PKK Adına Yapılan Açıklamaları Başkaları mı Hazırlıyor?
PKK yöneticilerinden Duran Kalkan Ruşen Çakır’a verdiği röportajda Hizbullah ile ilgili dikkat çekici açıklamalarda bulundu.
Duran Kalkan PKK’nin önde gelen yöneticilerinden ve ideologlarından. Söyledikleri ve söyleyecekleri örgütün hareket tarzı ve politikalarının şekillenmesi açısından önemli.
Arap baharının etkisiyle halkı topyekün ayaklandırabilecekleri düşüncesiyle “Devrimci Harekat” fikrini ilk ortaya atanlardan. Ancak hatırlanacağı gibi halk genel anlamda yapılan çağrıya destek sunmadığı gibi Şemdinli baskını ve sonrasındaki gelişmeler PKK açısından olumsuz sonuçları oldu.
Duran Kalkan PKK’nin özellikle son dönemde dozajı daha da şiddetlenen bilindik saldırgan, itham edici, aşağılayıcı üslubuna nazaran daha toparlayıcı ve esnek açıklamalarda bulunuyor.
Oysa Dicle’deki olayların hemen akabinde Duran Kalkan’ın da yöneticisi olduğu KCK/PKK, itham edici, karalayıcı ve üslup olarak son derece düşük seviyede yazılmış bir açıklama yapmıştı. Bu kadar kısa sürede bu sözleri kullanmasına sebep teşkil edebilecek farklı bir gelişme yaşanmadığına göre ister istemez akla şu soru geliyor; “Acaba KCK/PKK adına yapılan açıklamaları başkaları mı hazırlıyor?” Zira Duran Kalkan’ın bu açıklamaları daha önce yapılan söylemleri tekzip ediyor bir anlamda.
PKK yöneticileri normalde bunu sık sık yapar. Rüzgarın akış yönüne göre sürekli söylem değiştirirler, bir gün ak dediğine bir sonraki gün kara deme ustalığına sahipler. Benzer sözleri Cemil Bayık’ta kullanmıştı, uzun olmayan bir zaman dilinde. Ancak sonraki gelişmeler malum. Dolayısıyla bu tür açıklamalara güven konusunda tereddütler yaşanıyor ister istemez. Bu bağlamda Hüda-Par Genel Başkanı Hüseyin Yılmaz’ın bir masa etrafında bir araya gelip gerçekleri masaya yatırma konusundaki sözleri daha bir anlam kazanıyor.
Ancak, Duran Kalkan detaylara inildikçe her zaman olduğu gibi hadiseleri tek taraflı ve kendi lehlerine değerlendirmekten geri kalmıyor. Bu değerlendirmelerin bazılarında görüyoruz ki ya gerçekten kendilerine sağlıklı haber ulaşmıyor yada daha farklı sıkıntılar var bu işin içinde.
Dicle Üniversitesindeki olaylar mesela… Yaşananlar ayan beyan ortada, olayı başlatanlar, saldırganlar, kavganın çıkış nedeni, olayların büyümesinde BDP’lilerin rolü ve yaptıkları kışkırtıcı açıklamalar… Oysa Üniversite Rektörü Prof Dr Ayşegül Jale Saraç, Basın ve Halkla İlişkiler Müdür Füsun Özçelebi ve Başbakan Yardımcısı ve Ak Parti sözcüsü Hüseyin Çelik’in söyledikleri dahi dikkate alınırsa daha sağlıklı bir değerlendirme yapılabilir.
Dicle Üniversitesi'ndeki olaylar ve Hizbullah ile yeniden çatışma ihtimaline ilişkin bir soru üzerine Kalkan şu yanıtı veriyor; “Eğer olaylar planlı değil de kendiliğinden olmuşsa çatışma da gelişmez. Eğer sorun bizim gençlerimizden kaynaklanmışsa bu giderilir.” Olayın planlı olmadığı aşikar. Zaten olayın vuku buluş şeklinden bunu anlıyoruz. Şayet bir plan dahilinde vuku bulmuşsa da bu PKK gençliğinin önceden organize olduğunu gösteriyor. Sadece Bilge Gençliğin değil diğer kesimlerin de etkinlikeleri engellenmiş, zaten PKK gençliğinin “burada rektörlükte biziz, valilikte” tavrından açıkça anlaşılıyor. Ancak sonraki gelişmelerin planlı olmadığını söylemek mümkün değil. Açık bir yönlendirme, planlı hareket, öldürme kastıyla saldırılar var…
“Gençlerimiz onların faaliyetlerini engelleme değil tam tersine ittifak halinde olabilirlerdi.” sözleri ise sürekli Bilge Gençliği suçlayan BDP’lileri yalanlayan sözler. Oysa BDP’liler olayın başından itibaren farklı bir üslubu tercih ediyordular.
“Başkaları bize hayat hakkı tanımamaya çalışıyor ve biz buna karşı duruyoruz. Başkasına aynı şekilde davranırsak kendimizi inkar etmiş oluruz.” Aslında önemli bir saptama. Sürekli dile getirmeye çalıştığımız bir hakikat. PKK cenahı bu sıkıntıları yaşadığına göre, muzdarip olduklarına göre bu durumu en iyi kendilerinin anlaması lazımdı. Ancak PKK sürekli kendisi dışındaki yapıları dışlayıp tasfiye etmeye çalıştı, kendisi ile aynı düşüncede olan sol hareketler dahil. Hizbullah ile yaşanılan çatışmalar da bu tavrın neticelerinden dolayı yaşanmıştır. Ancak sanayi de çalışanların mantığıyla hareket edip "ben ezildim, ben de başkalarını ezerim" deniliyorsa o başka. O zaman da denilir ki; “Herşeye eyvallah ama zillet bizden uzaktır.”
Oysa hem Kutlu Doğum arefesinde hem de etkinliğin yapıldığı gün olmadık işlere imza attılar. Önce “çim”den bahanelerle alanı vermemeye çalıştılar. Ardından standı vermedikleri yetmezmiş gibi, lavaboların ve tuvaletlerin suyunu kestiler. Günler öncesinden etkinliğin yapılmayacağını veya etkinliği sabote edeceklerini ilan edip halkı ürkütmeye çalıştılar. Program için otobüs tahsis etmedikleri gibi gönüllü sefer yapmak isteyenleri engellemeye çalıştılar. Etkinliğe katılanların araçlarına ceza yağdırdılar.
Netice ne oldu, hüsran… Zaten Ahmet Türk’ün konu ile ilgili yaptığı açıklama bunu bariz şekilde destekliyor; “Bizden Newroz alanının verilmesi istendi, tereddüt gösterdik. Halen büyük tereddütler var bizde. Bunu da çok açık ifade etmek istiyoruz. Mesela Resulullah’ın Kutlu Doğum Haftası’nda daha aktif olabilirdik.
Diyanet İşleri Başkanı bir toplantı yapıyor. Kılıçdaroğlu katılıyor ve konuşma yapıyor. MHP konuşuyor, Erdoğan katılıyor. Ama biz burada tereddütteyiz. Bizden Newroz alanının verilmesi istendi, tereddüt gösterdik. Bizim halkımızdır onlar. Bu konuda da açık olmamız lazım. İmkânları sağlamamız lazımdı.” Ne yazık ki, PKK/BDP cenahının ufku CHP ve Kılıçdaroğlunu dahi arattırıyor. Bu tavırları sürekli hanelerine kayıp olarak yazılmasına rağmen bu tutumlarını değiştirmiyorlar…
Hüda-Par Genel Başkanı Hüseyin Yılmaz’ın "PKK ile Hizbullah yıllardır süren ateşkesi resmileştirmeli" sözünün hatırlatılması üzerine ise şu sözleri dile getiriyor Kalkan; "Aslında böyle olsun istedik biz de, geçmişte bazı çabalar da oldu. Fakat tam gerçekleşmedi. Bu Hizbullah’tan kaynaklandı biraz. Geçmişi daha açık değerlendirebilirdi, özeleştiri vermesi gerekirdi. Tersine bize dönük eleştirileri çok oldu.”
Özeleştiri meselesini PKK sürekli dillendiriyor. Hatta iki üç hafta önce Sebahat Tuncel yine kimler tarafından kandırılmışsa daha önce böyle bir şeyin gerçekleştiği iddiasında bulunmuştu. Eğer gerçekten bir özeleştiri verilecekse bunca yaşananlardan ötürü evvela devletin ardından da PKK’nin özeleştiri vermesi gerekir. Elbette ki kimse Hizbullah hiç hata yapmadı iddiasında değil, insandan müteşekkil bir yapının bunu iddia etmesi evvela kendisiyle çelişmesi anlamına gelir. Ancak 50 bin insanın ölümünden bahsedildiği bir ortamda sadece "günah keçisi" olarak Hizbullah’ın seçilmesi zaten işin içinde iyi niyet olmadığını gösteriyor. Kaldı ki devletin Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren yaptıklarına da hesaba katmaya gerek yok...
Bu bağlamda eğer gerçekten hakikatler öğrenilmek isteniyorsa Hizbullah’ın daha önce de dile getirdiği gibi 90’lı yıllarda yaşananlar ile ilgili Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulabilir. Tarafsız bir şekilde bütün yaşanan hadiseler masaya yatırılır, hakikatler araştırılır, hatası olanlar bunun hesabını verir yada adına “özür” mü denilir, “özeleştiri” mi her neyse verilir. Tabii herkesin gözleri önünde yaşanan gerçeklerin dahi tersyüz edildiği bir ortamda böyle bir şey nasıl düzgün işletilebilir orası da ayrı bir mevzu...
Ancak “Hatalarımız varsa bireyseldir, alansaldır. Onlarsa merkezi politika gereği bu şeyleri yaptılar ve yanlış yaptılar.” tarzında tek taraflı bir yaklaşım doğrusu pek gerçekçi değil. Bunca kan, gözyaşı, zulümler olurken ve üstelik yıllarca sürüyorken, hata nasıl bireysel veya alansal olabiliyor. Merkez nasıl buna müdahil olmuyor veya olamıyor? Bir yapının varlığına kastedilecek, can havliyle karşılık verildiğinde de bu yanlış olacak, bir politikanın gereği olacak… Mümkün mü?
“Açıkça bazı politikaların gereğini yerine getirdiler ve hâlâ o süreç çözümlenemiyor. Aydınlatılmaya muhtaç olan karanlık bir süreç. Bu engel oluşturdu. Olabilse, çözümlense, biz ondan yanayız, iyi olur.”
En azından “devletin adamlarıdırlar”, “sistem kurdu” iddialarına nazaran sadece bir süreci karanlık görmesi daha insaflı bir yaklaşım. Ancak karanlık bir süreç diye dile getirdiği sürecin şu an Ergenekon davasından içerde olan Perinçek ve Küçük ikilisinin Öcalan ile can ciğer olduğunu hatırlarsa kimin bazı karanlık politikaları yerine getirdiğini daha iyi anlarlar.
Duran Kalkan röportajın devamında “Yok etme, hayat hakkı tanımama diye bir şey kesinlikle yok. Keşke başka Kürt hareketleri de çıksa.” diyor ancak “ama”sını da eklemeyi ihmal etmiyor; “Ama ulusal demokratik değerlere, ilkelere sahip çıkma temelinde çıksa.Örneğin PKK bu kadar mücadele yürüttü, buna değer vererek çıksa, reddetmeyiz.”
Bu “ama” şu anlama geliyor; sadece PKK’nin şemsiyesi altında hareket etme serbestiyeti var onun dışında hayat hakkı tanımak mümkün değil. İyi de zaten 90’larda aynı durum dayatılmış ve bu sonuçlar ortaya çıkmamış mıydı? Başka hareketler neden PKK’nin değerlerini dikkate alarak hareket etsin ki?
Tabii, Diyarbakır’da gerçekleştirilen Kutlu Doğum etkinliğinde daha önceki programların aksine dozajı son derece yüksek “bıçak kemiğe dayanıyor” kabilinden açıklamaların bu söylemlere etkisi olup olmadığını veya zamanlamanın bir tesadüf olup olmadığını önümüzdeki süreçte yaşanacak gelişmelerin ışığında daha net öğrenebiliriz.
Ama bütün bunlara rağmen Duran Kalkan’ın daha önce PKK ve BDP tarafından yapılan açıklamalara nazaran daha olumlu olduğu söylenebilir. Tabii eğer bir sonraki gün tam farklı söylemler dile getirilmezse…
(Hürseda Haber)