Musa'nın Gelişi Yakındır Elbet
3 Temmuz askeri darbesinden bu yana meydanları dolduran ve 45 gündür direnen Mursi yanlısı ve darbe karşıtı göstericiler, daha doğru bir ifade ile İhvan, darbeci asker ve polislerin katliamına maruz kaldılar.
Yaşananları katliam diye nitelendirmek dahi hafif kalır. Her taraf kan gölü, her taraf cesetlerle dolu… Binlerce ölü, onbinlerce yaralı…Kadın, erkek, çocuk sivil ve masum insanlar...
Kimi göstericiler diri diri çadırlarda yakılmış…Çağdaş bir Ashab-ı Uhdud vakası yaşanıyor…Müminler bir kez daha imanları uğruna ateşlerde yakılıyor ve tüm bunlar dünyanın gözünün önünde gerçekleşiyor… Canlı canlı şahid oluyoruz 60’tan fazla çocuğun ve çok sayıda kadının katledildiği bu vahşete…
İsrail karşısında mermi kullanmayanlar, İsrail’e karşı iki günde beyaz bayrak sallayanlar, silahlarını kendi halkına doğrultarak büyük bir kahramanlık örneği sergiliyor, kendi insanlarını katlediyor. Hem de en meşru haklarını en meşru yolla talep eden halkını.
***
Devrim sonrasında yapılan seçimlerde İhvan’ın adayı Muhammed Mursi kazanınca içerde ve dışarda hemen ona karşı cephe aldılar. Başarısız olması için her yola başvurdular. Türlü türlü oyunlar sergilediler İhvan’ı ve Mursi’yi gözden düşürmek için.
Evvela, ekonomik ambargo uyguladılar, Mısır'a. ABD, AB gibi emparyalist güçler, onların kurumu olan IMF ve özellikle de İhvan’ı koltukları için tehlikeli gören Arap petrol kralları... Oysa darbeciler başa gelince nasıl da para musluklarını ardına kadar açıyorlar.
Aynısını Tunus’ta da deniyorlar, daha önce de Filistin’de de yapmıştılar, ki halen yapıyorlar. Amaç başa gelen İslami Hareketleri başarısız kılmak, “müslümanlar yönetemiyor” mesajı vermek. Zira batı İslam’ın iktidarda olmasından korkuyor, Petrol Kralları da tahtlarından. Bu iki güç yerli kuklalarla bir olup Mısır halkını sırtından hançerliyorlar.
Evet rejim devrilmişti, ama kadroları hala yerinde duruyordu; polis, asker, bürokrasi,sermaye, basın… İmtiyazlarını korumak istediler ya da belki de suçlarının ortaya çıkmasından korktular.
Görevde kaldığı bir yıl boyunca her türlü hakareti basın yoluyla reva gördüler, Muhammed Mursi’ye. Kendi denetiminde olması gereken devlet televizyonlarında dahi. Amerikan ajanı dahi dediler ve bu hakaretlerden aile fertleri de nasibini alıyordu…
Benzin, elektrik tümü ellerindeydi. Esirgediler halktan, ki sorumlu olarak Mursi’yi görsünler diye. Elektrik ve benzini Gazzeye gönderiyor diye propaganda yapıyordular. Oysa Mısır Gazze’nin 50 katı, Gazzeliler o benzini içse dahi tüketemezdi. Ancak darbeden bir gün sonra nedense Mısır’a su yerine benzin yağdı adeta. İlginçtir Mursi’ye şu anda yöneltilen en büyük suçlamalardan biri Gazze’ye verdiği destek…
“Baltacı” denilen eşkiyalar piyasaya sürülüyor ve bu eşkiyalar insanlara saldırıyor, evleri yağmalıyor, gayri müslimlere ve kiliselerine saldırılar gerçekleştiriyordu. Tüm bunların sorumluluğu da İhvan ve Mursi’ye yükleniyordu.
Yani darbeye adım adım hazırlık yapılıyordu. Tıpkı Türkiye’de 80 darbesi öncesinde her sokakta patlayan silah seslerinin darbenin ertesi günü yerini sessizliğe bırakması gibi…
Nihayetinde ortamı hazırladıktan sonra derbeyi gerçekleştirdiler, kukla Sisi’nin eliyle. İlginçtir Suriye’de Esad’ı diktatörlükle suçlayanlar Mısır’da askeri darbeyi destekliyordu. Ancak asıl ilginç olan ise Esad’ın zevkten dört köşe bir halde “Siyasal İslam iflas etti” sözlerine rağmen hala Esad’a sonsuz kredi sunanların düşündürücü haliydi?
Darbeye karşı başta Cumhurbaşkanı Mursi olmak olmaz üzere İhvan ve taraftarları dik durdu. Haliyle başta Mursi olmak üzere bir çok öncü ismi tutukladılar.
Halkı sindirmek için olağanüstü hal ilan ettiler, caddelerden tankları yürüttüler, halkı tehdit ettiler. Yetmedi meydanları dolduranları katliamlardan geçirdiler, yüzlercesini şehid ettiler. Halkın cevabı giydikleri “beyaz kefenler” oldu. Onlar saldırırken İhvan sukunetini koruyor ancak geri adım da atmıyordu.
Bazen de masabaşında tekliflerle İhvan’ı dize getirmeye çalıştılar ancak bu hesapta tutmuyordu. Zira İhvan bu tür küçük hesapların nelere mal olabileceğini bilebilecek kadar tecrübe sahibiydi.
Bunca zorluğa rağmen yılgınlık göstermediler, geri adım atmadılar.
Mal varlıkları dondurulunca Hürriyet ve Adalet Partisi Başkan yardımcısı İsam El-Aryan aracılığıyle cevapları şu oldu; “Komik, kaç paramız var ve para kimin umurunda! Biz şehid olmaya geldik ve bunlardan korkumuz yok”.
“Kaçtılar” denilince, İhvan'ın mürşidi Muhammed Bedii; “Ben ne kaçtım ne de tutuklandım. Biz devrimciyiz; kaçmayız, yolu bitirenleriz. Mısır'ı terk etmeyeceğiz.Devrimimiz barış içindedir,öyle kalacaktır.Barış içindeki gösterilerimiz sizin mermilerinizden daha kuvvetlidir.” diyordu.
***
Karşılarında direnen bir halk görünce de katliama başladılar. Ancak bu halk, bu iman gücü ve bu kararlılık ile bunun da üstesinden gelecektir. Elbet kazanacaklardır… Bir halk düşünün ki, gösterilere katılınca ölmeleri halinde kimliklerinin tespit edilebilmesi için isimlerini vücutlarına yazıyor... Bunun anlamı “ben bile bile ölüme gidiyorum” demektir. Onlar kazanmayacak da kim kazanacak? İnkılabın önünü hiçkimse alamayacaktır, inşaallah.
Gördünüz işte dava adamı olmanın gereklerini. Ne onlar ne de çocukları, kadın-erkek omuz omuza asla geri durmadılar. Evvela kendi çocuklarını feda ettiler o meydanlarda. Öyle köşklerine kapanıp kahvelerini yudumlarken halkın evlatlarını yalnız başına ölüme göndermediler. Günlerce o meydanda o yalınayaklılarla birlikte direndiler. Halkın evlatlarını ölüme gönderirken, çocuklarını en lüks kolejlere, tatil beldelerine gönderip kaos ortamından uzaklaştırmadılar. En yakınlarını çiğerparelerini feda ettiler.
Onyıllardır, neredeyse yüzyıla yakındır, her türlü bedeli ödeyen İhvan ve Mısır halkı kazanacaktır. Onlar şimdiden kazandılar aslında. Ama bu üç gün sonra olur, ama daha uzun, farketmez. Hiç üzülmeye gerek yok. Er ya da geç Musa çıkar ve bu zulmün hesabını sorar.
Yaşanan her olayda olduğu gibi yönü ABD’ye dönmek, sitem etmek, beklenti içine girmek gereksiz. “Darbe”ye isim dahi koyamayanlar, “katliam”a hayli hayli isim koyamaz. Batının tavrı her zaman bu olmuştur. Onlar için özellikle İslam ülkelerinin yönetimi seçimle gelmiş, totaliter olmuş, diktatörlük olmuş, askeri yönetimler olmuş farketmez. Önemli olan baştakilerin kuklaları olması. Hatta isterse kendisini şeriat ülkesi olarak tanıtsın (Suudi yönetimi gibi), onlar için sorun teşkil etmez. Ancak onlara boyun eğmeyenlere darbe ile dahi olsa geçit vermezler.
Onlar iki köpek için, üç tane balık için dünyayı ayağa kaldırırlar; ancak meydanları dolduran ve eline bir buçuk aydır bir çakıl taşı almayanların adeta kıyıma uğramasından en fazla, “derin endişe ve kaygı duyarlar”.
Zaten emperyalistler ve onların öncüsü olan ABD bu zulmün bizzat planlayıcıları ve bu sorunları müslümanların başına bela edenler kendileri. Olsa olsa belki iki yüzlülükleri, çifte standartlı tutumları dile getirilir. Hem ne diyordu Baradey; “Darbeye ikna etmek için Batılı ülkeler nezdinde epey çaba sarfettim…”
Bunlardan önce asıl işbirlikçilere, ihanet ehline kızmak lazım, okları yanlış tarafa çevirmek gereksiz.
Mesela, Suudi hanedanı… Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı tarafından Mısır'daki Suudi yetkililere gönderilen bir belgede; “Kralın bugün isteği ile sizden bütün gücünüzü göstererek ve çalışarak İslamcı adayları ve özellikle Muhammed Mursi’nin seçilmemesini sağlamak. Çünkü İhvan bizim için gerçek tehlikedir. Onların yönetime geçmelerini tercih etmeyiz. Eğer tedbir almazsak Arap dünyası ve İslam dünyası’nın liderliğini kaybederiz.” ifadelerini kullanıyordu. Cuntayı ilk tebrik eden ve para musluklarını sonuna kadar açan bu ihanet hanedanı şimdi de katliamı haklı kılacak demeçler veriyor.
Mesela, Mısır’ın Selefileri… İslam düşmanları ile hiçbir sorunları olmayan bilakis onlar ile aynı karede görünmekten rahatsız olmayan Suud hanedanının çanak yalayıcıları ve Sisi’nin uşakları da bu günahın sorumlularıdır. İslam’ın özünü bir kenara bırakıp, İslam’ı sadece sakal bırakmak, fistan giymek, pantolonu kısa tutmak olarak algılayan, işleri güçleri mezar bombalamak, müslümanları tekfir etmek ve müslümanlar arasına tefrika sokmak olan zavallılar… Bir de Selef-i Salihinin yolunda oldukları iddia ediyorlar. Selef-i Salihin ne zaman küfre yardakçılığa tenezzül etmişti? Oysa kıtır kıtır doğrandıklarında dahi İslama leke sürmemeye, İslam’ın izzetini ayaklar altına almamaya çalışıyordu Selef-i Salihin…
Öyle zavallılar ki Müslümanların sözlerine itibar etmiyorlar, onların davetlerine icabet etmiyorlar, İslam ve insanlık düşmanları ile aynı karede yer alıyor ve Sisi’nin “Şeriatı getireceğiz” türünden vaadlerine itibar ediyorlar...
Elbette ki bunların içinde ölümü pahasına izzeti tercih etmiş ve darbeye karşı çıkıp kardeşlerinin yanında yer almış olan, bunun sonucunda ordu tarafından zindana atılan, zindanda dahi “Ben ve kardeşim Hayrat Şatır hapishanede Sisi'ye yer hazırlıyoruz. Yolunuza devam edin, bizi düşünmeyin.” mesajı gönderen Ebu Hazım gibilerini ve uşaklığa itiraz eden kimi yiğit gençleri de dile getirmemek haksızlık olur. Demek ki gözler insaf ölçüleri dahilinde basiret ile baktı mı hakikat anlaşılabiliyor.
Mesela, Ezher Şeyhi Et-Tayyib...İlmini zalimlerin zulmünün bekası için kullanan kapıkulu uleması. Tabi, Et-Tayyib’e rağmen izzeti tercih etmiş ve şehadet şerbetini içmiş olan Ezher alimlerini de anmamak haksızlık olur.
Mesela, El Baradei… Mesela Amr Musa… Mesela Türkiye’deki darbeseverler…
Bunlar dururken ABD, AB ve bilumum emparyalist güçlere sıra gelir mi?
(Hürseda Haber)