Tevazu
Mü’minlerin en güzel hasletlerinden biride ‘Tevazu’dur. Tevazu, alçakgönüllü olmak, kibir ve büyüklenme gibi kötü hasletlerden uzak olmaktır. Rabbimiz Kur’an’da bu güzel vasfa muhtelif surelerde işaret eder, önemini vurgular. Resulullah (SAV)’de gerek hayatında bizzat göstererek gerekse hadislerinde bu konunun öneminden bahseder. Bu vasfın bulunmayışı bir Müslüman için çok büyük hastalık ve kusurları da beraberinde getirir ve onun değerini düşürür.
Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) “Selam!” derler (geçerler). (Furkan, 63) Rahmanın kulları olarak nitelendirilmek bile başlı başına bir taltif içermektedir. Peki, bu taltif niçin? Alçak gönüllülük, yani tevazu vasfına sahip oldukları için. Çünkü mütevazı olmak kulluğun en güzel nişanelerindendir. Kendini büyük görmeyerek yücelik ve azamet namına ne varsa Allah’a hamletmek, ayrıca Allah’ın yaratmış olduğu diğer varlıklara karşıda tevazu içerisinde bulunmak onlara saygı duyarak karşılarında büyüklenmemek kulluğun sırlarındandır. Özellikle Müslümanlara karşı tevazu içerisinde bulunmak Rabbimizin övdüğü çok güzel bir vasıftır. Ayeti kerimenin ifadesi ile tevazudan da öte belki de müminlere karşı zillet içerisinde bulunmak yanlış olmasa gerek. Tabi ki burada ki zillet tevazuda mübalağadır. Kâfire karşı zillet içerisinde bulunmakla din ve şeref kaybedilebilir. Ancak müminlerle İslam’ın emrettiği tevazu ve zillet ile muamele de bulunmak Müslümanın şanını ve şerefini ahiretteki makamını artırmaktan başka bir şey yapmaz.
Gerçekten de Müslümanların birbirleri ile olan ilişkileri dinin temelidir. Müminlerin yapısını sağlamlaştıran şey birbirlerine nasıl davrandıkları ile direk ilgilidir. Düşünün ki her ferdin diğer ferde tevazu ile yaklaşarak onu en az kendisi kadar aziz ve şerefli noktada görmesi, ilişkilerin boyutunu hangi noktaya götürür. Böyle bir yaklaşımın olduğu toplulukta İslam’ın sağlam binasından bahsedebiliriz.
Tevazu ile ilgili olarak Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur; “Muhakkak Allah Teâlâ, bana, sizin mütevazı olmanızı vahy etti” (Rizazu’s–Salihin). Nitekim kendisinin huzuruna titreyerek ve korku ile giren bir adama “Sakin ol, ben bir melik değil, Kureyş’ten, kuru et yiyen bir kadının oğluyum” buyurmuştur. Kendisini sahip olduğu ‘Serveri cihan’ payesine rağmen diğer insanlardan farklı görmemiş, görülmesine de izin vermemiştir. Sahte krallar ve liderler gibi kendini halktan soyutlamamış, onlar gibi, onlardan biri gibi davranmıştır.
Bir başka hadisinde de “Her kim Allah için alçakgönüllülük yaparsa, Allah muhakkak onun derecesini yükseltir” (Müslim). Buyurarak müminleri birbirine karşı sevecen, ilgili ve sempatik olmaya davet etmiştir. Çünkü alçakgönüllülük tüm yapay duvarları kırar samimiyeti artırarak kardeşlik bağlarını güçlendirir.
Özellikle dava hedefi ve sorumluluğunu taşıyan Müslümanlar için bu vasıf çok daha fazla önem taşır. Çünkü insanları bir gayeye çağırmak, bilinçlendirmek ve onlardan bir bina inşa etmek ancak üstün vasıflara sahip olmakla mümkün olabilir. Tevazu sahibi olmayan bir Müslümanın insanlar arasında etkisi olmaz, alçakgönüllü olmak kişide bir sempati ve ilgi alanı oluşturur diğer insanların kendisine yönelmelerini sağlar. Dava adamının birinci önceliği de davasını insanlara benimsetmek ve onları da davasına nefer yapmaktır.
Başta ki ayet muvacehesinde mütevazı olmak ve cehalete bulaşmamak arasında sıkı bir ilişkinin olduğunu unutmamak gerekir. Mütevazı olmayan bir şahsın pekâlâ cahillerle dalaşmadan kendini alamayacağı ortadadır. Cehaleti savmanın en güzel yollarından biride tevazu silahını kuşanmaktır, ml’min alçakgönüllü oldukça karşısında ki cahillerin cehaletinden bir zarar görmez. Onlara vereceği en güzel cevap “Selam” deyip geçmektir.
Selam ve dua ile…
(SUSANINGULLERI.BIZ)