Bazı Gerçekleri Sorgulamamız Gerekiyor
PKK, ne yazık ki her defasında kendilerine dair beslenen umutları yerle bir ediyor…
Bu sefer de Rojava’daki çatışmalar ekseninde yaşanan tartışmalar nedeniyle Özgür-Der’e molotoflu ve silahlı saldırıda bulunuldu.
Diyelim ki Özgür-Der hatalı davranıyor, diyelim ki verdikleri demeçler çok sağlıklı değil. Bunun cevabı aynı yöntem ile verilmeli, silahla değil.
Şu ana kadar silah ve şiddet ile hiçbir alakası olmamış ve yöntem olarak asla silahı tercih etmemiş bu konuda bir irade ortaya koymamış bir derneğe hangi gerekçelerle olursa olsun bu saldırı kabul edilemez.
Bu saldırı aslında PKK’nin tahammülsüzlüğünü, kendi dışında hiçbir oluşuma hayat hakkı tanımadığını, itiraz edenleri de çirkin propaganda taktikleri ile yıpratarak sindirme ve yok etme politikasını bir kez daha kanıtlıyor. PKK’nin baştan beri kendi dışındaki bütün hareketlere karşı bilindik tavrıdır, bu saldırı. Ya PKK’nin söylemlerini dile getireceksiniz ya da Kürd düşmanı diye lanse edilir, ardından hain ilan edilir ve susturulursunuz. Bu ya tehdit ve şantaj ile olur ya da bizzat fiziki saldırılarla olur.
***
PKK’nin şiddet diline Hizbullah Cemaati aynı şekilde cevap vermişti, zaten başka seçeneği de yoktu, aksi halde yok olup gidecekti. Zira üç şık önüne konulmuştu; “Ya teslim olursunuz, PKK’nin “çatı”sı altında hareket edersiniz, ya buradan pılınızı pırtınızı toplayıp gidersiniz, ya da öldürülürsünüz”. Teklif edilen, daha doğrusu dayatılan bu üç şık da aslında bir hareket için ölümdür. Ancak Hizbullah her ne kadar PKK’ye anladığı dil ile cevap vermişse de bunun sıkıntılarını da çok çekmiştir. Evvela insanlara ulaşma yolları kapanmış, salt şiddet eksenli bir hareketmiş gibi lanse edilmiş ve bunun yanısıra hem PKK hem de sistem tarafından gerek hareket olarak gerekse de fert bazında bir çok sıkıntılara maruz kalmıştır. Ancak onlar ucunda ölüm, açlık ve zindan bile olsa izzet her zaman zillete tercih edilmiştir. Normalde istenilse PKK’nin şemsiyesi altında gül gibi geçinilirdi!
Hizbullah’ın bu başkadırısında büyük bir iftira kampanyası da devreye sokulmuştu. Bugünün teknolojik imkanlarına rağmen, yalancıların mumlarının yatsıya kadar dahi yanmadığı bir dönemde dahi PKK ve onunla aynı ideolojiyi paylaşan “Karanlık” gazete ve “Oda”ların sahibi olan Türk Solu’nun bir kesiminin kamuoyunu ne kadar yanıltabildiği bariz bir şekilde görülüyor. Olmayan video ve fotoğraf kareleri ile başka yer ve zamanlarda yaşanmış olayları bugün ve Kürtlere yapılmış gibi yansıtabiliyor ve bu yalanlarını bugünün şartlarında bile başarabiliyor. Bir de 90’lı yıllarda Hizbullah’ın basın yoluyla bir cevap dahi vermediği dönemleri düşünün!!?
Bu mevzuya sıklıkla değindiğimin farkındayım ancak Hizbullah’ı değerlendirenlerin bu şartları bilerek değerlendirme yapmalarının daha elzem olduğuna inanıyorum. Çünkü bir hareketi ve olayı değerlendirirken o günün koşullarını bilmeden yapılacak değerlendirmeler, sağlıklı sonuçlar vermeyebilir.
Bedir’de savaşan Peygambere “neden silaha sarıldın” diye abes bir sual sorulamadığı gibi; Mekke’nin Fethi esnasında İslama ve Müslümanlara yıllarca düşmanlık yapmış, onları öldürmüş, mallarını talan etmiş olmalarına rağmen müşrikleri affeden Peygambere “neden affettin, ya da silaha sarılmadın” diye bir sual da sorulamaz.
Aksi halde Hz. Hasan’a karşı ayrı bir tavır, Hz. Hüseyin’e ayrı bir tavır, İmam Zeynelabidin’e karşı ayrı bir tavır ve İmam Zeyd’e ayrı bir tavır takınmamız gerekir. Zira Hz. Hasan anlaşma yolunu, Hz. Hüseyin gücün azlığına rağmen öleceğini bile bile direnme yolunu, İmam Zeynelabidin ilim, irfan ve ibadet yolunu, İmam Zeyd ise gücün bir noktaya ulaştığını düşünerek cihad yolunu tercih etmiştir. Onların içinde bulundukları şartları gözönüne almadan değerlendirme yaparsak birini göklere çıkarırken bir diğerini yerin dibine sokmak durumda kalırız, haşa. Oysa biz onların herbirinin duruşunun İslami bir duruş olduğunu kabul ediyoruz. Hakeza, Şeyh Said ile Bediuzzaman için de aynı durum geçerlidir…
***
Dicle Üniversitesindeki olayları hatırlayınız. (Yakın zamanda yaşandı diye bu örneği veriyoruz yoksa misaller çok) Afiş asan gençleri engellemiştiler ve akabinde nahoş olaylar yaşanmıştı. Ancak PKK basını olayı şöyle vermişti, “afiş asan öğrenciler yurtseverlere saldırdı”. Kimse de “nasıl oluyor da birileri afiş asarken üstüne bir de gelip size saldırıyor?” diye sorma zahmetinde bulunmuyordu. Ya da işlerine gelmiyordu böyle bir soru sormak.
Şimdi de Rojava’da aynı durum geçerli. Tabii tek dileğimiz bu sorunun ve çatışmaların bir an önce sonuçlandırılması. Zira bütün sıkıntıyı mazlum halk çekiyor.
En-Nusra haklı veya haksız, doğru veya yanlış o noktayı irdelemiyoruz… Sivillere saldırılar yapılmış, yapılmamış onu da net olarak bilmiyoruz. Halen dahi PKK basını dışında ister Kürd ister yabancı hiçbir basın kuruluşunun geçişine izin verilmemiş. Ancak bu meseleyi doğru yönleri ile ortaya koymak lazım, eğer yanlış yapılmış ise karşısında durmak lazım, hakkaniyet bunu gerektirir. Ancak yalan yanlış, düzmece video görüntüleri ve fotoğraf kareleri ile olmaz… Oysa şöyle denilebilirdi, “elde görüntü yok ancak sivillere saldırı yapılmış, görmek isteyen var ise buyursun gelsin”.
Elbette ki Türkiye’nin PKK/PYD’yi bahane ederek Kürde ait kazanımları baltalamaya çalıştığını gözardı etmemek gerekir. Bugün PKK/PYD yerine başka bir Kürd oluşumu orada hâkim olsa yine itiraz edileceğini de biliyoruz…
(Hürseda Haber)