa da meseleyi anlamaları güzel.
Ama o silah olmasaydı bugün belki Kürd diye bir şey de olmayacaktı?
Arap Baharı ve Tahrir Meydanı güzel bir örnek, bu soruyu yanıtlamak için. Kim tahmin edebiliyordu ki bu devrimleri. Kaldı ki dünya değişiyor, bu haklar o silahtan ziyade değişen dünyanın dayattığı koşulların ürünü. Silahın zoru olsa 90’lı yılların başında bir şeylerin olması gerekirdi, bugün değil. Hatta belki PKK olmasaydı olumlu manada çok daha farklı sonuçlar çıkardı ortaya…
Neyse… Gelelim Öcalan’ın tarihi (!) mektubuna.
Biliyorum ki, PKK cenahı en azından dışarıya karşı şöyle diyecektir; “Önderlik yine eşsiz çözümlemelerde bulunmuş. O yapmışsa doğrudur, önderliğe güveniyoruz. Bir şey söylüyorsa demek ki biliyor.” Dolayısıyla onlara söyleyeceklerimizin pek bir anlamı kalmıyor. Zaten bütün bileşenleriyle Öcalan’a destek verdiler. Hakikaten şaşırmamak elde değil. Yani bu kadarını da mı göremiyorlar? Bu kadar mı köreliyor gözler? Anlamak mümkün değil. Çünkü Öcalan’ın söyledikleri ile onların anladıkları, yaptıkları ve dışarıya verdikleri mesaj tam zıt…
PKK dışında kim ve hangi hareket devlet yetkilileri ile görüşseydi hain damgası yerdi. Normalde bir sakıncası var mı? Yok… Pek tabiidir bir örgütün, bir hareketin devletin yetkilileri ile görüşmesi, pazarlık yapması veya birşeyleri müzakere etmesi. Ancak PKK ve Öcalan kendisi dışında herkese haram olarak görüyor. PKK ve Öcalan’a sormak lazım; tüm bu sürecin sadece ve sadece bir MİT üzerinden yürütülmesi doğru mu? MİT nihayetinde bir istihbarat örgütü değil mi? Bu türden görüşmeler yapmadığı halde birilerini “devletin uşağı” olmakla itham edenler, kendilerinin şu an ki konumu için ne düşünüyorlar acaba?
Öcalan genellikle çok muğlak ve muaammalı mesajlar veriyor. Süleyman Demirel’i dahi geride bırakacak çeviklikte dün ak dediğine bugün kara diyebiliyor. En basitinden daha bir, bir buçuk sene önce Gülen Hareketi’ni ve Gülen’i Ortadoğu’ya demokrasi getirecek hareket olarak tanıtırken son görüşmelerde tekrardan Amerika uşağı olarak ilan edebiliyor ve bir hafta ardından ise Gülen’e selam gönderiyor ve onu en iyi kendisinin anladığını söylüyor. Öcalan’ın bu huyuna alıştık, kimileri bu durumu siyasi zeka veya duruma göre pozisyon almak olarak izah ediyorsa da bu aslında omurgasızlık olarak değerlendirilebilir. Hele ki bu kişi bir lider ise… Bu mektubunun içeriği de bazı mesajlar tevil edilemeyecek kadar çok netti;
“Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun” noktasına geldik. Artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.”
Öcalan benzer sözleri şimdi mi söylüyor. Hayır… Dönem dönem bunları dile getirdi ama ne hikmetse silahın büyülü gücünü tekrardan farketmiş olacak ki tekrardan sarılma emri verdi. Yeni bir dönem başladığını söylüyor. Peki bu dönemi en azından son 10 yıldan ayıran ne? Hiç bir şey…
Bu durumda Osman Baydemir’in günahı ne oluyor? Silah konusunda benzer ibareler kullanmıştı da “ağız yırtmak” ile terbiye edilmişti. Ya Leyla Zana ve Şıvan Perwer… Bu sorunu çözse çözse Erdoğan çözer dediği için, hakeza Sıvan Perwer Gülen’e övgüde bulunduğu için neredeyse hain oluyor ancak Öcalan söz konusu olunca durum değişiyor.
Burada tercih edilen kelimeler de hayli ilginç… “Silahlı unsurlarımız” ibaresi de daha çok askerin kullandığı ve Öcalan’ın şu ana dek pek kullanmadığı bir ibare. Demek ki Öcalan yeni rolüne ifade tarzı olarak da kolay uyum göstermiş. Hele ki “sınır ötesi” ibaresi tam komedi. Hangi sınır? Kimlerin çizdiği sınır? Nereden nereye…
“Binlerce yıllık bu büyük medeniyeti farklı ırklarla, dinlerle, mezheplerle kardeşçe ve dostça birlikte yaşayan, birlikte inşa eden Kürtler için Dicle ile Fırat, Sakarya ve Meriç'in kardeşidir. Ağrı ve Cudi Dağı, Kaçkar ve Erciyes'in dostudur. Halay ve Delilo, Horon ve Zeybek'le hısım-akrabadır.”
Bu sözler Öcalan’a ait ve yüzbinlerin önünde okundu. Bu sözlerin aynısını yıllardır tekrarlayan İslami kesimler ümmetçi olmakla, sisteme yaranmaya veya sistem adına çalışılmakla itham edildi. Hala da aynı sözleri söyleyenler böyle itham ediliyor. Kaldı ki bunu dile getirenler şu anki rejim altında değil, daha adil ve paylaşımcı bir yönetimi kastediyordular. Şimdi sormak lazım Öcalan kullanınca neden manifesto oluyorda, bir başkası özellikle de İslami kesimler kullanınca sorun oluyor?
“Zaman çatışmanın, birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin ve helalleşmenin zamanıdır. Çanakkale’de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler, 1920 Meclis’ini birlikte açmışlardır. Ortak geçmişimizin ortaya koyduğu gerçek, ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiğidir.”
Öcalan daha yeni mi öğrendi Türkler ve Kürdlerin Çanakkele’de, Yemen’de, Kurtuluş Savaşında birlikte omuz omuza şehid düşdüğünü, ortak bir geçmişlerinin olduğunu…
Bu helalleşme sadece PKK ve devlet için mi geçerli? Yoksa, Öcalan gerçekleri görmenin verdiği hızla diğer kesimlerle de helalleşecek mi? Misal; yaptıkları yüzünden Hizbullah’tan da bir helallik dileyecek mi? Yoksa halen dahi “onların evlerini kuşatın, onlara nefes aldırmayın” noktasında mı?
“Son iki yüz yıllık fetih savaşları batılı emperyalist müdahaleler baskıcı ve inkarcı anlayışlar, Arabi, Türki, Farisi, Kürdi toplulukları ulus devletçiklere, sanal sınırlara suni problemlere gark etmeye çalışmıştır. Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır.”
Muazzam sözler. Sözlerin kendisinde bir sorun yok, sözleri söyleyende ve geçmişinde sorun var. Madem ulus devlet mantığını ve sanal sınırların insanlık dışı olduğunu iddia ediyorsun neden bu güne kadar bunun mücadelesini verdin? Madem ulus devlete karşıydın, madem Misak-ı Milli savunucusuydun bu kadar kan dökmeye ne gerek vardı. Ulus devletin lanetli bir şey olduğunu anlamak için 30 yıl geçmesi ve 40 bin insanın ölmesi mi gerekiyordu? Bir “demokratik modernite” için bunca acıya değer miydi? Biraz sabretsen zaten AB yasaları çerçevesinde “demokratik modernite” bağışlanırdı. Sahi insanları 30 yıl geriden takip etmek nasıl bir duygu…
“Bu toprakların tarihselliğinde önemli bir yer tutan, biz kavramının genişliği ve kapsayıcılığı, dar iktidar elitleri eliyle teke indirilmiştir. Biz kavramına, eski ruhunu vermenin zamanıdır. Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı inat birleşeceğiz.”(…)Bugün kadim Anadolu'yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır. Gerçek anlamında, bu kardeşlik hukukunda fetih, inkar, red, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır”
“Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in mesajlarındaki hakikatler, bugün yeni müjdelerle hayata geçiyor, insanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor.”
Öcalan dinin toplumsal hayatta özellikle de Kürdler arasında ne kadar etkili olduğunu farketmiş olacak ki daha önce savunduğu Marksist ve materyalist felsefeden dönüş yapıyor. Daha önce hafife aldığı hatta aşağıladığı İslami terimleri kullanmaya başlaması ve İslamın birleştirici rolünün olduğunu farketmesi; mesajın en dikkat çeken yönü. Öcalan daha önce “Çözüm ancak İslam’la olur” söylemlerini dillendirenlere yıllar sonra da olsa hak vermiş oldu.
“Herşeye rağmen yine de kardeşiz”, “ille de kardeşlik”, “ille de biz” dedikleri için türlü türlü isimlerle itham edilenler bundan öte bir şey demiyorlardı. Sırf bunun gayreti içinde oldukları için öldürülen veya öldürülmekten beter edilen insanların hesabının ne olacağı da ayrıca sorulması gereken bir soru.
Tabii burada Öcalan’ın görüştüğü hükümetin de dini yönünün olduğu gerçeği gözardı edilmemeli. Zira Öcalan güne, şartlara ve ortama göre konuşur. Onun için değerler yoktur, çıkarlar vardır. Dün Askerler ve Ergenekoncular etkindi onların söylemlerini kullanıyordu. Onlarla birlikte görünmeye çalışıyordu. Mustafa Kemal’i göklere çıkarıyor ve İslam’a hakaretler ediyordu. Bugün ise hidayete ermiş bir pozisyonda!? Yarın kim bilir neyi savunacak. Onun için bu sözlere sevinenler boşuna beklemesin. Yarın rüzgar başka yönden eserse o da ona göre hareket eder.
“ Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.”
Bu cümle aslında yeni dönemin işaretini de veriyor. Yani mücadeleyi farklı bir boyuta taşımak. Zaten dağın ve silahların bir çözüm olamayacağını anladı Öcalan ve PKK. Siz bakmayın 2012 yılını final yılı ilan etmelerine. Her sene aynı senaryoyu tekrarlıyorlar. KCK’da bu amaçla kurulmaya, oturtulmaya çalışıldı. Tabii ellerine yüzlerine bulaştırdılar o ayrı mesele. Aslında KCK denilen yapılanma, Hizbullah’ın çalışma sisteminin benzeridir. Zamanında o çalışma tarzına dudak bükenlerin bunca yıl aradan sonra bu hareket tarzını benimsemesi; büyük bir başarı ve ileri görüşlülük olsa gerek!
Öcalan dışarıda olsa ve bu söylemleri kullansaydı bir nebze anlaşılabilirdi. Ancak Öcalan’ın cezaevinde oluşu ve anlık söylem değişikleri dikkate alınınca bu hakikat ortaya çıkıyor. Öcalan dışarı çıkmak için değil PKK, Kürdlerin tümünü dahi feda eder. Zaten Öcalan’ın bu yönünü bildiği için devlet sürekli yaptığı gibi bir kez daha Öcalan’ın ağzına bal çalmıştır, bu konuda da devletin işini iyi yaptığını söyleyebiliriz. PKK ve BDP istediği kadar bu gerçeği kabul etmemeye çalışsın, istediği kadar “Amed Newroz’u finaldir” desin. İstediği kadar güçlüyüz mesajı vermeye çalışsın. Öcalan’ın mektuplarının kuryeliğine dahi layık görülmeyecek bir pozisyondalar…
Tekrar etmekte fayda var. Mesele silahların bırakılması, silahın çözüm aracı olarak ortadan kaldırılması veya barışın sağlanması değil. Çözüm noktasındaki her adım faydalıdır ve sevindiricidir. Buna sevinmeyecek insanın vicdandan yoksun olması gerekir. Hakeza sorun Öcalan’ın dile getirdiği sözlerin yanlışlığında değil, o sözler birer hakikat. Sorun bunca zamandır bu gerçeği göremeyip buna aykırı hareket etmek ve Öcalan’ın sözlerinin sürekli değişkenliği.
Siz bakmayın şimdiler özellikle Türk basının önde gelen kalemlerinin Öcalan’ı göklere çıkarmasına. Onlar Öcalan’ın sözleri hoşlarına gittiği için öyle diyorlar eğer biraz aykırı bir şeyler söyleseydi yine “bebek katili” sıfatını Öcalan isminin önüne eklerlerdi.
Belki böyle bir dönemde bu hakikatlerin söylenmesi keyifleri kaçıracak gibi görünüyor ancak gerçeklerin söylenmesi acı da olsa zaruri.
Hâsılı kelam, Öcalan’ın mektubunda verdiği mesajlar “Benim Anam da Türk’tür” sözünden daha büyük bir faciadır. Sanki devlet adına PKK ile pazarlık yapan biri gibi duruyor, Öcalan. Bu durumun o cenahta bir kriz oluşturmuyor oluşu da merak konusu. Ayrıca sürekli atıp tutan, PKK’nin politikalarına peşinden giden kendilerini yurtsever veya İslamcı diye tanıtanların bu duruş karşısındaki yorumlarını da merak etmemek elde değil. Bu mektubun içeriği ile paralellik arz eden görüşleri dile getirenleri sürekli eleştirenler bu duruma ne diyecekler acaba?
Dolayısıyla bu gelişmeler ışığında, krallık dönemleri geride kaldığından dolayı, küçük bir çocuk “kral çıplaaak” yerine “Korucubaşı Apooo” diye avazı çıktığı kadar haykırırsa şaşırmamak gerek.
(Hürseda Haber)