Lice ve Amude'de Diller Farklı Argüman Aynı
Geçenlerde birçok yönden benzerlik arzeden iki olay yaşandı. Biri, Lice’de “karakol yapımı” protestosu ve neticesinde yaşananlar, diğeri ise Batı Kürdistan’da (Suriye Kürdistan’ı) Amude’de yaşananlar…
Her iki olayda da düzenlenen protesto ve gösteriler sonucunda yaşanan ölümler ve ardından yapılan açıklamalar benzer; “uyuşturucu ile mücadele”, “göstericiler arasında ateş açanlar vardı”, “sivillere yönelik bir girişim yok”, “provokasyon”…
Karşı taraftan ise tam aksi açıklamalar…
Bu durum, günümüz toplumunda propagandanın ve propaganda araçlarının ne derece etkili olduğunu gösterdiği gibi aynı zamanda hedefe ulaşmak için artık “ahlak”, “dürüstlük”, “doğruluk” gibi kavramların da pek bir önem arz etmediğini gösteriyor. Kim ne yaparsa yapsın haklı görünme uğraşında, kimse yaptığı yanlışı kabullenme eğilimde değil.
Ancak öyle bir dönemde yaşıyoruz ki eldeki güçlü imkânlarla yaşanan hadiseler bir dönem manipule edilse de olayların iç yüzü bir şekilde ortaya çıkıyor. Hiçbir şey gizli saklı kalmıyor. Hakikati gizleyenler ya da çarpıtanlar öyle veya böyle ortaya çıkıyor. Çıkıyor çıkmasına da bundan ders çıkaran kim!
Lice’de ölümle sonuçlanan olayın tasvip edilmesi mümkün değildir. Kendilerine saldırı olsa dahi daha farklı şekilde hazırlık yapılabilir ve olaylar önlenebilirdi. Yaşananların, savunulacak ya da tevil edilebilecek bir tarafı yok. Bunu bir yere not etmek gerek…
Peki, o halkı oraya gönderenlerin hiç mi suçu yok? Karakol yapımı protestosu için gidenlerin hiçbiri o köyden değil, ya civar köylerden ya da Lice ilçe merkezinden. Yani PKK/BDP’nin etkin olduğu yerlerden getirttiği kişiler. PKK bunu sık yapıyor, 90’larda da yapıyordu. Özellikle etkin olduğu yerlerde halkı baskıyla öne sürüyor.
Yanlış bulduğu bir uygulamayı protesto etme hakkı yok mu? Elbette var.
Ancak sormak lazım; bu insanları buralara yönlendirenler ve zorlayanlar nerede? Ya Ankara’da içkilerini yudumluyorlar ya Bodrum’da tatil adı altında her türlü melaneti işliyorlar ya belediyelerin her türlü imkanlarından istifade ederek rant elde ediyorlar ya da en tanınmış kolej veya özel üniversitelere çocuklarını kayıt ettirmenin derdindeler. En kötü ihtimalle televizyon kanallarının birinde yine nutuk çekiyorlardır. Nasılsa konuşmak artık serbest, karışan da yok…
Aslında, işin özünde karakol yapımını protesto etmek PKK açısından başlı başına bir tutarsızlık... Misak-ı Milli’den dem vuracaksın, “birlikte yaşam”dan bahsedeceksin ama Misak-ı Milli sınırları içinde karakol yapımına itiraz edeceksin…
Hele ki baraj yapımını protesto etmenin hiçbir izahı olamaz. PKK militanlarının gidiş gelişlerini engellediği için daha önceki dönemlerde itiraz etmelerinin kendileri açısından bir mantığı olabilirdi. Ancak, “ben silahlı unsurlarımı sınır dışına çıkaracağım”, hatta “silahlara veda edeceğim” diyenlerin itirazı mantıksız. Haa tabii “ekolojik” kaygılardan ise o zaman durum değişir. Malum Öcalan’ın “ekolojik” hassasiyetleri çok güçlü?!!
Vurgulanması gereken bir diğer nokta ise, sürekli şahid olunduğu gibi, gösteriler esnasında özellikle de son dönemde göstericilerin arasında yüzleri kapalı, ellerinde molotof ve hava-i fişek olanların varlığı. Bu, göstericileri direk hedef yapmak anlamına gelir ki, PKK/BDP’nin bunu öngörmemesi mümkün değil. Demek ki bilinçli bir tercih... PKK’nin en sıradan bir gösteriyi dahi meydan muharebesine dönüştürme becerisi zaten malum…
Ancak tekrar vurgulamakta yarar var, bu durum insanların öldürülmesini asla ama asla meşru kılmaz. Bu olayları yapanlardan mutlaka hesap sorulması gerekir.
Asıl üzerinde durulması gereken durum ise, olayın akabinde yaşananlar… Devletin yetkili ağızları tarafından genel itibariyle şu açıklamalar yapıldı; “Göstericilerin içinde bulunan eli silahlı kişiler olayları provoke ettiler.”, “Olaylar çığırından çıktı. Başka imkân olmadığından mecburi bir savunma durumunda kalındı.”, ''Lice olayı sıradan bir olay değildir. Dolaylı olarak dayandığı yer esrardır, hint keneviridir. Karakol, kalekol bunların hepsi hikaye'', “çözüm sürecini akamete uğratmak isteyenlerin çabaları”
Öte tarafta ise şu açıklamalar yapılıyor; “ Tamamen sivil halk”, “bilinçli olarak ve hedef gözetilerek ateş edilmiş”, “süreci baltalamaya yönelik adımlar”…
Tabii, bu arada görüntü servis etme savaşı da tüm hızıyla sürüyordu. Bir taraf kimi göstericilerin ellerindeki molotof ve benzeri materyalleri yanan çadırlar eşliğinde servis ederken, öte taraf ise daha başka görüntüler servis ediyordu.
Lice’de bunlar yaşanırken Batı Kürdistan’da (Suriye Kürdistan’ı) benzer görüntülere sahne oluyordu…
Uzunca bir süredir PYD ve kimi Kürd gruplar arasında süregelen sürtüşme, daha farklı boyutlara taşındı.
Amude’de yaşanan gözaltıları protesto etmek amacıyla toplanan halka PYD güçleri dockalarla saldırdı. Sonuç; İçinde kadın ve çocukların olduğu 5 ölü 50 küsur yaralı… Ve tabii çok sayıda gözaltı…
Oluşan manzara sonunda tarafların birbirlerine yönelik yine benzer suçlamaları vardı. Tıpkı Lice’de yaşananların ardından yapılan açıklamalar gibi.
YPG, göstericiler arasında silahlı kişilerin bulunduğunu, yaşanan çatışmada ölenlerin bu silahlı kişiler olduğunu ancak kimi sivillerinde zarar gördüğünü iddia ediyor, karşı taraf ise ölü ve yaralılaran tamamen sivil göstericiler olduğunu dile getiriyordu.
Kendisini Batı Kürdistan’ın tek sahibi gören YPG ve PYD –siz buna kısaca PKK de diyebilirsiniz- ; “Uyuşturucu ticaretine vurulan darbenin yansıması”, “kazanımları baltalama girişimi”, “ çetelerle bağlantılı olan kimselerin huzuru bozmaya yönelik adımları”, “sivil göstericiler içindeki silahlı kişilerin ateş açması sonucu yaşanan bir çatışma”, “Cenevre Konferansına katılımı engelleme girişimi” olarak yorumluyordu.
Öte taraf ise; “gözaltına alınan arkadaşlarının serbest bırakılması için yapılan gösteri”, “kesinlikle silahlı kimselerin yer almadığı, YPG’nin işkence, baskı ve kanun tanımamazlığının sonucu halkta biriken öfkenin dışa vurumu” olarak izah ediyordu.
PYD’ye muhalif El-Parti sözcülerinden biri şu ibretamiz ifadeleri dile getiriyordu: “Velevki diyelim bu insanlar esrar satıyor. Esrar satmanın cezası anında kurşuna dizmek, değilki. Baas rejimi bile yargılıyor, hapse atıyordu. Kural, kaide yok. Kimse neyle suçlanacağını, neyin kanun neyin yasak olduğunu bilmiyor.”
Yine aynı şekilde görüntü servis etme savaşı da tüm hızıya sürüyor.
İşin trajikomik yanlarından biri de her daim uyuşturucu ticareti ile suçlananların başkalarını aynı suçlamalarla itham etmesi. PKK’nin bu konuda birilerini suçlamadan önce en etkin olduğu yerler olan Yüksekova, Başkale ve Lice gibi yerlerin uyuşturucunun merkezi olmalarının hikmetini sorgulaması gerekir.
Hakeza “teröristbaşı”, “terör örgütü” gibi sözlerle anılanların başkalarını “çeteler” diyerek küçümsemesi… Kendisi dışında silahlı güç kabul etmemesi, aynı şekilde garip bir görüntü oluşturuyor.
PKK her konuda mevcut sistemi örnek alıyor.
Demek ki aynı dili konuşuyor olmak zulüm ve azgınlığın biteceği anlamına gelmez. “Kürdün hakkını istiyorum” diyenlerin, PKK’nin söz sahibi olduğu bir yerde rahat edeceğini düşünen, boşuna hayal kuruyor. Eğer gerçekten rahat etmek istiyor ise farklı bir kurtarıcı araması gerekir. (Hürseda Haber)