Doğrudur, Burası Amed
Dicle Üniversitesinde “Kutlu Doğum Konferansı” bahane edilerek çıkartılan olaylar her ne kadar karşıt görüşlü öğrenciler arasında yaşanan bir çekişme, afiş ve broşür yırtma gibi durumlarla izah ediliyorsa da hakikatte durum PKK/BDP’nin tahammülsüzlüğünün ve faşizan zihniyetinin bir kez daha dışa vurumudur. İşin garip tarafı ise bu faşist zihniyetin “faşistlere geçit yok” sloganını dillerine pelesenk etmesidir.
Geçmişte olduğu gibi bugün de kendisinden başka hiç kimseyi ve hiçbir görüşü kabul etmeyen bu zihniyet asıl yüzünü aşikar etmekten imtina etmiyor.
“Bu üniversite bizimdir, bizden izin almadan hiç bir şey yapamazsınız. Burada rektörlük te biziz, valilikte…”
Yani denilmek isteniyor ki bu “çöplüğün horozu biziz ve burada bizim borumuz öter, ötesi fasa fiso…”Kendisinden başka kimseye yaşam hakkı tanımamak, buna riayet etmeyenleri, boyun eğmeyenleri bir şekilde hizaya getirmek… Gerisi hikaye…
Hakikatte olaylar; Bilge Öğrenci Kulübüne bağlı öğrencilerin düzenleyecekleri Kutlu Doğum Konferansının duyuru afişlerini dağıtırken, BDP sempatizanı Dicle Üniversitesi Öğrenci Derneğine (Düoder) bağlı öğrencilerin engellemelerine, hakaretlerine maruz kalması, yetmezmiş gibi saldırıya uğraması ile başlıyor. Tabii bu ilk defa yaşanılan bir durum değil. Daha önce de konferans için asılan afişleri yırtıp atmışlar ve hem Bilge Kulübünün hem de başka kesimden öğrencilerin yapmak istedikleri etkinlikleri ya engellemişler yada engellemeye çalışmışlar.
Yani kavganın asıl müsebbibi PKK/BDP’ye yakın öğrencilerin tutumudur, bir dönem devletin baskısından şikayet edenlerin aynısını hatta daha beterini uygulama çalışmasının neticesidir. Bu gelişmeler, daha ellerinde otorite yokken halka bunu reva görenlerin ellerine yetki geçince ne yapabilecekleri hakkında da ipucu veriyor.
Zaten dikkat edilirse “Dicle bizimdir” ve “intikam, intikam” sloganlarından da durum rahatlıkla anlaşılır. Dicle sanki babalarının tapulu malı. Dicle’de hükümranlık kurmaya, kendi insanına tahakküm etmeye çalışacağına, kahramanlık nutukları atacağına topraklarım diye ilan ettiğin yerlerde hükümran olanlara yüzünü dönsene… Dışarıya “barış” mesajları senin gibi düşünmeyen Kürde “ölüm” öylemi… İhtiyaç duyduğunda “İslam kardeşliği”nden dem vur, peygamberlerden bahset ancak içeride peygamber diyenlerin sesini kısmaya çalış … Yok öyle yağma…
Ancak tüm baskılara, provokasyonlara, hatta rektörlük üzerinde “konferansı iptal edin” tehdit ve diretmelerine rağmen geri adım atılmadı ve konferans yoğun bir katılımla gerçekleştirildi. Onlar baskıyla, tehditle ve korkutarak geri adım attıracağını düşünüyordular. Ancak bunu başaramadılar. İşte bu kararlılık onları çileden çıkarmaya yetti. Belediye otobüsleriyle saldırganları taşımalarına, konferansın yapıldığı salona bir çok yönden saldırmak istemelerine rağmen herhangi bir provokasyona mahal verilmeden program sukunet içinde gerçekleşti ve katılımcılar sukunet içinde dağıldı.
Tüm tahrik ve tacizlere rağmen, bu kararlılık ders almasını bilenler için güzel bir mesaj... PKK/BDP şunu anlamalı baskı, şiddet, tehdit ve ortalığı velveleye vererek her istediğini elde edemez. En azından bu yöntem herkese sökmez. Sabırlı olmak, vakarlı olmak, PKK politikalarına teslim olmak demek değil, galeyana gelmeden, taşkınlık yapmadan PKK/BDP itiraz etse bile istediğini yapabilmektir…
Ancak kapalı kapılar ardında söz vermelerine rağmen sonraki gün provokasyonlara devam ettiler. Oysa biz “Kürdün başı gider, sözü yerde kalmaz” biliriz. Demek ki kendileri Kürdün inancıyla barışık olmadığı gibi töresiyle de barışık değiller. STK’ların karşısında başka konuşurlar, ekran karşısında başka, mecliste başka, tabanına başka…
Dışarıdan getirdikleri gözü dahi görünmeyen çeteler ile hiç birşeyden haberi olmayan gençlere saldırdılar. Sopalı ve bıçaklı saldırılar, tehditler hatta üniversitenin camlarını, kapılarını ve laboratuvarlarını yerle bir etmeler yetmezmiş gibi bir de yaptıklarını başkası yapmış gibi çarpıtarak basına sunuyorlar… Hadi diyelim ki bu gençler onlara saldırmış olsun, peki üniversetinin kapıları, pencereleri de mi onlara saldırdı? Kendilerinin eğitim gördüğü, deneyler yapacağı laboratuvarlarda mı onlara saldırdı? Çağdaş Don Kişotluk bu olsa gerek…
Olay açık ve ortada iken hala “Kutlu Doğum konferansı için afiş asmak isteyenler Kürd yurtseverlerine saldırdı” diye olayı manipüle etmeye, çarpıtmaya çalışıyorlar. “Afiş asmak isteyen kişi, neden bir de üstüne size saldırsın, sizinle kavga etsin?” Hem afiş as, yetmezmiş gibi orada bulunlara saldır… Mantık kabul eder mi? Demek siz ya o afişlere yada o afişleri asanlara birşey yapmışsınız ki böyle bir durum yaşansın… Üstelik bunlar sizin PKK/BDP’li olduğunuzu bildiği halde ve sizden kat be kat az bir sayıya sahip iken…
Yetmezmiş gibi “Polis korumasında yurtseverlere saldırıldı” iddiası ile bir kare fotoğraf eşliğinde haklı görünmeye çalışıyorlar. Sanki kendileri dışındakiler “yurtdüşmanı”… Oysa ne olayın öncesini anlatıyorlar ne de üç gün boyunca yaptıklarını… Olay çıkaran kendileri ortalığı velveleye veren kendileri… Üstelik fotoğraf karesinde polisin kavgayı engellemesini görmezden gelerek her zaman ki gibi kendilerini haklı göstermeye çalışıyorlar. Ancak artık her şey ayan beyan ortada kimse gerçeklerden kaçamıyor. Üstelik kamera kayıtları da ortada, hodri meydan tümü eksiksiz yayınlansın...
Oysa Polis gözleri önünde bıçaklı çetelerin hastanenin acil servisinde dindar gençlere saldırıp iki kişiyi bıçaklamasına seyirci kalmakla yetindi. Hiç bir tedbir alma ihtiyacı dahi başlangıçta duymadı. Belki de olayların büyümesini bilinçli olarak tercih etmişlerdir. Belki de içlerinden “oh” çekenleri dahi olmuştur… Daha sonra ise suç işleyenleri, öğrencileri yaralayan çete üyelerini gözaltına alacağına saldırıya uğrayan hatta yaralananları gözaltına aldı. Tepkiler üzerine ve kendi şahıslarına yapılan saldırılar neticesinde gruba müdahale etme ihtiyacı hissetti.
Tabii sol cenahtır, duruşları belli, kendilerine ait medya organlarının yalan, iftira ve olayları çarpıtma konusundaki ustalıkları belli. Üstelik yalan üzerine dahi olsa hepsi birleşiyor, yandaşlarının yanında yer alıyor. Onların doğrulur veya haklının yanında olmak gibi dertleri yok, her yol mübah kendileri için. Zaten saldırılarda diğer sol grupların PKK/BDP’liler ile birlikte hareket etmelerinden de sol birlikteliği açığa çıkıyor. (Ehli vicdan solun duruşunu da,hakkını da teslim etmek gerek.)
Bu anlaşılabilir bir durum da, kendilerine İslami çevre diyen veya İslamcı etiketli birilerinin bunca yaşananlara rağmen tutumlarını anlamak ise güç. (Ancak İslami kesimlerin ekseriyetinin duruşunu bu sefer takdir etmemek insafsızlık olur, belli ki bazı hakikatleri farkediyorlar)
PKK’den korkuyor olabilirler, normal insan halidir. Susmayı tercih edebilirler. Ancak konuşulurken en azından hakikatleri dile getirmek zorunlulukları var…
“Geçmişte de yaşanan benzeri olaylardan çıkarılması gereken dersler var. Birilerinin üniversite yerleşkesinde afiş asmak için “yurtsever öğrencilerden izin almaya” zorlanması ne kadar yanlış ise “afiş asmalarının engellenmesini gerekçe göstererek polis desteğinde yurtsever öğrencilere saldırması” da o kadar yanlıştır.”
Utanın be utanın hakikaten utanın!
Adamlar planlı ve hazırlıklı bir şekilde sopa ve farklı aletlerle gelip bana saldırsın, sonra ben can havliyle onların saldırı aletlerini ellerinden alayım, burayı görme; o can havliyle ve o acıyla ben de karşı saldırıya geçeyim, çil yavrusu gibi kaçışsınlar burayı gör; ve bu fotoğraf üzerinden yorum yap… Ve üç gün boyunca yapılanları es geç… Yazıklar olsun. Bunun hesabını ahirette Allah’a nasıl verecekler çok merak ediyorum doğrusu…
Biri de çıkmış nasihatlerde bulunuyor. Diyor ki; “Kutlu Doğum bid’attir, değer mi bunun için kavga etmeye…”
Kutlu Doğum bid’atmış. 'Bid’at olsa' da, bu gençlerin sardırıya uğramaları mı gerektirir? Programlarının iptal edilmesini mi gerektirir? Bu nasıl bir akıldır? Kutlu Doğum bid’at ise niye gelip delillerle anlatmıyorsun. Varsa sağlam delilin getirir ortaya koyarsın. Ötesi var mı? Ancak PKK saldırdı diye mazeret olarak sunulacak bir bahane değil.
Hem bid’at diyorlar hem de kelime oyunlarıyla program adını “Kutlu Doğum” yerine “Peygamberi Anma ve Anlama” bırakarak kendileri de etkinlik düzenliyorlar... Fark ne? Bir isim değiştirmek ile bid’at durumu ortadan mı kalkıyor?
Ancak tarihe bakmayı ihmal ediyorlar… Zengi’lere… Eyyubilere…Selahaddine…
Yeri geldi mi, Selahaddin-i Eyyubi’den dem vurmayı da ihmal etmiyorlar. Ama bilmez ki Selahaddin döneminde en üst tabakadan en alt tabakaya kadar yüzbinlerin hemde aylar süren bu etkinliklere iştirak ettiğini…
Kimileri de “aman provokasyona gelmeyelim” , diye tutturuyor. El insaf! Bu “provokasyon” lafı da artık kabak tadı vermeye başladı. Adam gelip beni dövüyor, yanımdaki arkadaşımı bıçaklıyor, bir program yapmama bile izin vermiyor ve ben kendimi savunmak zorunda kalıyorum. Sonra sen “provokasyona gelme” diyorsun, “Sağduyu” diyorsun.
Saldırganı, engel çıkaranı durdursana veya ona “provokasyana gelme”, “sağduyulu ol” desene… Tabii gözleri kesmiyor direk PKK/BDP’ye bir şey söylemeye, iki tarafa da aynı sözlerle hitap ediyorlar. Ne şiş yansın ne kebab… Bu mu tarafsızlık? Bu mu kardeş kanı akmasın hassasiyeti? Neymiş, demokrat ve insan haklarına riayet eden bir görünürüm sergiliyorlarmış. Ohh, ne güzel demokrasi…
O gençlerin, o insanların çektiklerini bilmeden masabaşında yorum yapıyorlar… Ne yani, provokasyon olmasın diye her şeyden vaz mı geçilsin? PKK müsaade etmiyor diye hiçbir şey yapılmadan yerine mi oturulsun? Yoksa pılını pırtını toplayıp gitmisin mi buralardan…
Bu gençler provokasyonu değil izzetlice direnmeyi tercih ettiler. Zaten PKK mantığını bilenler bundan daha başka bir seçeneğin olmayacağını da bilirler…
Zaten sürecin başından beri kullanılan ifadelere ve üsluplara bakılırsa kimin provokatör olduğu açık ve net ortada.
Olayların ilk gününden itibaren arkadaşları bıçaklanmasına rağmen Kulüp üyeleri sağduyu ile hareket etme adına gerekli hassasiyeti gösterdiler. Mahkemede serbest bırakıldıktan sonra dahi basına açıklama yapan kimi gençlerin “biz olay istemiyoruz, bizden yana bir sorun yaşanmaz” ifadeleri de ortada.
Bunun yanısıra sorunun çözümünde aktif bir rol alan HÜDA-PAR ve kimi İslami STK’ların da sağduyulu açıklamaları ve girişimleri de ortada...
Buna karşın, BDP ve onun kimi bileşenlerinin açıklamaları da ortada, yaptıkları da…
Olayların başlangıcından beri BDP milletvekilleri ve kimi temsilcileri saldırgan grubun yanında yer aldılar. Dışarıdan getirdikleri saldırganları ve öğrencileri toparlayarak ve organize ederek,tahrik edici kışkırtıcı açıklamalar yaptılar.
Bunların başında da dışarıdan devşirilip Kürdün başına bela edilen “laikliğin güvencesi biziz” ve “Marx’ı anımsayalım” diyerek laiklere ve solculara sık sık tekliflerde bulunan Aysel Tuğluk geliyor. Hatta öğrencileri ve üniversiteye dadanmış çeteleri “yakın, yıkın, kırın” diye teşvik eden Tuğluk...Yüzü poşulu provokatörlerin “isyan gerekiyorsa isyan, ne gerekiyorsa onu yapacağız” tahrikli sözlerine basının karşısına geçerek “öğrencilerimizin arkasındayız” diyerek tahrik ve teşvik edici sözlerle destek veren Tuğluk…
Bir de “Burası Amed” diye caka satıyor… Evet hanımefendi burası Amed. Sizin çook uzak olduğunuz, acısını dahi hissetmediğiniz topraklar. Siz bu toprakların ne acılar yaşadığını dahi bilmiyorsunuz. Burası Amed ve burada halkın zararına bir icraat yapamayacağınızı da iyi bilmelisiniz… Amed sokaklarını tanımadığınız da belli.
İşin garip tarafı aynı Tuğluk DTK denilen yapının başında da bulunuyor. Hani DTK tüm Kürdleri kucaklıyordu? Bir çatıydı… Çatı ise neden herkesi kucaklamıyor? Neden kavga eden bu gençler arasında arabulucu olacağına bir tarafı kışkırtıp gençleri birbirine kırdırmaya çalışıyor. Zamanında bu uyarıları yapınca birlikteliğe nifak sokmakla itham edenler şimdi ne düşünüyorsunuz? Sizin PKK’nın oyunlarından haberiniz yok, PKK/BDP’yi tanımıyorsunuz, bari tanıyanlara onların zihinsel kodlarını çözmüş olanlara karışmayın…
Sebahat Tuncel ise "birileri Türk-Kürt çatışması peşinde" açıklamasıyla meseleye dahi doğru dürüst vakıf olmadığı gösteriyor. Hızını alamamış olacak ki gençler arasındaki bir kavgayı; “Hizbullah, yeni dönemde bir özelleştiri vererek Kürt halkı ile dayanışma içerisinde olacağını ifade etmiştir. Ama bugün farklı başka bir süreç içerisine girmiştir.(…)Bu çevreleri uyarıyoruz. Eğer bu gençler onlardansa, bunu biran önce durdurmaları ve bir özeleştiri vermelerini, aksi durumda kendilerinin sorumlu olacaklarını ifade etmek istiyoruz.“ sözleriyle nasıl bir hayal aleminde yaşadığını ispatlıyor. Kim size bu özeleştiriyi vermiş? Yine kimler sizi kandırmış? Hayal aleminde yaşıyorsunuz, hayal. Kaldı ki özeleştiri vermesi gereken Hizbullah değil bilakis yaptıklarınızdan ve söylediklerinizden dolayı kendinizsiniz.
Sahi, olayların başından beri sözlü açıklamaları neden sadece Tuğluk ve Tuncel yapıyor. Özellikle tehdit içerikli mesajları…
Aklı başında kimse çıkıp sormuyor; “Hani bunlar devletin adamlarıydılar. Devletle barıştığınıza göre bunlarla alıp veremediğiniz ne?”
PKK/BDP’nin şunu iyi anlaması lazım. Bu davanın ve bu davanın gönüllülerinin kendileri ile bir alıp veremediği yok. Zira bu camia çok daha ulvi çok daha büyük hedeflerin peşinde.
Eğer başkalarının plan ve projeleri adına bu davanın önüne set olunuyor, sindirmeye, diz çöktürülmeye çalışılıyorsa nafile. Tarihte hangi İslami hareket ve şahsiyet baskılar karşısında diz çökmüş, pes etmiş ki? Mümkün mü? Bir yandan zillet içinde bir yaşamın ardından cehennemin ebedi azabı, öte yandan dünyada yaşayacağı geçici sıkıntıların ardından ebedi saadet…
Baskıyla tehditle, şantaj ve saldırılarla bu davanın en küçük bir ferdine dahi diz çöktürülemez. Bir kez daha beyhude çabalar içine girmeye hiç gerek yok. 90’larda denendi tutmadı, hele hiçbir şeyin gizli kalmadığı bugünün şartlarında hiç tutmayacaktır. Eğer gerçekten bu halkın maslahatı isteniyorsa, bu halk için birşeyler yapılmak isteniyorsa birlikte yaşamanın yolları aranmalı… Aksi bir durum yeniden büyük acıların yaşanmasına sebebiyet verir ki; bunun da kimin işine geleceğini ve kimlerin isteyebileceğini söylemeye gerek yok.
(Hürseda Haber)